Reklam

Durgun

Durgun
23 Mart 2022 - 12:32
Selçuk Özbek 
Annemin bağırışlarıyla uyandım. Kalkıp bir böceği öldürmem için beni çağırıyordu. Çarşafı yüzüme çektim. Çarşafa dokunan güneş vücudumu yakarken hiç rahat değildim ama uyuyor gibi yapmayı sürdürdüm. Böylece bir süre sonra annemin beni rahat bırakacağını düşünüyordum. Odamın kapısından, “Kalk, şunu yok et” diye seslendi. Neden bahsettiğini anlamamış gibi yüzümü açtım. Konuşmayı sürdürüyordu. Beni bu halimle bırakmayacağını anladım ve yataktan çıktım. 
Banyoya girdiğimde yaratık fayansta geziyordu. Klozete oturdum, bir sigara yaktım. Üzerine basmayı düşündüm. Neden bilmiyorum, bu yaratık gelip terliğimin etrafında gezinmeye başladı. Terliği öyle bir vurdum ki, yer, kırbaçlanan bir at gibi inledi. Korkmuş olmalıydı, hızlıca sağa sola koşturup lavabonun orada bir yerde gözden kayboldu. Bir süre sonra babam banyoya geldiğinde onun yaşamının son bulacağını biliyordum ama bunu ben yapamazdım. Şimdilik bir hayat bağışladığım için huzurluydum. Sigaramdan son nefesi alıp çıktım. Annem eliyle dumanı savuşturup bana bakarken “Görmedim” dedim, “kaçmıştır belki.”
***
Babam, iradeli bir insandı. Ancak bildiğimiz anlamda kullanmazdı bunu. Sadece yapmak istemediği şeyler konusunda çok netti. Televizyonda ne izlemek istediğini bilmezdi ama ne izlemek istemediğinden çok emindi, bu nedenle de kanalları sürekli değiştirirdi. 70’i aşmış yaşına rağmen kavga dahi edebilirdi. Bir gece onun küfürleri ve çıkardığı tokat sesleriyle uyandım. Gözlerimi açtığımda sinekleri bir şövalye gibi kovaladığını gördüm. Bir süre sineklerin peşinden koşup onlara yetişemediğinde “Şimdi raid’i alıp hepinizin ebesini sikeceğim!” diye bağırması hâlâ kulaklarımda. Sinek kuşatmasına karşı verilen bu şanlı mücadele beni şaşırtmamıştı. Çünkü o iradeliydi ve sineklerle uyumak istemediğini biliyordu. Bir tüp ilacı odaya boca etmeye çalıştığında ben hâlâ yatağımdaydım. Yapmak üzere olduğu şey nedeniyle zehirlenebileceğimi söylemek istedim ama benim sineklerle birlik olduğuma inanıp ona cephe aldığımı düşünebilirdi. Böylece soğuk bir sonbahar gecesi cam açık şekilde yatmak zorunda kaldım.
***
Annemin böceğiyle daha doğrusu annemle cebelleştikten sonra yeniden yatağıma döndüm. Çayımı yanı başımdaki sehpaya bıraktım. Ilıyana kadar beklerken bir şeyler okumak istedim. Yeraltından Notlar’a bakıyordum. Niçin bir kahramanın ismi olmaz diye düşündüm, kimse isimsiz olmak istemez ki. Benim adım çok garip, belki ben isterim dedim, ama yok, o zaman bana “şşt”, “pşşt”, “şey” diye hitap edilebilirdi, öyle değil mi? Cemalettin Rıfkı… İsme bak. Çocukken nasıldım acaba? Bir çocuğa Cemalettin yahut Rıfkı diye seslenmek gaddarca değil mi? Sırf dedelerinin adı diye bu iki isim konmuş bir çocuğa, iki isimle aynı anda seslenmek? Demek, alay dolu bir hayat bir jestle başlayabilirmiş. Keşke “şşt”, “pşşt” ve “şey” olsaydım diye düşünürken kitap ilerliyordu. İsimsiz kahraman, kendisini bir eşyaymışçasına kenara çeken kişiden yolda ona çarparak intikam almak istiyor, günlerce bu plan üzerine düşünüyordu. Ne kadar şairane dedim, acaba ben de intikam düşlerken böyle basit ama beni tatmin etmeye yetecek bir yöntem mi seçsem?
***
Tam 365 gündür bugünü bekliyordum. O günden beri, duvarları en son beş yıl önce maviye boyanmış şimdiyse yosuna dönmüş bu odadaydım. Kimse kendisine yardım gerekmediğinde benimle ilgilenmediği için eşyalar üst üste yığılmış, bardak ve tabak birikmişti masamda. Kitaplar ise asla tamamlanmamış şekilde duruyordu. Sayfalarında takıntılı biçimde altını çizdiğim cümleler hiçbir zaman bir rakı sofrasında paylaşılmamak üzere toprağa gömülüyordu.
