Reklam

Çocuklar için yazacağım aklımın ucundan geçmiyordu

Çocuklar için yazacağım aklımın ucundan geçmiyordu
27 Nisan 2022 - 12:07

Mehmet Özçataloğlu

Çocuk edebiyatının ülkemizdeki önemli isimlerinden Aytül Akal dergimizin bahar sayısına konuk oldu. Akal’la çocuk edebiyatını, bu alana nasıl dahil olduğunu konuştuk. Akal
“Herkesin yazma süreci farklı, benimki esin arayışıyla değil de, esinin beni bulup dürtmesiyle oluyor ancak. Yani birden bire… Aklıma bir fikir düşüverir. ‘Bir bilgisayar
bulmalıyım!’ derim. Not tutma alışkanlığım yoktur. Heyecanlı bir ipucu vermişse esin, onu zaten unutmam; unutursam da, ‘O kadar da heyecan verici değilmiş demek’ diye düşünürüm. Sözcükler aracılığıyla okurlarımla aynı duyguları paylaşacağımı bildiğimden,
beni heyecanlandırmayan, meraklandırmayan, aklımda kalıcılığı olmayan düşünceler için vakit harcamam” diyor.

  • Aytül Akal’dan, Aytül Akal’ı anlatmasını istesek, nasıl anlatır, nasıl tanıtır?


İnsanın kendini tanıtması kolay da, anlattıkları başkalarının ona bakışıyla örtüşüyor mu, asıl önemli olan bu. Bakalım bende durum nasıl… Ben kendimi ipiyle kuyuya inilebilecek güvenilir biri olarak bilirim; dediğimi yaparım, yapmak istemiyorsam oyalamam, önceden söylerim. Dürüstüm. Kimsenin hakkını yemem; hak yemek yerine kendi hakkımdan yedirmeyi yeğlerim, o denli yani… İnsanlara, doğaya, yaşama karşı nazik ve saygılıyım. Kalp kırmam, aksine herkese kendini iyihissettirmeye çalışma huyum vardır. Özdeşim gücümün yanısıra, olayları herkesi çin faklı pencerelerden group değerlendirebilme ve çözüm bulma becerimi de eklemeliyim. Her daim her konuda parlak fikirler ve şaşırtıcı çözümlerle doluyumdur. Öte yanda içimde fıkırfıkır kaynayan bir yaşam enerjisi vardır ki, yorulmak bilmeden çalışırım. Ancak madalyonun diğer tarafından da bakacak olursam, güçlü özdeşim ve sorun çözme becerimi epeydir sevmiyorum; ruhumu fazlasıyla yoruyor, başkaları açısından da ısırgan olabiliyor. Doğrusu ya, genel olarak kendime baktığımda, yaşadığımız dönemin beklentisine yakışan bir insane olmadığımı fark ediyorum. İyiki bu nadide karakterimle hayatın başında değilim diyorum, kendimi kabullenmek zor olurdu.

  • Çocuk edebiyatı nasıl çıktı ortaya? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu?


