Reklam

Romanın Yükselişi kitabı hakkında bir değerlendirme

Romanın Yükselişi kitabı hakkında bir değerlendirme
26 Temmuz 2021 - 12:01
Utku Yılıdırm             
Ian Watt’un Romanın Yükselişi adlı metni romanın İngiltere’deki yükselişine odaklanıyor. 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan örneklerde epik anlatıdan yavaş yavaş vazgeçildiğini, antik dönemlerin kahramanlık öykülerinden tüketim odaklı kapitalist toplumun birey olmaya çalışan insanının hikâyelerine geçildiğini görüyoruz, Watt gerçekçilik anlayışının değişimiyle başlayan sürecin pikaro edebiyatından ve romanslardan evrildiği noktaları Fielding, Richardson ve Defoe’nun metinlerinde bularak dönüşümün izlerini ortaya çıkarıyor. İlk olarak gerçekçiliğin edebi metinlerdeki değişimine bakmalı, modern dönemde edebiyat eseriyle taklit ettiği gerçeklik arasındaki mütekabiliyet tümel yapıların reddedilmesiyle ortaya çıkıyor. Klasik dönemin, orta çağın genel kabul görmüş değerlerinin modern toplumdaki insanı “dolduramaması” bireyciliğin ihtiyaçlarının daha fazla hissedilmesine yol açıyor, Defoe ve Richardson olay örgülerini mitolojiden veya tarihten almayan kurgularını ortaya çıkararak romanın yükselişini başlatıyorlar. Chacuer ve Shakespeare gibi yazarlar geleneksel olay örgülerini kullandıkları için yenilikten uzaklar, yeni dünyanın kurmaca gereksinimini karşılamak için değişimin dinamiklerini takip eden, modern dünyada doğan sanatçılar bu avantajlarıyla öne çıkıyorlar. Tüketim pratiklerinin değişmesi de göz önüne alındığında roman okurunun niceliğinin artması yazarların yeni türe ilgi göstermesine yol açtığından matbaanın yayılmasıyla birlikte kitap fiyatlarının düşmesi halkın alım gücü düşünüldüğünde büyük bir etkiye yol açmasa da daha fazla insanın kitaba ulaşması edebi dönüşümün katalizörü haline geliyor. Richardson’ın kendi matbaasında yayımladığı metinlerinin getirisi belki de kurmaca metin yazarlarının eserleriyle yaşamlarını idame ettirebileceklerini gösterdiği için önemli, aynı zamanda tefrika halinde yayımlanan metinlerin uzatıldıkça uzatılmasının da temelini oluşturuyor. Sonuç olarak sanatçının anonimlikten çıkıp kendi imzasıyla eser üretmesinden kendi eserlerini meta haline getirdiği noktada üretim araçlarının önemi ortaya çıkıyor, kâğıdın ve mürekkebin ucuzlamasıyla birlikte romanın yükselişinin önünde hiçbir maddi engel kalmıyor denebilir. Dönemin anlatılarında görülen kurmaca öğelerinin yenilenmesi de bireyciliğin yansıtılması açısından önemli, anlatı zamanı ve anlatılan zaman olarak ikiye ayrılan zaman algısı üretimin ve tüketimin dakikliğini yansıttığı ölçüde metni başarılı kılıyor, aynı şekilde mekânın ve karakterlerin yeni dünyadaki nitelikleri okurun metinle daha gerçekçi bir şekilde iletişime geçmesini sağlayarak romanın popülerliğini artırıyor. Aynı dinamiklerin işlerliğini düşündüğümüzde günümüzde de romanın daha çok tercih edilen tür olması anlam kazanıyor böylece.

            Watt’un ele aldığı üç yazar edebi anlamda tam bir bütünlük sağlamasalar da türü doğurmalarının yanında kazandırdıkları farklı özelliklerle dünyaya yeni bir ayna tutuyorlar. Defoe’nun Robinson Crusoe adlı eserinde modern sanayi kapitalizminin ve Protestanlığın yayılmasıyla birlikte doğayla ilişkisi değişen yeni insanın prototipini görebiliyoruz örneğin. Toplumsal yapının kolektiviteden çıkıp bireyliği öne almasıyla birlikte Crusoe’nun üretim ve tüketime adeta ilahi bir coşkuyla yaklaşması anlamlı hale geliyor, elindeki mal ve para miktarını bütün detaylarıyla veren, gemi enkazında bulduğu ve hiçbir işe yaramayacak paraları yine de yanına alan Crusoe sadece kazanca yönelik yaşayan modern insanın atası adeta.

            Richardson’ın metinlerindeki kadın-erkek ilişkileri de hızla değişen cinsiyet algılarının iyi bir özetini sunuyor. Kadınların hami arayışlarıyla evliliği bir tuttukları çağlardan özgürlükçü bireyliğe geçiş, namus algısının değişimi, ekonomik bağımsızlığın önemi gibi olgular belirli tiplemelerle yansıtılan eski türlerin karakterlerini çağa uydurarak toplumsal bir eğitimi de yol açıyor, hatta tiplemeden karaktere geçişin en önemli nüvelerinin Richardson’ın metinlerinde yer aldığı söylenebilir.
            Fielding bu iki yazardan daha sonra ortaya çıksa da yeni türü eski türlerle karıştırarak romanın özgünlüğünü ortaya koymasını anmak gerek. Tom Jones pikaresk nitelikleriyle, romansa yakınlığıyla teknik açıdan kusursuzluktan uzaklaşsa da geçiş dönemi eseri olarak düşünüldüğünde oldukça başarılı bir metin. Tesadüfler karakterleri bir araya getirir veya ayırır, mektuplara yer verilmesi türler arasındaki geçişlerin iyi bir örneğini oluşturur, bazı bölümlerin başında yer alan kısa denemeler okurun bilgisini, görgüsünü artırmaya çalışır, kısacası gelmiş geçmiş her türden faydalanan Fielding karmaşık ve çağdaşlarınınkilere nazaran daha az başarılı bir metin ortaya çıkarmışsa da eskiyle yeninin kıyasını sağladığı için önemli bir yazardır.
            Watt sadece bu üç yazarın metinlerini incelemez, 18. yüzyıl İngiliz edebiyatıyla Fransız edebiyatı arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları değerlendirir, ayrıca romanın izini Joyce’un metinlerine kadar sürerek iki yüzyıllık bir özet sunar. Romanın yükselişiyle bireyin yükselişi arasındaki ilişkiyi tam anlamıyla ekonomik faaliyetlerin değişimine bağlamaz, felsefi anlamda insanın zenginleşmesini de irdeleyerek bütüncül bir tablo ortaya koyar. Orta sınıfın yükselişi, yeni okur tipinin belirmesi, ayrıca yeni yazar tipinin de belirmesi romanı dünyaya getirmiştir, Watt bu adımları detaylarıyla incelerken metinlerden de örnekler vererek savlarını açık bir şekilde ortaya koyar, böylece üç yüz yıllık macerayı enine boyuna inceler.