Reklam

Haydar Ergülen'in atölyesinden sinema şiirleri: Sinema bir şiirdir!

Haydar Ergülen'in atölyesinden sinema şiirleri: Sinema bir şiirdir!
14 Ocak 2021 - 15:01
 
Şiir atölyesinde sevdiğimiz, etkilendiğimiz, unutamadığımız flmlerin şiirlerine çalıştık. Ben de sevdiğimiz şairler, Pasolini, Ece Ayhan, Mustafa Irgat gibi, sinemanın şairleri olduğuna inanıyorum, hem flmlerini hem şiirlerini çok seviyorum. Üzgün Kediler Gazeli adlı şiir kitabımda, “On Dakika Ara” başlıklı bir bölüm açmış, 3 filme şiir yazmıştım, biri Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” flmiydi. İyi şiirler, iyi seyirler…
Haydar Ergülen

***
ADAM
Adam bakmış bakmış
           Görememiş hiçbir şey…
Neye dokunmak istediyse
           Diğer yanından düşmüş elleri
Aklı şehrin telaşına
Kalbi kanına karışıp akmış
Kaldırımlar, kalabalık caddeler boyu
          Yürümüş yürümüş...
                      Bir gören olmamış
Sonra aniden durmuş meydanında kentin
Sesi yırtılırcasına bağırmış
Bir kulak olmamış eriştiği
Avuçlarının içine alıp başını
           Susturmak istemiş
                      Durmaksızın dönen her şeyi
                               Ama ne çare...
Bulantıyla kusmuş
          Kendini çıkarmış
Vurmuş baktığı aynaya
          Kendinden kırılmış
Acı da olsa duyumsamak için
          Kanatmış kendiliğini
Fakat elinde el, gözünde göz yokmuş ki adamın
“Peki bir başkasının mı bu damlalar?”
          Diye sormuş
Varlığın
          Kimyasal işlevle idraki gerekmese
                     Adam anlayacakmış
Hiçleşmenin işaretidir bu

SÜLEYMAN İLERİ

“Bir Delinin Hatıra Defteri” tiyatro
oyununun esiniyle…
***

Atlar ve Sesler
Oynuyor gözlerinde hayat
Atların kalbini çalan yabancının
Tazecik bu kışta
İçi deli kısrak koşuyor
Büyük aşkın şarkısını söylüyor
Şapkasında kadehi taşıyan adam
Kemanın tellerine örüyor oğullarını
Haykırıyor bir halkın rengini
Ah Nora Luca’nın işveli sesi
Dolanıyor ruhun bulutlarında
Seni sevmekle aynı şey
Rüzgarı kucaklamak
Kıvrak bedeninin meydanında
Cilveli bir hayat öpülesi şarkılar
Mahreminde gezinen neşe
Yıldızlar kayarken yaban yanına
Ateşin gülleri dökülür toprağa
Özgürlüğün renginde başlar dans...

ELEM ERK
Gadja Dilo
Tony Gatlif 1997

***
GEGEN DIE WAND
Duvara doğru yöneldi hızla ve
Bam!
Ölmek değildi niyeti
Hayata tutunmaktı aslında
Yatay kesersen ölmezsin dedi
Bileklerini kesen bir kıza yatayına
Ölmek değildi niyeti
Özgürlüğünü istiyordu aslında
Sanki köklerine doğruydu ikisi de
Biri özgürlüğüne, biri hayata
Duvara karşı, duvara karşı

AYÇA TOHMA
 
***
HAFİF
Bilmez misin
Yâ gafl,
Hû korkak
Ey kaçak
Temkinden hikâye çıkmaz.
Ömürdür bu.
Ağırlığında
Buzdan ve gururdan kanatlarının,
Düşmeyi de bilirsin, erimeyi de.
Gövdeni sımsıkı tutan elden
Gözyaşının tuzundan sezeceksin.
Teslimiyettir bu.
Dayanamadığında
Göçe yazgılı ruhunun çağrısına,
Ümit, sebat, şehvet, isyan
Ne gerek, ne çare!
Kaldığında öğreniyor insan
Yalnızlıktır bu.
Aldansan da
Toyluğun ve taşranın haffliğine
Birer birer, avaz avaz,
Devrilirken var oluş kuleleri
Sağır, kör, dilsiz olamayacak kadar
Duruyorsun ya baş yukarda, tetikte yüreğin
Cesarettir bu.

