Reklam

Ahmed Arif'le Ankara akşamları "Bir akşamüstüdür şarabi"*

Ahmed Arif'le Ankara akşamları "Bir akşamüstüdür şarabi"*
05 Ocak 2021 - 14:55
Yaşar Seyman

Ankara’da 12 Eylül günleri, akşamları, sokağa çıkma yasağı başlamadan biten dost muhabbetleri, bazen karanlık günlerin içinde yemek masalarında umut yeşerten arkadaş sohbetleri insanı çoğaltır. Ankara bürokrasi kenti dense de sanat dünyasının ne çok değeri Ankara’ya gelmiş, yaşamış, iz bırakıp ya başka kentlere göçmüş ya da bu dünyadan göçmüştür. Ankara’nın gündüz cıvıl cıvıl gece ışıl ışıl Kızılay Meydanı artık halkın meydanı olmaktan çoktan çıktı. Bana ‘Gezi Direnişi’ sırasında öldürülen Ethem Sarısülük’ün hüznünü çağrıştırıyor. Koskoca meydan koca bir acının adı oldu. Sonrası patlayan bombalar… Kısacası artık tadı kalmadı. Kızılay Meydanı halkın özgürlük meydanı ya da nabzının attığı meydan değil sadece koşuşturduğu kavşak bugün. Dünyanın hangi şehrine gitsem o şehrin yazarının, şairinin sokaklarında dolaşmak; onunla o iklimi, o ruhu yaşamak, o mekânda oturup ortamı saatlerce gözlerimle taramak, geleni gideni izlemek, biriktirip yaşama akmak isterim. Bilirim ki şairlerin yazdıklarında yaşadığı şehrin ruhu vardır. 12 Eylül’ün ölü toprağı serpilmiş günlerinde ve karanlık akşamlarında bazı dostlarla buluşur, edebiyat ağırlıklı söyleşiler gerçekleştirirdik. Arada bir karşılaşıp o günleri yâd ederken; dostlarım hep yazmamı istediler. Anılarımız tazeliğini korusa da gittiğimiz mekânlar artık yok olmuştu. Kent kültürü olmayan belediye başkanı, anıların mekânlarını, kentin simgelerini bir bir yok etti. Ankara buluşmalarımızda akşamın onur konuğu Ahmed Arif’ti. Onu dinlemek doyulmazdı. Dicle sakinliğinde akıyordu sözleri, dizeleri, o nahif esprileri ve insana takılmaları. “Yaşar, Çankaya’da oturur ama kökü Altındağ’dadır.” Şairle gezmek şiirini yazdığı Karanfl Sokak’ta başlamak gibi… Karanfl sokağında bir camlı bahçe Camlı bahçe içre bir çini saksı Bir dal süzülür mavide Al al bir yangın şarkısı, Bakmayın saksıda boy verdiğine Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır. Karanfl Sokak’ta o yılların ruhunu, iklimini korumaya çalışan kent tutkunları, sanatseverler ve üniversiteli gençlerdir. Kaç genç Ankara’ya gelir gelmez soluğu Karanfl Sokak’ta alır... Şiirden ötürüdür adının zihinlere mıh gibi çakılması. Kaç genç sevdalandığını anlatır bu sokakta; Dost Kitabevi: Mülkiyeliler Birliği olmasın bu sevdaların mekânı, soluk aldıranı, insanı başka dünyalara yolculuğa çıkaranı… Karanfl sokaktan Tunus Caddesi’ne sensiz yürüyorum. ODTÜ’lü gençlerin otobüslerini görünce bu kente sevdamın tümcelerinden birini anımsıyorum. Ankara’m, seni en çok da üniversitenin duvarında ‘DEVRİM’ yazdığı için seviyorum. Tunalı Hilmi Caddesi’ne yol alırken, Cumhuriyet kadroları yaptıklarıyla benimle yürüyor. Şairlerin Başkent Ankara’ya şiirlerinde ne kadar cömert davrandığını biliyorum. Ahmed Arif’in şiirlerindeki derelerin semt adı olarak kalışı içimi acıtıyor. Oysa bir su kanalının kente kattıklarını Avrupa şehirlerinde görüyorum. Ankara’da, edebiyat sohbetlerinin son demlerinden nasiplenen bir yazma tutkunu olarak, Fransa ve Paris hakkında ne çok bilim insanının, büyükelçinin düşündüklerini, anılarını, şairlerin şiirlerini, yazarların romanlarını ve öykülerini okudum. Bu önceleri görmeden biriktirdiğim sevgi, Eyfel’in tepesinde sel olup Seine nehrine karşıtı. Bir Ankara Akşamında Ahmed Arif, Hikmet Çetin, Hikmet Şimşek, Rahmi Saltuk, Ahmet Kahraman ve ben o doyulmaz edebiyat sohbetinde duydum bu efsane anıyı; yoksa o da mı bir şehir efsanesiydi? Fransa’da yeni evlenen çiftler evlerine geldiğinde, o gece evin tüm ışıkları yanarmış. Akşamlardan bir akşam Paris sokaklarının birinde, gençler günü geceye devretmek için coşkulu evlerine dönerken, bir de bakmışlar ki bir evin tüm ışıkları yanıyor. Aşka gelip “Hadi kapıyı çalıp yeni evlenen bu çifti kutlayalım” demişler. Kapının zilini birkaç kez çaldıklarında orta yaşlarda bir beyefendi kapıyı açıp bunları evin salonuna almış. “Ben şarap içiyorum, siz de içer misiniz?” diye sormuş. Gençler hep bir ağızdan, “Olur” demişler. Beyefendi kadehlerle salona dönmüş. Şarapları doldurup kadehleri kaldırınca, gençlerden biri, “Eşiniz yok mu? Nerede gelin hanım?” diye sormuş. Orta yaşlı bey, “Ben evlenmedim ki, üç yıldır üzerinde çalıştığım şiirimi bugün bitirdim. Onun şerefine evin bütün ışıklarını açtım ve bir başıma kutlamaya başlamışken siz kapıyı çaldınız” demiş. O şairin, çok sevdiğim Charles Baudelaire olduğunu öğrenmiştim. Ertesi gün ilk işim Charles Baudelaire şiirlerini bulup okumak oldu. O akşam öyle etkilenmiştim ki, üç yılın sonunda bitirdiği şiirin hangisi olduğunu soramadım. Belki de Baudelaire, adını söylememişti gençlere, belki anlatan şair de adından söz etmemişti. Ben o akşam, senin bu anını dinledim, ertesi gün de şiirlerini okumaya başladım. Öğrendim ki sana “albatroslara âşık şair” de diyorlar. Ankara’da böyle sohbetler azaldı… Büyük usta Ankara ne kadar kötü yönetilirse yönetilsin onun bağımsızlık ruhu var. Mücadelenin adı o… Şiirleriniz, öyküleriniz, anılarınız var. Sizin gibi büyük ustaların izleri, ruhları geride bıraktıkları var. Dikmen sırtlarında adınıza Ahmed Arif Parkı ve heykeli var. Size müjdem var oğlunuz Filinta Önal’ın yaptığı Can Yücel büstü, Çankaya’da Can Yücel Parkı’nı taçlandırıyor… Ankara sanatın da başkenti olmak için direniyor…

*Bu yazı Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin kış sayısında yayımlanmıştır.