Reklam

Eşi Ayşe Semiha Baban, Yaşar Kemal'in yazma serüvenini anlatıyor

Eşi Ayşe Semiha Baban, Yaşar Kemal'in yazma serüvenini anlatıyor
19 Kasım 2020 - 13:12
Usta yazar Yaşar Kemal, yazıyla ilgilenen herkes için çok önemli bir kılavuzdur aynı zamanda. Yaşar Kemal, yazar adaylarına önemli bilgiler vermiş, kurmaca edebiyatın gizemini paylaşmıştır. Çok çalışkan bir yazar olan Yaşar Kemal, okumanın önemini de sıkça paylaşmıştır. Yaşar Kemal Vakfı Kurucusu ve Yaşar Kemal’in Eşi Ayşe Semiha Baban ile usta yazarın bugüne kadar söylediklerinden derlediğimiz bir söyleşi gerçekleştirdik. Umarız yol gösterici olur.

Yaşar Kemal'in çalışma temposu nasıldı? Yazmaya ayırdığı vakit kadar okumaya da ayırır mıydı?
Yaşar Kemal okumaya verdiği önemi şöyle açıklar: “Hikâye yaz, roman yaz, diyen arkadaşlarıma daha düşüncelerim oluşmadı. Daha hikâye, roman yazacak kadar bu sanatı anlamadım, diyordum. Yazmaya karar verdiğimde de ne yapacağımı aşağı yukarı biliyordum. Büyük bir doymazlıkla, ustalar ne yapmışlar, diye okumaya çalışıyordum. Okumaya, anlamaya. Benim ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır. Ama benim kaynaklarımdan birisi de Stendhal, Dostoyevski, Gogol, Dickens’tır. Bir yeni romancı, benim yaşımda olan bir kişi, Faulkner’ı, Kafka’yı, klasikleri, batı, hem de doğu ustalarını özümsemeden nasıl roman yazabilir, işte bunu hiçbir zaman anlayamadım. Biz Türkiye yazarları çok talihliyiz aslında. Bir yanda Homeros, Nâzım Hikmet, Aşık Veysel, Orhan Veli, Yakup Kadri, Sabahattin Ali, Sait Faik, bir yanda da Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Gogol, Faulkner elimizin altında...”
Her yerde yazabilir miydi, özel bir yazma yeri var mıydı? Masası, evde özel bir yeri vs...
Romanlarını ilkin İstanbul yakınındaki bir deniz kasabası olan Şile’de yazdı. O konuyu şöyle açıklar Yaşar Kemal: “Şile’de Kaldığım otelin önünde kilometrelerce uzanan bir kumsal vardır. Ben o kumsalda, her sabah erken kalkar yürümeye başlardım. Dönünce de masaya otururdum. Orada hep kışın çalışırdım. Yağmurda, karda, fırtınada da yürürdüm. Öğle yemeğinden sonra da, o günkü bölümü bitirememişsem, gene yürümeye çıkar, döner, akşam yemeğine kadar yazardım. Sonra, Abant’ı buldum. Orada da, 1800 metre bir dağın az aşağısında, ormanın içinde bir göl vardır. Gölün kıyısında da güzel bir otel... Gölün çevresi yedi kilometredir. Ben her sabah yedide kalkar, gölün çevresindeki yedi kilometreyi bir saatte yürür, gelir kahvaltımı yapar, yazmaya başlardım. Yazma işi saat 13’e, 14’e kadar sürerdi. Abant Gölü kıyısında dokuz tane roman yazdığımı sanıyorum. Bir de İstanbul yakınlarında Yalova adındaki kasabada orman içinde bir otel vardır. Orada da çalışırdım. Burada çok az çalıştım, çünkü oranın yolu yürümek, düşünmek için pek uygun değil. Bir yanı orman içi, yol yok. Öbür yoldan da çok otomobil geçiyor. O da benim düşüncelerimi dağıtıyor. Bir de beni bir otomobil ezecek, diye her zaman içimde bir korkum var. Evde yazmaya karar verdim. Evin yanındaki koruda da kışın bile yürünebilecek, üç kilometrelik bir yol var.”

Yazmadan önce romanını ezbere bildiğini, sözlü olarak anlattığını söylerler. Bu doğru mudur?
Şu şekilde bir yol izlediğini açıklamıştır: “Ben bir hikâyeyi, romanı yıllar öncesinden kurmaya başlıyor, yıllar sonra da bu kurduğum hikayelerden bir tanesi olgunlaşıyordu. Niçin, nasıl olgunlaşıyordu da ben yazmaya girişiyordum? Yazmaya başlayınca da bölüm bölüm düşünüyor, kağıda geçiriyordum. Doğrusu hep romanlarımı ayakta yazdım. Romanlarımı uzun uzun düşünüyor, ama gençliğimde olduğu gibi, ilk yıllardaki gibi yeniden yazmıyordum.”

Yazmaya hevesli kişilere neleri tavsiye ederdi? Genç yazarları okur muydu? Onları teşvik eder miydi?
Türkiye’deki genç yazar arkadaşlara da sonsuz sevgi duyuyorum der Yaşar Kemal ve şunları belirtir: “Gece gündüz çalışıyor bir eser yaratabilmek için. Ne para kazanıyor, ne bir olanak tanınıyor kendisine. Büyük özveridir bu bence. Bizim kuşağımız hapishanelerden geçti. Nâzım Hikmet’ten başlayarak Sabahattin Alilere, Orhan Kemallere... Sait Faik’in sağlığında kazandığı bütün para, 3 bin lira... İnsanlar yazılarından dolayı suçlanıyor, kitap toplanıyor... Demokrasi önce bir ulusun onurudur. Demokrasiye geçmek, demok-rasiyi uygulamak en büyük onurlarından biridir. Ülkemizin demokrasiye geçmesi için biz bütün yazarların, bütün aydınların çok çalışması gerek.”