YUDUMİS

Varolmanın Dayanılmaz Haffliği
Milan Kundera 1982 (Yayımlanma 1984)
Film 1988
Yönetmen: Philip Kaufmann
***
DUVARA YAZMAK
İki tutku yolcusu
Ellerinde kömür karası
Yüreklerinde sevda
Daha yeni çıkmışken yola
Dilden düşmeden sözcükler
Kelebek kozasındayken halâ
Havada süzülürken yağmur
Damlalar toprağa değmeden
Aşk gönülde saklıyken
Seviyorum diyemeden daha
Kırıldı gökkuşağı birden
orta yerinden
Çekip gitti hayatlar
renklerin içlerinden
-Son-

MUALLA ALPAYDIN

Film Adı: Kelebeğin Rüyası
Yapım Tarihi: 2013
Yönetmen: Yılmaz Erdoğan
***
ÇEYREK
D:\ Madalyon\Çizgi\Sınır
Kıyısında dolanıyoruz. Uzaklaştıkça merkeze doğru
devinen, yerleşen sarsarak tokmaksız, zilsiz, kil oymalı
kapıları. Açın! Dayanakları kaldırın. Ve dahi yok sayın.

D:\Duyum\Bellek\Benlik
Ismarlanan uyuşmadı. Kavramadı, yaslandı boşluğa.
Rahatsızdı anlam. Bomboş koridorlara çıkan, var olan
bırakılan nesnelerde. Duyma! Mum dök kulaklarına, dağla
gözlerini, kavuştur ellerini dokunma dahi.

D:\Hata\Kefaret\Bedel
Dokuz boğum sarıldı. Israrla dönmek istenen sokak -yol
çalışması- yüzünden kapalı. Nerede tabela? Köy tipli şehir
deli et, boz, yık, ödet, çevir düğmeyi, vicdanı kapat.

C:\Adalet\Hüküm\Gözlük
Durumu kurtarmak üzerine söylenceler yüzyıllar boyu.
İnsan soyunun kalleşliği durgun suda şimdi. Cervantes’i
çağır, Ömer’in ekmeğini, Themis’in duruşunu. Dön! İncir
yaprağına, sardunya öncesine, taa ilk sese

AYÇA ERDURA

‘Deli ve Dahi’ flminden etkilenilerek yazıldı.
Yönetmen: Farhad Safnia


 
***
THE FALL (DÜŞÜŞ)
İnsan doğar doğmaz düşer
Sis, duman, bulut
Aşil tendonu yırtık bir kovboy
Sanayi devriminin ulağı köprüde ki tren
Nehirden iple çekilen kapkara bir at
Nefes nefese kovboylar canhıraş
Kamera kayıtta sakatlanan dublor Roy
Tüm medeniyetleri görmüş İbn-i Heysem
Palmiye ağaçlarının altında
kırık kollu tatlı Alexandria
küçük bir hastane odasında tanıştı ikisi
Roy her gün küçük kıza
Vali Odious tan nefret eden
altı adamın hikayesini anlattı
insan bahçelerinde sergilenen
ota benga kadar acı içindeydi
acılarından kurtulmak için
kerberos kapıdan çekilmeliydi.

CANAN ÇELİK
Film : The fall (düşüş)
Yönetmen : Tarsem Sing


 
PORSELEN BEBEK

-Mezar taşı istemem, her şey yeterince ağır zaten-

Aynadaki hüznü soluyan bir kadın,
Demir, çakıl, şifalı otlar ve tüy
Paslı bıçağın sapında arınmışlık hissi,
Birikiyor…

Çocuklarımıza ve atlarımıza büyü yapacaklar, 
Kaybolacağız ormanın derinliklerinde
Kırmızı çingene vaftizi yankılanacak,
Geride bıraktıklarımızın üstüne

Şarkıları denizkızları yazar,
Pastel mavinin enginliğinde
Bir tüy hafifliğinde ilerle,
Yeryüzünde…

Porselen bebeksin, acıların köşesine...

