Reklam

Bir yazar bir kent: Kafka ve Prag

Bir yazar bir kent: Kafka ve Prag
15 Haziran 2021 - 13:08
Can Uğur
Mekân ve zaman bir edebi eserin en önemli bileşeni. Bu ikisinin olmadığı bir edebi eserin yaşam şansı bulması düşünülemez. Kurmaca için mekânın önemi bu denli büyükken peki ya kurmacanın sahibi için mekânın önemi nedir? Bu sorunun yanıtını bulmak da çok zor olmasa gerek… Dünya edebiyatının seçkin ürünlerine baktığımızda mekânın bir yazar için ne kadar önemli olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. Dostoyevski, Petersburg olmasaydı da yine çok büyük eserler verirdi lakin o kentin dokusu sosyal yapısı onun eserleri için müthiş bir yaratıcılık kaynağı olmuştur. Yine J.K. Rowling’in fantastik kurmacaları Londra’dan etkilenmemiş olsaydı da belki hayat bulacaktı ama o muhteşem tasvirleri ve fantastik öyküleri bu denli lezzetli biçimde okuyamayacaktık… Örnekler çoğaltılabilir ama kentyazar ilişkisinde en dikkat çekici ilişkilerden bir tanesini es geçmek olmaz; Franz Kafka. Dergimizin bu sayısında Kafka ile ilgili roman konusundan hareketle epey bilgi yer alıyor ancak bizim odaklanmak istediğimiz yer onun doğduğu yer olan Prag ile kurduğu ilişki. Kafka’nın doğduğu ve büyüdüğü yer olan Prag’la kurduğu ilişki salt sevgiye dayanmıyor. Sevginin yanında kentin içerisine hapsolma ve kentin dokusunun onu aşk-nefret ikilemine sevk etmesi herhalde bu ilişki için en doğru tanımlardan olabilir.
Kafka’nın Prag’a dair şu ifadeleri ne dediğimizi daha iyi açıklayacaktır: “Kendini gecenin kollarına bırakmış meydanda, sanki iki kol halinde akıp gidiyorum. Benim tutukevi hücrem, benim kalem: Prag” Kafka’nın eserlerini yazdığı evin odasının penceresi Prag’ın eski kent meydanı olarak bilinen yere bakıyordu. Birey-toplum diyalektiğini eserlerinde en gerilimli haliyle anlatan, bunun yanında bireyin yabancılaşmasına mercek tutan Kafka’nın bu meydandan etkilenmemesi elbette düşünülemezdi. Tarihi bir arka plana sahip olmanın yanında mimari olarak da insanı etkileyen bu meydanın aynı zamanda bireye yalnızlığını ve güçsüzlüğünü de hatırlatan yanı bulunuyordu. Yine Kafka’nın penceresinden gördüğü diğer bir yer de 14’üncü yüzyılda inşa edilen St. Nicholas Kilisesi’ydi. Prag hem tarihsel mimarisi hem de döneminin sosyokültürel rengini içermesi nedeniyle her daim sokaklarının havasını içine çekenleri etkilemiş bir kent. Kafka da bu etkilenenlerin en yaratıcılarından kuşkusuz... Tıpkı kahramanlarının katmanlı ruh hâli gibi kendisinin de Prag’a dair düşünceleri katmanlıydı. O hâlde son sözü Kafka’ya bırakalım ve Prag’a dair söylediklerine kulak verelim: “Prag sizi asla bırakmaz. Bu tatlı küçük ananın çok güçlü pençeleri vardır.”


(Bu yazı Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin yaz sayısında yer almaktadır)