Mezarlık
Emre Erol Kendini her şeyin ortasında bulmak nasıl insana zor geliyorsa, düşüncelerin ve her yönden beni kuşatan hayallerin daha geniş ve gerçek bir dünyaya taşınmasında aracı olmak o kadar kolaydı

Emre Erol
Kendini her şeyin ortasında bulmak nasıl insana zor geliyorsa, düşüncelerin ve her yönden beni kuşatan hayallerin daha geniş ve gerçek bir dünyaya taşınmasında aracı olmak o kadar kolaydı. Ya da ben mi öyle zannediyordum, emin değilim. Emin olduğum tek şey bugün evden çıktığımda bir anda başlayan ve aynı hızda biten yağmur gibi bir görü ve anlama fırsatının elime geçmiş olması. Bunu kovalamaktan başka şansım var mıydı diye düşünmek için çok geç artık, çünkü çoktan bitmiş bir hikaye bu. Hani bazı günler vardır, dışarı baktığınızda ne hangi yılda olduğunuzu anlayabilirsiniz ne de nerede olduğunuzu. Şimdi düşünüyorum da, normal bir insan için böyle bir günü birkaç defa yaşamak yeterli olurdu sanırım bir yıl içinde. Bu hayali insanın bundan hoşlanacağını iddia etmiyorum tabii ki, ama kendi hayatıma baktığımda buna benzer günleri çok sık yaşadığımı ve bundan keyif aldığımı görüyorum. Dışarı ile ilgilenmeye fazla meraklı olmayan insanlara özgü bir şeydir belki de. Dışarıda gördüklerini ve sonsuz meraklarıyla incelediklerini bile iç dünyalarının süzgecinden geçirip yıllar içinde yarattıkları fraktal zihin kütüphanelerinin derinlerine yollayan herkes bu dediğimi çok iyi anlayacaktır. Her zamanki gibi iki seçenek var önümüzde: belirsizliği sevmemek ve kesinliği sevmemek. Doğrusu şu an sizin ve benim yapmakta olduğumuz eylemin nedeni ve sonucu da bu ikisiyle yakından ilgili. Birini alıp diğerinden kurtulmak zorunda değiliz yani, en azından şu an için. Şimdi tekrar gördüğüm ve bir zamanlar sanki başka bir hayattanmışçasına deneyimlediğim her şey, her ses, her koku, her mekan ne kadar yabancı bana. Zamanla iki zıtlık arasındaki duvarı aşan boyumuz bakış açımızı netleştirirken korkuyu ve acabaları da artırıyor. Öbür taraftaki çiçekler, ağaçlar, toprak ve mermer bulunduğumuz bu uzay aracının önemini hatırlatıyor, ama günler var ki hep duvarın üzerinde oturduğum, siyah ve beyaz ile dolduğum, aradığım şeyleri bulamayıp ortadan ikiye ayrıldığım. Evet, burası senin ve benim gibilerin yeri; şair, çalışan, seven, vazgeçen ya da savaşan olmadan önce düşünce insanı olanların. Boş bir arazi, yıllardır öyle, kaç kişi inşa etti kendini ve isteklerini burada, kaç kişi kayboldu bitmemiş hayallerin ıssız karanlığında. Şans, kader, irade, yol almak ve Tanrı’ya ulaşmak; hala aynı odadayız, hala aynı yatakta, aynı dilekler aynı sorular, sebepler ve sonuçlar; ne zaman ve neredenin tam ortasında duruyor ben, merkezden kurtulmak için yanıp tutuşuyor boş kağıtlar, ikisinin de ötesine geçmek istiyor arzu. Öyleyse bende ve sende inip devam etme kararı. Tek taraflı bir yolculuk. Kütüphanenin sonsuz sokaklarından biriyle ve önüne çıkan bir raftan başlamak okumaya. Küçülmeyecek bu koruma alanı üzerimize doğru, tersine, değişen rotaların yeni duraklar yaratmasına yardımcı olacak. Evet, görüyorum biraz pikselli olsa da bu illüzyonun kaynağını. Serbest ve doğaçlama caz yapar gibi keşfetmek, ama o kadar hızlı ve o kadar yavaş ki, ben tekrar yürüyemem bulduğum yolları. Peki ya sen? Biliyorum sen de çok farklı değilsin, belki küçük bir kavrayışın hatırlanması olacak tüm bu çaba. Zaten her önemli olan olgu kısadır burada, uzun olansa anlamanın kendisi, deneyerek bulmak gibi. İşte bize bir fırsat; bir işaret arıyorsam ve bir itici güç arıyorsan bu o. İçimizde dışarıyla var olan ışık ikimizin evreniyle toplanıp sevinç lazeriyle vursun bu araziye. Yine kısa süreli bir yağmur, ve bu sefer yerimizi ve zamanımızı biliyoruz: hiçbir yer ve hiçbir zaman. Belirsiz bir rota, kesin bir durak. Eğer her şeyin bittiğini düşünüyorsak yapabileceğimiz en iyi şey ne olmalı? Olması gerektiği gibi devam etme inancıyla sorumluluk alıp yeni kesinliklere varmak. Aracımız siyah da değil beyaz da ikisinden de bir parça. Daha geniş ve daha gerçek bir dünyaya zamanın bittiği yerden başla.