Reklam

Kahramanın sonsuz yolculuğu

Bir balığın karnındaki Yunus, kuyudaki Yusuf ya da elmayı yediği anda başına neler geleceğini bilmeyen Âdem gibi. Ama yol onu biraz hazırladığından onu mağaranın en derinliklerine atmaktan da kaçınmıyor. Çünkü kahramanı, o mağaradan çıkmayı başardığında hayatının en büyük çilesi bekliyor, yıkıcı bir tercih yapmak.

Kahramanın sonsuz yolculuğu
02 Şubat 2021 - 11:23
FUNDA ALP

Anton Çehov karakterlerini kurmaya kendi doğasını tanımakla başladığını söyler. Bir karakter yaratmakla ilgili okuduğum en çarpıcı cümle. Çünkü karakterlerin de gerçek hayatları vardır, akıp giden, değişen, zorlaşan ya da umutlandıran, tercih yapmak zorunda oldukları hayatlardır bunlar. Tıpkı bizim gibi… Bir karakter kurarken yapabileceğimiz en büyük hata onu bizim sözcümüz olarak düşünmek, biz nasıl istersek öyle şekillendirmektir. Eğer bu hatayı yapmakta ısrar edersek kurduğumuz karakter içi boş ve derinlikten yoksun olur.

Şimdi Çehov’un kendi doğasını tanımak derken anlatmak istediği ne olabilir diye düşünelim. Bu soruyu cevaplayabilmek için insan doğasına bakmamız gerek. İnsan doğası her zaman derinliğinde sırlar saklar. Dolayısıyla insan doğasını çözebilmek en az bir karakter yaratmak kadar güçtür. Çünkü görünen vardır ama görünenin arkasında bütün dünyadan ve hatta kendisinden bile gizlediği başka bir görünen vardır. Kierkegaard ne der: İç dış değildir. Dünyaya gösterdiği yüzü ve o yüzün arkasında sakladıkları, insanın anlaşılmasını, par-çalara ayrılarak çözülmesini zorlaştır-dığı gibi aynı zamanda bizi eğlenceli bir lunaparkın kapısından da sokar.

Şimdi görünen ve görünenin ardında derken ne demek istediğimiz örnekleyelim ve küçük bir deneme yapalım. İki eski aşık hayal edelim, bu iki aşık uzun zaman evvel ayrılmış olsunlar ama aradan yıllar geçtiği halde görüşmeye ve arkadaş kalmaya devam etsinler, bir yandan birbirlerine karşı yaptıkları hata-ları kolaylıkla telafi ederken bir yandan da yeni ilişkilerindeki sorunları dahi anlatabilsinler birbirlerine ve hatta her gün de görüşüyor olsunlar. Hikayemizin merkezine de bu iki karakteri koyalım. Ah ne kadar da ‘medeni’ bir ilişki. Ama ben bir senaryo yazarı olarak elbette tıpkı çatışmanın ortasında fotoğraf çeken bir savaş muhabiri gibi acımasız olmalıyım.

O zaman bana bu iki eski aşığın sadece iyi insanlar olması yetmez, zaten muhtemelen sadece iyi insanlar da değillerdir. İhtimalleri değerlendirelim; acaba hala mı birbirlerine aşıklar ya da çok kıskanç oldukları için birbirlerini kontrol altında mı tutmaya çalışıyorlar, bağımlılar mı, birinin elinde olan bir gücü diğeri mi istiyor, ya da bir sebepten ötürü korkunç bir vicdan azapları mı var?

Aristoteles, asla kitaplığımızdan eksik etmememiz gereken Poetica isimli yapıtında der ki ‘büyük tragedyalar kaynağını iki temel duygudan alır, korku ve vicdan azabı’. Hem bu yüzden hem de dünya üzerindeki herkesin tüm kültürel ve sosyolojik kodlardan münezzeh bir şekilde okuduğunda ya da izlediğinde kalbine isabet edecek iki duygudan söz ediyoruz. Hamlet’te, Raskolnikov’da, Anna Karenina’da ya da Kral Oidipus’ta olduğu kadar bende, sizde, dünya üzerinden yaşayan her insanoğlunda olan iki kök duygudan. Görünenin arkasında bir çeşit kazı yapar gibi tırnaklarımızla kazarak çıkarttığımız o kök duygudan. Şimdi kendinize sorun, benim görünme-yenim nedir? Herhangi bir eylemimin kaynağı nedir? Önce kendinize mahre-minizi açın, söyleyemediğinizi söyleyin. Kendi doğanızı tanıyın ve kendinize acımasız davranmaktan kaçınmayın. Ancak bu şekilde karakterlerinizi derinleştirebilirsiniz. Kendi görünmeyeninizi bulursanız o zaman karakterinizdeki görünmeyeni de bulabilir, yaratacağınız karakterin arkasına gizlendiği perdeleri birer birer kaldırabilirsiniz. Şimdi maceraya çıkmaya hazırsınız.

