Reklam

ÖYKÜ/Rus ruleti

ÖYKÜ/Rus ruleti
27 Aralık 2020 - 15:31
Dilek Özgün Vardarlı

Başkentte geçen üç senenin ardından üniversiteden ayrılıp ailemin yanına; doğup büyüdüğüm şehre dönmüştüm. Arkadaşlarımın çoğu şehir dışındaydı. Tekrar dershaneye başladığımda sınıftaki öğrencilerin çoğu liseden yeni mezun olmuştu. Kalanı da üniversite kapısından giremeyen kalabalıktan ibaretti. Sınıfın yaş ortalamasını Özer ile ben yükseltmiştik. Tek boş sıraya; pencere tarafında, arka sırada oturan Özer'in yanına gittim. Mütemadiyen camdan dışarıyı izliyor, sıra altında soru bankası kitabının arasındaki kağıtlarını karıştırıyor, onu izlediğimi fark ettiğinde de kitabı kapatıyordu. Bir ara öğretmen test kağıtları dağıttı. Ben daha sayfanın yarısına gelmeden testi bitirip, bir kağıt parçasına bir şeyler çizmeye başladı. Eli, o kağıt parçası üzerinde hareket ettikçe sanki temiz bir sayfa açtığım eğitim hayatımın gözenekleri tıkanıyordu. Bu durum ilk günden moralimi bozdu. Ertesi gün erkenden gelip başka bir sıraya oturmaya karar verdim. Teneffüslerde peşlerine takıldığım karşı sınıftan birkaç kız öğrenci ile sigara içmeye binanın dışına çıkıyorduk. O, binanın köşesinde tek başına sigarasını tüttürüyor olurdu. Üçüncü dersten sonra dışarıda sigaralarımızı efkarla içimize çekerken konu Özer'e geldi. Tek başınalığının verdiği havalı bakışları, bebeksi yüzüne düşen güneşten açılmış saçları derken, onunla aynı liseden mezun bir kızdan; Özer'in geçen sene Ankara'da bir okulun Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro bölümünü kazandığını öğrendim. Mesleğini oğlunun sürdürmesinde ısrar eden avukat babası, çareyi evlatlıktan reddetmekte bulmuş. Annesi, sevdiği bu iki adamın arasında kalarak fenalaşınca geri adım atan Özer olmuş.
Öğlen, ara sokaktaki büfeden bir koşu sigara almaya gittim. Büfenin önünde bir masaya kapanmış, ucu bir ipe bağlı kalemle yine bir şeyler çiziyordu. Saatlerdir aynı sırayı paylaşmanın verdiği aşinalıkla "Afiyet olsun" dedim. Yanındaki sandalyeden montunu kaldırıp "Gelsene" dedi. Büfeye doğru seslendi; "Taner abi, bize iki çay!" Kül tablasının çukurunda eceli gelen sigarasını söndürüp, oturdum.
     Ben çayımı yudumlarken cebinden çıkardığı kağıtlarda bir şeyler arıyordu. Önündeki at yarışı bültenine şöyle bir baktım.
-Demek, at yarışı da oynuyorsun?
   Kaşları, şüpheyle bakan gözlerinin üstünde bir çift kuş kanadı gibi gerildi.
-Başka ne yapıyormuşum ki?
-Tiyatro falan demişlerdi.
   Gök yüzündeki kuşlar, usulca süzülüp kaybolurken sigarasından içli içli bir nefes çekti.
-Can sıkıntısı işte, harçlığımı çıkarmak için,dedi.
-*Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız. Çok uzun günler,boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız.
   Sigarayı tutan eliyle yüzüne düşen saçlarını geriye attı sonra da soğuyan çayından bir yudum daha aldı.
 -Birinci ayağa "Vanya Dayı'yı yazmalısın.
 -Sağlam tüyo mu aldın?
-Hayır, içime doğdu.
-Ya kızım, bu işler senin bildiğin gibi değil. Yarışın kazanılması ata bağlıdır.
-Hem ben, Çehov'u da severim.
-O, olmaz. Kısa koşucudur. Bin iki yüz, bin dört yüz metrede çimde iyidir ama bin sekiz yüz metrede riskli. Uzun mesafede Leydi Duneçka, banko.
-Raskolnikov'un ablası mı?
-Sen de amma Rus sevdalısı çıktın.
-Gelmez o, parana yazık.
-Fırtına gibi at işte, sen ne anlarsın.      
    Saate baktım, ders vakti yaklaşıyordu. Masaya çaylar için bozuklukları bırakıp ,görüşürüz diyerek kalktım. "Bu da kahin kesildi başımıza" diye mırıldandı.
Döndüm. "Söylemedi deme bak, ilk ayakta kafadan yatarsın."
   Öğleden sonra derslere girmedi. Ertesi sabah sınıfta tek başına oturuyordu. Selamımı almasa da yanına oturdum. Yüzü beş karıştı. Leydi Duneçka, fırtına gibi gelmiş, diğer beş ayağı da tutturmuştu. "Bu yüzünün hali ne o zaman?" dedim. Benden sonra Leydi Duneçka yerine Vanya Dayı'yı yazdığı kuponu yatırdığını söyledi.

*Anton Çehov, Vanya Dayı