Yazma sevdasına daha ilkokuldayken tutulmuştum. Yazar olacaktım, bu kesindi. Ama çocuklar için yazacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Hani biri bana söylemiş olsa, kahkahayla gülebilirdim, nerden çıktı bu öneri diyerek. Zaten okulu bitirdikten sonar hemen
Hayat Mecmuası’nda hayata dair püf noktalarına değindiğim Aklınızda Bulunsun başlıklı bir köşe edinmiş, ayrıca çeviriler yapmaya, moda ve yıldız falı yazmaya başlamıştım. Çocuk edebiyatına uzak, çok uzaktım. Daha sonar Elele Dergisi’ne geçtim ve iki-üç yıl boyunca her ay, ana yayına ek olarak verilen 16 sayfalık bir dergi hazırladım. Çocuklar için
yazacağım aklımın ucundan geçmiyordu Derken çocuklarım oldu… O zaman iyi bir anne olmak, onları topluma ve kendilerine yararlı, mutlu bireyler olarak yetiştirmek hedeflerimin ilk sırasına yerleşti. Lisede “AileYaşamı” diye bir dersimiz vardı, orada karşılaştığım “çocuklarla nitelikli beraberlik” kavramını benimsemiş, iş dönüşü çocuklarımla geçireceğim belirli bir “nitelikli zaman” ayırmayı görev edinmiştim. O süreçte onlar ne isterse onu yapıyorduk; oynamak, zıplamak, resim yapmak, dans etmek, şarkı söylemek, kitap okumak… Küçük oğlum Alper o sıralar iki buçuk yaşındaydı. İşten geldiğim bir gün “Ne yapalım?” diye sorduğumda atılıp “Ben masal istiyorum!” dedi. Ama okumak için gösterdiğim kitapların hiçbirini beğenmedi, “İstemeeem!” deyip durdu. Başka bir şey yapmayı da Kabul etmiyordu; ille de masal… Nitelikli zamanımızın süresi geçiyordu, evde yapacak bir sürü işim, sorumluluğum vardı. Sonunda kızıp “Masal masal diyorsun ama
seçemedin bir türlü. Ne masalı?” diye bağırdım. O zaman, “Ben kertenkele masalı istiyorum,” dedi. “Yok öyle bir masal,” deyince ağlamaya başladı. Ben de çaresiz hemen oracıkta Küçük Kertenkele diye bir masal uydurdum. “Bak gördün mü, varmış işte kertenkele masalı,” dedi bana. O günden sonra o küçük çocuğu hiç üzmedim, hangi karakterle ne masalı istiyorsa, onu anlattım. Aynı masalı tekrar tekrar istediğinde ayrıntıları
unutmayayım diye daktiloda yazıya döktüm. (Daktilo evet, çünkü yıl 1989… Bilgisayarlar yalnızca hayatımızda değil henüz hayalimizde bile yok!) Sayfaları alfabetik sıraya dizmiştim, hangisini isterse onu çıkarıp okuyordum. Kucağımdaki onlarca masalın her birinin çocuk kitabı olabileceğini uzun zaman sonra fark ettim. Kısacası, çocuk kitabı yazmak kesinlikle benim planım değildi. Küçük bir çocuğu kırmamak adına kendimi rastlantıyla bulduğum ve bir daha asla çıkmak istemediğim çok renkli bir dünyaydı.

  • Birçok farklı kimliğiniz var yaşamda. Fakat ben yazar Aytül Akal’ı sormak istiyorum. Yazar Aytül Akal’ın bir günü nasıl geçer?


Sıradan bir günüm:
-Sabah erkenden işe gelip çalışmak.
-Eve dönüp çalışmak.
-Tatilde, çalışmak.
-Yollarda öyküler düşünmek, hayal kurmak.
- Çalışmak, hep çalışmak…
İşkolik miyim neyim bilmiyorum ama sanırım bir şeyler üretmek ruhuma iyi geliyor, bana kendimi iyi hissettiriyor. İki yıl öncesine kadar günlük iş hayatımın dışında şehirden şehire, fuardan fuara, etkinlikten etkinliğe çok sık seyahatler de vardı programımda. Son dönemde çevrimiçi etkinlikler sayesinde aynı gün içinde farklı şehirlerde farklı okullarla buluşma fırsatını kullanıyorum. Kısacası işyerinde de, evde de yoğun çalışmaya devam…

  • Yazmak için olmazsa olmazlarınız var mıdır? Her an her yerde yazabilirim der misiniz?


Bilgisayarım yanımdaysa bana yeter; her yerde, her konumda, her şartta yazabilirim. Hatta dar zamanlarda daha da verimli olduğumu söyleyebilirim.

  • Kitaplarınızın konusunu nasıl belirliyorsunuz? Yılların getirdiği deneyimle bir anda karar verip yazar mısınız, yoksa sancılı bir süreç mi olur karar verme aşaması? Yoksa olağan akış içinde bir lamba yanar ve konuyu önünüze getirir mi?


