Reklam

Lila aslında mordur

Lila aslında mordur
03 Mayıs 2021 - 15:06
Mehtap Konaç                  
         Gözlerini açtı. Az sonra niye uyandığını anladı. Her zamanki gibi yatağın en köşesinde, sola doğru yatmıştı. Komodinin üzerindeki çerçeveden gülümsüyordu on üç yıl önceki halleri. O da belli belirsiz gülümsedi. Fotoğrafları hep iki kişilikti.  Biri hep eksik. Fotoğraf makineli, öz çekimsiz  yıllar. Diğer komodinde de diğer ikili.
            Uzun zamandır  dolu dolu uyandığını fark etti. Bir konuşmanın ortasındaymış, bir şeyleri anlatmaya çalışır gibi. Hatta hep cümlesi yarım kalmış gibi. 
-Ne yapıyorsun? Gerçekten çok uykum var.
-Tamam, uyursun yineee!
-Hayır, uyuyamıyorum senin gibi.
-Uyumazsın o zaman. Güzel bir kahvaltı hazırlarsın bize.
-Birkaç saat daha  uyusak ve sen hazırlasan kahvaltıyı, nasıl olur?
-Sorun değil, hazırlarım ama bu saatler daha iyiyimdir. Biliyorsun…
       Hayır, bilmiyordu. Uzun zamandır hiçbir şey iyi gelmiyordu.
-Gerçekten hiç istemiyorum. 
-Evet, istemiyorsun. Benim neleri istemediğimi biliyor musun peki?
        Ona doğru dönüyor.  O, bunu söylerken yatağı sarsarak, ayağıyla yorganı  tekmeleyip ayaklarını yere sarkıtmış çorabını giymeye çalışıyor. Sırtını   görüyor şimdi. Pijamasının üstünü çıkarmış . Sırtındaki kırmızı noktalar artmış.  Karaciğerinde bir sorun mu var? Sonra dirseğine yüklenip yan yatarak soruyor: 
-Bilmiyorum, neleri istemiyorsun?
-Git yaa! Bilmezden geliyorsun hep.
-Hiç söylemedin ki.
-Söylemeye ne gerek var, sen her şeyi bilirsin.
      Konuşmamanın gerekçesi de bu. “Sen gayet ince düşünür, analarsın her şeyi. “ Eskisi  gibi iltifat olarak almıyor bu sözleri.  Sesini olabildiğince yumuşak tonda kullanıyor. Sorgular ve kızar gibi değil, çözmek ister gibi.
-Gerçekten, neymiş istemediklerin?
        Cevap  her zamanki kadar beklenmedik. “Şunlardan da çok sıkıldım.” deyip kendi tarafındaki lambayı sağ eliyle duvara doğru itmek. Sonrasında kısa bir süre hareketsiz kalıp hışımla kalkıyor ve odayı terk ediyor.
     “Ne kadar belirsiz, anlamsız bir hareket . Amacı kırmaksa boşluğa itebilirdi. Paramparça olmasını sağlardı.” 
   
        Yattığı yerden lambanın üst kısmının kırıldığını ve yanındaki bardağın devrildiğini görüyor. Bardakta kalan su komodinin üzerinden aşağıya sızıyor. Yatağın o köşesi çöktüğü yerden yükseliyor yavaş yavaş. 
        Hep böyle oluyor.  Kim haklı, kim haksız? Asıl sorun ne, nasıl çözmeli, çözülemeyecekse bitirmeli mi bitirmemeli mi? Bunlar konuşulmuyor, konu öylece kapatılıyor.
       Odaya tekrar bakıyor ve rengi tekrar değerlendiriyor. Aslında kişiliksiz bir renk ya da oturmamış bir kişilik. Bu sıfatlar renge mi, kişiye mi yönelik ayırdına varmaya çalışıyor. İkisine de uygun buluyor.
      Bu arada kedi başucuna geliyor. Öyle ya bu sabah yatağa gelmemişti. Ürkmüş olmalı. Hiç kımıldamadan bakıyor. Sanki olanı biteni anlamaya çalışıyor kedi. Onunsa aklında Özdemir Asaf’ ın dizeleri:
     O gün, o evdeki, o kedi,
     Bak işte, neler olmuş der gibi
     Getirdi beni gençliğime bıraktı.
     Anı bahçelerinde üşümek sıcaktı.
            Bu sıcak ona iyi gelİyor. Kedinin mırmırlarını dinliyor; uzun uzun okşuyor, seviyor. Kediyi yatakta bırakıp kalkıyor. Onun tarafındaki köşeye ilerliyor. Önce bardağı kaldırıyor. Islaklığı kurulamaktan vaz geçiyor. Kırık, lila lambayı fişinden çıkarıyor ve kavrıyor. Fişini sürükleyerek odadan çıkıyor. Koridora çıktığında kızarmış ekmek kokusunu alıyor. Salonda 
Salonun ortasında duruyor ve sesleniyor. Koşup gelince de bir şey söylemesine fırsat vermeden lambayı kafa hizasına  dek kaldırıp yere bırakıyor. Tam da düşündüğü gibi irili ufaklı, bin parçaya bölünüyor.