Reklam

Yazar Ayşe Özlem İnci ile ilk öykü kitabını konuştuk: Hikâye anlatma arzusu baskın hâle geldi

İlk öykü kitabı Yerin Dibinden Geliyorum ile okurların karşısına çıkan Ayşe Özlem İnci, “Yazmak benim için gerçekten bir tutku. Yazarak yaratmak hayatımda olduğu için kendimi şanslı sayıyor ve bu duruma şükran duyuyorum. Kitap yayımlanmasaydı da hep yazacaktım” diyor. 

Yazar Ayşe Özlem İnci ile ilk öykü kitabını konuştuk: Hikâye anlatma arzusu baskın hâle geldi
16 Haziran 2021 - 12:06
Sercan Meriç 

İlk öykü kitabınız Yerin Dibinden Geliyorum’daki öyküleri ne zaman yazmaya başladınız?

 2012’de ilk öyküm, kitapta da yer alan Sezar Hilkan ve Not Defteri’ni yazdım ama yayımlanması için o dönem bir yere göndermek istemedim. Yerin Dibinden Geliyorum 2019’da bir dosya haline geldi, diyebilirim. 

Öykü ile tanışmanız ne zaman gerçekleşti. İlk öykünüzü yazmaya nasıl başladınız? 
Daha çocuk yaşlarda bir okur olarak başladı. Okumayı erken yaşta öğrenince olmadık şeyleri okumak için iştahınız kabarabiliyor, hele çocuksanız. İlkokul ikinci sınıfta Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü’nü okuduğumu hatırlıyorum. Sanırım gözümde kalın bir kitap olarak durduğu ve yaprakları sevdiğim için sırf bu özelliklere kapılıp kendimle yarışmaya çalışmış olabilirim. Derken yaşla birlikte daha bilinçli düzeyde kitap okuma hevesinde oldum. Yetişkinlikte sadece okuduklarımla ilgili düşündüklerimi notlar halinde yazan biriydim. Sonra sonra küçük metinler haline dönüştüler. Zamanla hikâye anlatma arzusu baskın hale geldi. Tek başına bir atmosfer yaratmak, farklı farklı karakterle hikâyeler içerisinde yol almaya çalışmak, buna çabalamak hoşuma gitti ve böylece öyküler yazmaya başladım. 

Öykülerinizde müzik önemli bir yer tutuyor. Ravel’den Dvorak’a, Billie Holiday’den Edith Piaf’a birçok müzik insanına rastlıyoruz. Müziğin öykülerinizden önemini öğrenebilir miyiz? 
“Paralellikler ve Paradokslar” (Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı) Edward Said ve Daniel Barenboim; epey derin ve etkileyici sohbetlerinden oluşan bir kitaptır. Bir bölümde Edward Said, metnin yorumunda edebiyattan müziğe ilginç paralellikler kurulamayabilir, ama müzikten edebiyata aynı paralelliklerin kurulup kurulamayacağını merak ediyorum, der ve edebiyat eleştirmeni Richard Poiriet’in, ondan herkes faydalanacağına göre edebiyat daha demokratiktir, olağandışı kullanıma sokulanlar, bir bakıma birlikte yaşadığımız sözcüklerdir, sözüyle devam eder. Ben de buradan yola çıkarak edebi türler içerisinden özellikle şiirin müzikte yorum kazanabilme olanağının daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte hikâye ya da romanda cümlelerin oluşması, bir cümle içerisinde kelimelerin; bir bölüm içerisinde cümlelerin ve kitap içerisindeki anlatının birbirleri arasındaki ritminden ve melodisinden de bahsedilebilir. Dolayısıyla bazen doğrudan bazen dolaylı yoldan, metin izin verdiği sürece müzik ve edebiyat arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum. Bir metnin başına oturmadan şiir okumak, öncesinde müzik dinlemek bir ısınma egzersizi gibidir benim için. Yazarken de müzik dinlediğim oluyor. Sorunuzdaki Dvorak ve Ravel eserlerini o öyküleri yazdığım süre boyunca hep dinledim mesela. 

Sezer Hilkan’ın Not Defteri öykünüzde, “İnsan merak ettiğinin de peşinden gider. Kendisini tehdit edenden kaçar” cümlesi dikkat çekici. Bir edebiyatçı olarak siz neyin peşinden gidiyorsunuz? Ayrıca edebiyat dünyasına dair korkularınız, endişeleriniz nedir? 
Ben yazmanın, hikâyelerin peşinden gidiyorum. Karakteri ya da olayı anlatacak doğru sözcükleri tercih etmeye, uygun atmosferi yaratmaya çalışıyorum. Profesyonel anlamda spor yapmak gibi. Fizyolojik ve psikolojik olarak kendinize en uygun branşta öğrenmek, çalışmak istediğinizi başarmanızı sağlayacaktır. Belki uzun mesafeci değil de kısa mesafeci olarak daha başarılı olacaksınız. Buna karar vermek yetmez bir de elverişli zeminde, doğru ayakkabı ve kıyafet seçmek, doğru ritimle nefes alıp vermek, gerekli anlarda molalar vermek ve devam etmek gibi durumlar başarmanız için önemlidir. Ben de buna benzer seçicilikle ve özenle ve elbette tutkuyla hikâyeler anlatmanın peşinden gidiyorum diyebilirim. Korkularım yok ama endişelerim elbette dönem dönem olabiliyor. Bu endişeler hikâyeleri yazım sürecinde ortaya çıkabiliyor ama, artık tamam, diye yazdığım hikâyeden memnun kaldığım anda bu endişeler de ortadan kalkıyor. 

Zenjey öyküsünde yapay zekanın sanata dair etkisi ile ilgili sorgulamalar görüyoruz. Yapay zeka sizce ileride nasıl etkileyecek edebiyatı? 
Bu öyküyü yazarken birçok belgesel izledim, podcast dinledim ve makaleler okudum. Hatta telefondaki Siri isimli uygulamaya sorular sorup kendimce sohbet etmeye çalıştım. Yapay zeka tarafından yaratılan şiirler, besteler, resimlerden bahsediliyor. Tüm bunlarla birlikte yapay zeka ve duyguyu henüz gerçek bir yere oturtamadım. Görsel sanatlarda bunun başarıldığından belki daha fazla bahsedilebilir. Bir soyut resimde yapay zeka etkisini görmek belki ikna edici olabilir ama gerçek edebiyat eseri söz konusu olduğunda bu durumun beni ikna edemeyeceğini söyleyebilirim. Gerçek edebiyat eserleri tam anlamıyla bir yapay zeka tarafından sanırım icra edilemeyecek. Benim için de merak uyandıran ve heyecan verici bir konu bu...


Bu söyleşi Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin yaz sayısında yayımlanmıştır.