***
Bundan 365 gün önce, aylarca herkese nasıl âşık olduğumu anlattığım Toprak’ın en yakın arkadaşımla sarmaş dolaş olduğunu gördüğümde ikisinin de üzerine kızgın bir kedi fırlatmak istedim. Bu öfkeyi ne zaman aşağı itsem, dibe batan bir insanın tüm nefesini tutup çırpınarak yükselmesi gibi yükseliyordu içimden. İçimdeki arzu 365 günde büyümüştü, ve beklenen gün bugündü. Çünkü ben “şşt”, “pşşt” veya “şey” değildim. Ben Cemalettin Rıfkı’ydım, ve intikamımı alacaktım.
***
Özel günlerde daima takım benzeri şeyler giymeyi seviyorum. Bu, beni görünür kılıyor, önemli hissettiriyor çünkü. O gün de gri bir pantolon ve lacivert bir ceket giydiğimde ismime yakışan bir şey yapmış, beyefendi gibi görünmüştüm. Çünkü babam derdi, “Beyefendiler siyah takım giymez. Lacivert tercih eder.” Bir kahveciye gittim, ismimi sordular söyledim. Biraz sonra barın öbür tarafından kahvemi aldığımda bardakta “Celalettin Refik” yazdığını gördüm. “Allah kahretmesin, gerizekalı çocuk!” Bir an latte gibi köpürmek, kavga etmek istedim, ortalığı yıkmak istedim, hiçbir şey yapamadım. “Refik…” En yakın arkadaşım. Kavga etmeyi de bilir küfür etmeyi de, itiraz etmeyi de bilir hakkını aramayı da… Kahvenin kalitelisini de kokusundan anlar, bu ne, bok gibi bir kahveye 15 lira verdik. Sineklerle bile savaşan bir kahraman o. Benim gibi değildir yani, tuttuğunu koparır. Sevdiğimi de kopardı alçak! Bir an bir rahatlama geldi. Bir an Refik gibi hissettim kendimi. Bir an tuttuğumu koparacakmış gibi hissettim, sevdiğimi de…
***
Mekâna eli boş gitmek olmaz diye düşündüm. 365 gündür ilk kez çıkıyordum evden, bu yüzden biraz da olsa param vardı. Biraz dolandıktan sonra bir hediye aldım Refik’e. Güneşte tavlanmış, ayın yüreğinde parlatılmıştı sanki. Karıncayı ikiye bölsen haberi olmazdı, öyle keskindi. Bütün paramı buna vermiştim, bir de bir demet çiçeğe. Çünkü artık eve dönmeyecektim.
***
İçeri girdiğimde herkes eğleniyordu. Beni görünce gülerek geldi ikisi de yanıma. Önce Toprak’ı sonra Refik’i kendime çektim, bıçağı çıkardım, gülen gözlerine baktım. Sönecekti, tıpkı benim içim gibi sönecekti. Karanlık bir ormana dönecekti onlar da, karanlık ve yosun tutmuş bir ormana. Sarıldım ikisine birden, bir an duraksadım, bir an onlar da duraksadı, bir an herkes taş kesildi… “Alın” dedim, “bu benden size hediye.”
***
Daha fazla orada durmadım. Eve döndüm. Bir şişe açtım. İçtim, içtim ve içtim. Bir mektup yazdım. “Ben,” dedim “kimseyi toprağa koyamam.
Ve devam ettim;
Ama intikam nedir bilirim. Şimdi Refik sen, ve Toprak sen… İkiniz de benim nasıl bir derde düştüğümü biliyordunuz. Ama bana ihanet ettiniz. Artık yaşayamayacağımı bildiğiniz halde bana ihanet ettiniz. Ben aşkımı yitirdiğime değil, artık en iyi arkadaşsız kaldığıma yanarım. Ben nasıl ki bu kara ormanda yosun tutmuş bir kayaya döndüysem siz de döneceksiniz. Şimdi ben, kendime kıyıyorum. Siz hep bunu düşünün, ve yaşamın her anında üzüntü duyun bundan böyle!
***
Annemin bağırışlarıyla uyandım. Kalkıp bir böceği öldürmem için beni çağırıyordu. Çarşafı yüzüme kadar çektim.
Babam 366 gün önce toprağa karışmıştı. Masamda bardaklarım, tabaklarım ve kitaplarım birikmişti. Sehpadaki bir demet çiçek güneşte parlıyordu.