VAHAP EREN
*Papusza filminden esinlenerek yazılmıştır. 


Siperdeki Gerçek

Omuzunda tüfeğini değil
sevincini taşıyorsun
heyecanla.

Enstrümanlara eşlik ederken
gidişin
siperde bulacağın tek gerçek
oyun olmadığıdır harbin.

Daaaa dadada dadada da

İlk çatışmadan
bir hatıra
yüzündeki iz sana.

Gözlerin eriyor çocuk
açılarak karanlığa.

Daaaa dadada dadada da

Kulaklarınla gözlüyorsun
ölümün korkunç kanatlı kuşlarını.

Suskunluğun yükseliyor
bir çığlık gibi
gökyüzüne.

Dönmek istemiyorsun belli ki cepheden.
Eve dönmek istemez zaten
çocukluğunu kaybeden.

Daaaa dadada dadada da

Kimin şimdi çocuk
uğruna bedel ödediğin toprak .

Buruk bakışın yüreğimde
dinmeyen bir sağanak

Dannnn dandandan dadada dan

F. Serkan ÖNGEL
Film : BİR RUS GENCİ /Alexander Zolotukhin /Rusya, 2019


 

Vesikâlı Yarim

Orhan Veli Kanık’ın Tahattur adlı şiirinden etkilenen Lütfü Akad bir film çekmek ister. Senaryo yazımı işini senaryo teklifini Burhan Arpad’ a verir fakat bu senaryo tamamlanamaz. Ardından konuyu Safa Önal’a taşır ve Safa Önal anılarında bu senaryo için bütün öyküleri okuduğunu ve onu Sait Faik’in Lüzumsuz Adam kitabındaki Menekşeli Vadi öyküsünde esinlenerek yazar ve Lütfü Akad filmi 1968’de Tahattur şiirinin son dizesini ad yaparak sinemada gösterir. Başrolü İzzet Günay ve Türkan Şoray paylaşır.
Bu senaryo yer yer değiştirilerek 1971’ de Nejat Okçugil tarafından Gizli Aşk adıyla İzzet Günay ve Feri Cansel’ in başrollerinde; 1977’ de Ümit Efekan tarafından Sarmaş Dolaş adıyla Tanju Korel ve Müjde Ar’ ın başrollerinde ayrıca sinemada gösterilir.
Burhan Arpad ise senaryo ile başladığı işi Anlımdaki Bıçak Yarası adlı romanı 1968’de Vesikâlı Yarim ile aynı yıl yayınlayarak tamamlar, bu roman 1987’de aynı isim ile Şahin Gök tarafından Hakan Ural ve Serpil Çakmaklı’ nın başrolünde beyaz perdeye taşınır.
Tahattur
Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigarın;
"İki elin kanda olsa gel" diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikâlı yarim?

Orhan Veli, Küllük Dergisi, 1.ve Son Sayı,
Eylül 1940.

Halil ile Sabiha

Bostandan dönmüştü, lahanaları sıyırdı, portakalı fileye koydu,
Elmalarını parlattı mahramasında,
Kanlı canlı neon ışıkları yoktu Kocamustafapaşa sokaklarında
Doğma büyüme İstanbul’ luydu dükkanı ve evi arasında

Yer mi yarılmıştı yoksa efsunlu bir hülya mıydı adamın gönlüne dolan
Aydınlatırken karanlığı sigara ve çakmak alazı
                “Bir sigara içebilir miyim? Yakar mısın? …”
Kara gözlerinde kalbi kırık şarkılar ırlar bir kadın
Gamzeli gülüşlerinde bahardan çiçekler açmış mıydı sazlı gecelerde
Müzik susar an susar adam susar masada bir tanrıça
Buğulu gözlerinde merhamet söker atar yüreği öteye

Sabahı gecedir kol kola kapılarda odalarda
ve nice ökçeler yutar Arnavut kaldırımları
İşi olmadığı zamanlarda eğlenmektir derdi unutmaktır izbe dertleri
Kapatırken ardından, impala dolmuşa serdi manavın en ıtırlı yemişlerini
Köprü açılmamıştı oysa adam bitirim delikanlınca selam verdi
                “İsmim Halil’dir.”
                “Benim adım da Sabiha, sabah şerifleriniz hayrolsun.”
“Sabiha asıl adın mı? “
                “Yok yalancı! Takma isim olsa Sabiha mı olur?”
Gitmedi adam, bırakmadı kadın.
Köprü kapanana kadar kapadılar perdeleri.