Kitap konusunu belirleyerek yazma fikri çok hoş, keşke bunu becerebilsem. Herkesin yazma süreci farklı, benimki esin arayışıyla değil de, esinin beni bulup dürtmesiyle oluyor ancak. Yani birden bire… Aklıma bir fikir düşüverir. “Bir bilgisayar bulmalıyım!” derim.
Not tutma alışkanlığım yoktur. Heyecanlı bir ipucu vermişse esin, onu zaten unutmam; unutursam da, “O kadar da heyecan verici değilmiş demek,” diye düşünürüm. Sözcükler aracılığıyla okurlarımla aynı duyguları paylaşacağımı bildiğimden, beni heyecanlandırmayan, meraklandırmayan,aklımda kalıcılığı olmayan düşünceler için vakit
harcamam. Aynı nedenle, yazarken canım sıkılmaya başladıysa, bilirim ki okurun canı benden de çok sıkılır, hemen siler, kurguyu, akışı değiştiririm. Yazarken heyecanlanmalı, korkmalı, sevinmeli, kısacası her sözcüğün anlamını once kendim yaşamalıyım ki okura da yaşatabileyim.

  • Karakter seçimlerinizi de merak ediyorum. Nasıl oluşuyor o karakterler?


Önce aklıma düşen mini mini bir özelliğiyle başlarım, olaylar aktıkça onlar kendi karakterlerini geliştirirler. O zaman başa dönüp eklenen özellikleriyle onları yeniden ele almam gerekir. Yani bir karakteri bütün özellikleriyle belirleyip de romana ya da öyküye öyle
başlamışlığım yoktur, defalarca başa dönmüşlüğüm vardır. Karakterlerin kendilerini yazara anlatmalarını ve gerçekliğine inandırmalarını beklerim; tembelim galiba bu konuda.

  • Resimli kitaplarınız için sormak gerekirse, çizerlerle olan ilişki nasıl ilerler? Kolayca örtüşür müsünüz, çatışmalar yaşanır mı?


Algım her türlügörseldir, bu nedenle roman bile yazarken görerek, yaşayarak yazarım. Resimli kitaba dönüşecek bir öykü yazarken de görselleri gözümün önündedir. Metni sayfalara ayırır, kitabın metin bağlamında bitmiş halini maket olarak hazırlarım. Sonrasında
ressamdan beklentim, metni hayalimde canlandırdığım görsellerin çok ötesine taşarak beni şaşırtmasıdır. Metinle eşit düzeyde olmasına da razıyım, ama seyrek de olsa, metni geriye taşıyan çizimlerle karşılaşabiliyorsunuz. Böyle bir durumda ben ressamladeğil, biraz editörle, çokça da kendimle çatışırım. Neyseki çok özenli, yeni şeyleri denemekten korkmayan, nitelikli bir metni daha da ileriye taşıyabilen çok sayıda ressamımız var. Benim şansım yayınevlerimin seçkin ressamlarla çalışması.

  • Kitaplarınızın tam sayısını anımsıyor musunuz, yoksa artık saymayı bıraktınız mı?


Aaaa, aşkolsun, yaş 70 iş bitmiş mi sandınız? 184 kitabımın her birinin içeriklerini bile hatırlarım. Bana deseniz ki şöyle şöyle bir cümleniz var şu kitabınızda… Ben mi yazdım yoksa siz beni sınamak için mi uydurdunuz, hemen anlarım. Ne dediğimi, niye dediğimi bilirim çünkü. Her cümlenin, her sözcüğün, bütün içinde belirli bir nedenle yeri vardır, ordan
çıkarıp alsanız ya da araya başka cümleler sıkıştırsanız, metnin dengesi bozulur, ritmi aksar. Metin de tıpkı şiir gibidir, içsel melodisi ve kendine has bir düzeni vardır.