Reklam

Kasımpatı

Kasımpatı
14 Aralık 2021 - 12:46
Gözde Hayırlı Çalık
Kalk! Kalk diyorum sana! Göz kapaklarımda bir ağırlık… Zorlayarak açmayı deniyorum. Bir ışık hüzmesi beklediğim. Mavi bir loşluk karşılıyor beni. Neredeyim ben? “Kalk diyorum.  Hadi!” Kimin sesi bu? Benim sesim böyle değildi. Omzumda hissediyorum parmaklarını. Buz gibi… Beni yukarı çekiyor. Kalkıyorum. Bileklerimi sıkan ip gevşiyor. Göz kapaklarım hala kapalı. Serbest kalan ellerimden birini yüzüme götürmek istiyorum. Kollarım verdiğim komuta uymuyor.  
“Gözüm açılmıyor!” diyor benim olduğunu düşündüğüm ses. 
“Kaldır ayağını,.” diye bağırıyor kime ait olduğunu bilmediğim ses. Uyuşan sol dizimi beceriksizce büküyorum.
“Tamam. Şimdi indir.” diyor. Bacağımı geri bırakıyorum. Ayağımın altında bir örtü, belki bir kilim. Hayır. Halı değil. 
 “Böyle mi diyoruz sana be kadın!”  diyor ensemdeki pis nefes. Nefes şimdi kalçamda… Ayak bileğimi kavrıyor soğuk parmaklar. Sol bileğimi kaldırıp öne doğru uzatıyor. Bir eşik olmalı burası. Önce beton sanıyorum bastığım zemini. Diğer ayağım da değdiğinde hissediyorum metalin soğukluğunu.
“Gözüm!”
“…”
 “Gözüm açılmıyor.” 
“Şimdi açılır.” diyor gülerek.  
Başımdan aşağı dökülen suyla irkiliyorum. Ne olduğunu anlamadan tekrar iniyor su. 
“Açıldı mı gözün?” sesi daha yılışık şimdi. Üşümem gerek ama yanıyorum.
“Sana diyorum.  Açıldı mı gözün?” 
Bacaklarımda engel olamadığım bir titreme. Ağzımı aralıyorum bir şeyler söylemek için. Dişlerimin birbirine vururken çıkardığı ritmik sesler dışında bir şey işitilmiyor.  Su bir kez daha iniyor başımdan aşağı. Üşümem gerek ama yanıyorum. İyi geliyor yanmak. Ağzımdan tuhaf bir homurtu çıkıyor. Konuşabilsem yalvaracağım ona. “Tekrar dök suyu! Bir daha dök! Durmadan dök!” Konuşmam gerek susuyorum. Göz kapaklarımdaki yük hafifliyor. Sol gözüm artık açık. Sağ kapak direniyor. Elime tutuşturuyor maşrapa olduğunu düşündüğüm nesneyi. 
“Hadi bakalım. Yıkan güzelce.” diyor. Kalçama inen şaplağı hissediyorum. Kalçam çıplak. Olduğum yerde nereye eğileceğimi bilmeden bekliyorum bir süre.
“Hadi!” diyor uzatarak -i harfini.
Neredeyim ben? Hangi zamanda? Açılan gözümle görüş alanındaki bir şeyleri seçmeye çalışıyorum. Bakır büyük bir leğenin içindeyim. Sağ bacağımın yanında paslı bir güğüm. Bacaklarım çıplak. Uzanıp alsam. Üşümem geçer. Ama üşümüyorum ben. Yanıyorum.  Derin bir soluk alıyorum. Belli bir tempoda tutabilirsem nefes alışlarımı güğüme uzanacağım. Ağzımda kan tadı. Sıcak… Tuzlu… Bakır leğen, paslı güğüm… Neredeyim ben? Islak izmarit kokusu, adamın gömleğinin yakası… Saçlarım sarı… Sahi nerede saçlarım? Bir kahve içebilir miyiz vaktiniz varsa? Kasımpatı kokusu… Saçlarım neden dökülmüyor omzuma. Hadi! Yıkan! Kollarım çıplak. Bir bey sizi bekliyor kuliste. Kalk! Kalk diyorum sana! Kasımpatı… Sarı… Turuncu… Beyaz… Size layık değil ama… Belki görmek istersiniz tabloları… Güğüm… Paslı… Kan kokusu… Islak izmarit tadı… Kasımpatı! 
Sağ göz kapağımdaki yük kanatlanıyor. Nedense benden yüksekte olduğunu düşünerek boynumu yukarı kaldırıyorum. Sisler kayboluyor. Mavi loşluk artık yok. Tam karşımda ahşap bir taburede oturuyor. Boynunda yine o gülünç papyon. Onu elinde kasımpatılarla kuliste gördüğüm ilk andan çok daha ufak. “Size layık değil ama vaktiniz varsa bir kahve içmek isterim” diyor çiçekleri uzatırken. Çiçekleri almama fırsat vermeden ekliyor. “Tablolarımı görmenizi çok isterim. Hepsi size ait.” Çiçekler için teşekkür edip tabloları görmek için daha uygun bir vakitte görüşmeyi teklif edecekken; “On altı yıl önce ilk oyununuz sahnelendiğinde görmüştüm sizi. Mavi bir elbise vardı üstünüzde. İlk tablonuzu da o zaman yapmıştım.“ diyor. “Başka tablolar da mı var?” diyorum şaşkınlığımı gizleyemeyerek. Mahcup gülümsüyor.  Evet. Gittim onunla. Bir gece yarısı elinde bir demet kasımpatı ile kulisimde bekleyen o tuhaf görünümlü adamla… Neredeyim ben? Hangi zamanda? Saçlarım neden omzuma dökülmüyor? Bilmiyorum. Ama o şu anda tam karşımda ahşap bir tabureye oturmuş. Her birinde ayrı bir yüzük olan sağ eline yaslamış çenesini. Beni izliyor. Beni, son tablosunu…