Reklam

'Öykülerimin temelinde hayata dair gözlemlerim var'

'Öykülerimin temelinde hayata dair gözlemlerim var'
06 Nisan 2021 - 13:49
Mustafa Kömüş
Nurhan Suerdem ilk kitabı Maruzatım Var’ı Aralık 2019’da yayımladı. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap 10 öyküden oluşuyor. Sabah Sesi öyküsüyle başlayan kitap Yetişkin Oyunları’yla son buluyor. Suerdem, kitabında okuru, kadınların iç dünyasında yolculuğa çıkarıyor. Ayrıca okuru yalnızlık duygusunun da içine çekiyor. Kitapta yaşlanmaktan korkanlar da var, ödülünü almak için yolculuk yapan gazeteci de. İlk kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü’nü de alan Suerdem ile hem kitabı hem ödülü hem de yazar adaylarına önerilerini konuştuk.

İlk kitabınız Maruzatım Var ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldınız. Hem ilk kitabınız hem de ödül almanız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maruzatım Var, yıllar süren profesyonel hayattan sonra, o güne kadar sahip olamadığım zamanı değerlendirmek, bir uğraşı edinmek için gösterdiğim çabanın sonucunda ortaya çıktı. Okuruna ulaştı ve üstelik bir ödüle layık görüldü. Benim için, kitabım için çok mutluluk verici onur duyduğum bir olay. Haldun Taner’in oyunlarıyla, Deve Kuşuna Mektuplar’ıyla, büyümüş, bizden insanların anlatıldığı samimi, sıcak, biraz da ironik öykülerini her zaman gülümsemeyle okumuş biri olarak çok saygı duyduğum ustanın ismiyle ismimin birlikte anılması daha da anlamlı benim için.

Kitaplarınızda kadınların iç dünyasına yolculuk yapıyoruz…
Evet, kitabımdaki özellikle beş öyküde kadınların dünyalarına, onların seslerinden yolculuk yapıyorum. Seslerinin bastırılışına, namus kavramının sadece kadınlar üzerinden sorgulanışına, emekli olduklarında bile oh diyemeyişlerine, onlara reva görülmeyen aşklara, yalnızlıklarına itirazım vardı. Bütün bunları toplumun en küçük birimi, yansıması, aile üzerinden dile getirdim.

Aziz Bey’de yaşlanma korkusunu, Tenes’in Baltası’nda ise anne özlemini görüyoruz. Buna biraz değinmek ister misiniz?
Aziz Bey’de yaşlanma, yalnız yaşlanmayla baş edememe korkusu var. Bu aslında yaşlı erkeklerin sorunu. Çünkü kadınlar yalnız kalsa da hayatlarını sürdürebiliyorlar, bir yere sığabiliyorlar. Aslında erkekler (günümüzdekiler biraz daha farklı ) gençliklerinde bile yalnız kalamıyorlar. Hep bir kadının varlığını istiyorlar, anne, sevgili eş, kim olursa. Daha güvende hissediyorlar kendilerini. Aziz Bey’in de duygusu bu zaten. Karısını özlüyor Aziz Bey, hastayken saçları dökülmüş karısını o halde görmekten imtina eden Aziz Bey. Tenes’in Baltası’nı yazarken Edip Cansever’in ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ şiirindeki ‘Bir çocukta bir kadın hayaleti mi/Bir kadında bir çocuk hayaleti mi/ Yalnızca bir hayalet mi yoksa’ dizelerinden yola çıktım. Burada annenin evden gidişine iki farklı bakış açısı getirmeye çalıştım. Sanatçı bir kadın, kıstırılmış bir ortamda yaşamış bir kadın, o ortamdan gitmek zorunda kalan bir kadın. Geride kalan iki oğlu var. Büyüğü anneyi anlayabilen, uğurlayabilen. Bir de küçük oğlu var. Annesiyle vedalaşması bile mümkün olamamış, bunun getirdiği yükle büyümüş ve acısını içinde hep taşımış. Ayrıca, babasıyla annesi arasındaki ilişkiden ve annesinin babasını sevmeyişinden, kendisinin de babasına benzemesinden kaynaklanan bir duygu var içerisinde. O duyguyu atamamış. Zannediyor ki anne sadece babayı değil esas kendisini terk etti. Anne aslında kimseyi terk etmedi, sadece yolunu seçti.

Öykülerinizde genellikle anlatıcı olarak birinci tekil şahıs tercih ediyorsunuz ama tanrısal anlatıcı olan öykünüz de var. Burada tercihinizi ne belirliyor?
Öyküyü yazarken öykünün konusu hemen sizi şekillendiriyor zaten. Mesela ‘Koş Sevil Koş’ öyküsünü tanrı anlatıcıyla anlatsaydım o hissi veremezdim. O nedenle bir özel olarak bir seçim yapmıyorum. Yazacağım öyküde kalem yolunu buluyor.

Karakterlerinizde gerçek hayattan gözlemleriniz var mı? Bana en çok sorulanlardan biri ‘bunların içinde otobiyografik olan var mı?’
Aslında öykülerimdeki karakterler gözlemlerime dayanıyor. İyi bir gözlemci olduğuma inanıyorum. Yolda giderken, ATM kuyruğunda metroda, takside, markette, toplantıda fark ettirmeden insanları incelerim. Yan masayı dinlemem (onlar duyurmak istiyorlarsa o başka tabii, öyle konuşanlar var çünkü) gözlemlerim davranışlarını, mimiklerini. Yaşım nedeniyle görmüş geçirmiş olduğum tecrübelerin yanı sıra bu gözlemler dilin de imkânlarıyla karakterleri şekillendiriyor.

Öykülerinizi yazmaya nasıl karar veriyorsunuz?
Bir olay, duyduğum bir kelime, bir his, her neyse beni bunu yazmalısın diye dürtüyor. Bunlar daha çok öfke duyduğum, kızdığım, mutsuzluk hissinin yoğun olduğu duygular oluyor. Yani dert edindiğim konuları yazıyorum. Onlar zaten kafamın içine bir girdikten sonra dönüp dolaşıyor ve bir yerden çıkmak için zorluyor, kalem yolunu buluyor. Sonuçta da onları dinliyor bilgisayarın başına geçiyorum.

Yazar adaylarına ne önerirsiniz?
Yazar olmanın yolu iyi okumaktan geçiyor. Gerçekten iyi kitap okumak ve iyi okumak. Okurken yazarın nasıl yazdığına da dikkat ederek okumak. Zaman geçişlerini nasıl kullanmış, hangi anlatıcıyı kullanmış, kurguyu nasıl işlemiş. Bunun dışında şiir, kurgu dışı kitap, eleştirileri kitapları da okumalarını tavsiye edebilirim. Güzel eleştiri kitaplarımız var. Onlar ufuk açıyor, yol gösteriyor. Diğer sanat dallarıyla da ilgilenilmesi çok önemli. Resim, fotoğraf... Hayatta olup bitenin farkında olmak da lazım. Sadece kendi içinden çıkanlar yeterli değil hayatı da gözlemeleri gerektiğine inanıyorum. Çünkü insan bir zaman sonra kendi içindekilerle tıkanabilir. Bir noktaya kadar kendi içinizdekileri çıkartırsınız. Ama devam edebilmeniz için hayatı da dikkate almanız gerekir.