Seviştiler, sevdiler, yandılar.
Lokanta masasında tabaka Sabiha’dan yadigâr
Rakı ile vapur düdüğü ve Halil ile Sabiha
Karaduman ile örtüldü derin mavisi
Masada adam masada nemli gözler

Yaşlı babası geldi gözüne salça kutusunu parlatırken gömleğinde
Oğlunu bildi kızını bildi anasını bildi karısını düştü adam
Pırpırdı yüreği yeni yuva kurmuşça,
Gelecek düşlerini dizerken mutfak rafına
Gerçekti adı, bu sevdanın tek dürüst yanıydı

Ayrılık yoktu bu sevdada tıpkı kavuşmak da
“Çok eskiden rastlaşacaktık!” dedi kadın

Ayrılık mektubu vardı bir sabah sofrada,
Okudu da okudu adam,
Defalarca buruşturup savurduğu yerden alıp

Sevgi de yetmiyormuş çok eskilden rastalaşacaktık dedi Sabiha

Kara gözlerinde kalbi kırık şarkılar:
                “Benden sana ne kaldı bir hatıradan başka
Bir daha geri dönmem yalan kattığın aşkı”

Kulaklarda dillerde düşmeyen melodram Halil ile Sabiha.

Can Polat Teker
16/09/2020


UMUDUN KOKUSU

Kelimelerin söyleyeceklerini önemsemeseydim
Hisseder miydim böyle
Neden korkuyorum bu aşk değilse
Dualarım adınla başlayıp adınla biter miydi
Önemsemeseydim
Kıskançlığın kışkırtıcı öfkesi ile dolu silahım
8 küçük mermi
Aklım bulanık, kalbim sabit
Vazgeçer miydim, önemsemeseydim seni
Üzerime fışkıran buz gibi su
Beyaz tozla kaplanan bedenim
Acıyan gözlerimle, çırılçıplak
Bu hücreye itildiğimde
Yüzüme çarpan demir kapı
Soğuk
Savunmasız
İlk gün çaresizliği
Yaratıcının adının anılmadığı, ayaklarmda
prangalarla onlarca suçlu arasındayım şimdi
Eskilerin eğlencesi
İki paket tütün
Mahkum günlerde, acımazsızlığın karanlığında
Ansızın kulaklarıma fısıldayan fırsat ışığı
Güneşli bir teras ferahlığında
Özgürlüğün tadını yudumlayarak
Tekrar insan olmak
Tek bir gün olsa dahi
Hissetmekti dünyayı
Herkes tek bir iyilik için sevebilirdi birini
Bir şarkı bazen kulaklarında kalan

Kimsenin dokunamadığı o yerde
Tehlikeli bir umut doğurur
Hapishanenin loş, rutin günleri reddeder gerçeği
Herkes suçlu ve herkes masum
Hayatın yavaşladığı bu yerde
Hissettiğini biriktirirsin her gün
Hiç cevaplanmayacak mektuplar gönderir
Kitaplardan bir dünya kurarsın kendine
Nehir yatağında sürüklenen yapraklar
gibi dolanır tesadüf, akar bulur yolunu
Güven ve iyilik arasında yeşerir umut
Her sabah ve her gecenin karanlığında
Pasifik Okyanusunu’nun hafızasında yaşamak
Yeniden ışıkla dolmak, günle buluşmak
Bir kalıp sabun ve bir çekiç
İhanet, esaret, pişmanlık, masumiyet
İhtişamlı tokatını yüzüne çarpar hayat
Herkes suçlu ve herkes masum

Umut her şeyden iyidir
Ve iyi şeyler asla ölmezdi...

Eser Ceran Erdi

FİLM: The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli)
Yönetmen: Frank Darabont