Joseph Campbell, 1949 yılında, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adımlarını, yazılmış ya da anlatılmış birçok masal ve metne bakarak adımlara böldüğünde bunun çağdaş sinemanın olmazsa olmazı haline geleceğini biliyor muydu emin değilim. Bugün o kadar yaygın bir formül haline gelmiş durumda ki zaman zaman sadece sanat yapıtlarında değil çeşitli kişisel gelişim atölyelerinde dahi kullanıldığını işitiyorum. Bugün aşağıda göreceğiniz diyagramı, izleyeceğiniz herhangi bir türdeki herhangi bir filmde hatta sadece sanat yapıtlarında değil bazı kişisel gelişim yöntemleri dahi kullanıyor. Yani tam da Çehov’un söylediği gibi insan doğası metinlere ve karakter-lere ışık tutuyor. Ben bu diyagrama Kahramanın Sonsuz Yolculuğu yerine Kahraman Olma Yolculuğu demeyi tercih ediyorum. Çünkü yolun başındaki kahramanımız henüz macerayı kabul edip etmemeye dahi karar veremeyecek kadar korkak, güvenli alanını terk etmek konusunda tereddütlü. Macerayı kabul edip de çıktığı yolda girdiği yeni dünyada karşılaşacağı düşmanları ya da nelerle sınanacağını bilmiyor.

Bir balığın karnındaki Yunus, kuyudaki Yusuf ya da elmayı yediği anda başına neler geleceğini bilmeyen Âdem gibi. Ama yol onu biraz hazırladığından onu mağaranın en derinliklerine atmaktan da kaçınmıyor. Çünkü kahramanı, o mağaradan çıkmayı başardığında hayatının en büyük çilesi bekliyor, yıkıcı bir tercih yapmak. Yine küçük bir örnek verelim. Varsayalım ki 1999 depreminde enkaz altında kalmış bir annesiniz. Bir yanınızda küçük kızınız diğer yanınızda ise oğlunuz var ama sadece birini kurtarabilirsiniz. Kendi doğanıza bakın, empati kurun ve bir seçim yapın. Çocuklarınızdan birini seçtiniz, onu kurtarmayı başardınız, can havliyle kucağınızda seçtiğiniz çocuğunuzla dışarı çıktınız. Başardınız. En azından bir evladınızı kurtarabildiniz, diyagrama baktığınızda bunun ödül aşamasına denk geldiğini görebilirsiniz. Ama ödül sözcüğü sizi yanıltmasın, eğer bu gerçek bir ödül olsa hikayeniz bitmiş olurdu. Ama bakın diyagramdaki aşamalar devam ediyor çünkü bu ödül aslında sahte. Kahraman kazanmıyor, yol bitmiyor, anneliği elle-rinden kayıp gidecek çünkü. Çok geçmeden enkazda bırakmayı seçmek zorunda kaldığı evladı dışarı çıkmayı başarıyor üstelik annesinin diğer kardeşini seçtiğini işitmiş olarak. Depremden birkaç dakika önce çocukları için kendini feda etmeye hazır olan bir annenin anneliğinin nasıl yıkıldığını görüyorsunuz. Yolun başındaki kahraman ve yolculuğunu tamamlamış kahraman aynı kişi değil. Dolayısıyla esas olan değişim, değişim ve yine değişim.

İşte Joseph Campbell’in bize kazandırdığı yapı beraberinde, değişimin esas olduğu hikayeleri ve karakterleri getirir. O yüzden de senaryonun en temel meselelerinden biridir. Kendi doğanızı araştırmak ve Kahraman Olma Yolculuğu’nu kurduğumuz her hikâyede bir kere daha ele almak kanımca iyi senaryo yazmanın mutlak koşuludur.

Şimdi kendimize soralım; bizim maceramız nedir? Bu macerayı kabul edip çıktığımız yolda karşılaştığımız zorluklar, göz aldıklarımız, vazgeçtiklerimiz nelerdir? Bizi tamamlayacak eksik parçayı nerede bulacağız? Büyük bir tutkuyla neyi arzu ediyoruz? Olduğumuz kişi ve olmak istediğimiz kişi arasındaki mesafe kapandığında, tıpkı hayatın diyalektiği gibi sürekli değişimi kabul ettiğimizde, yaşamaktan kaynaklanan kederi hep zihnimizin bir köşesinde sakladığımızda, arkamızda bıraktığımız ya da önümüzde uzayıp giden yol avucumuza iyi bir karakter kurmanın anahtarını koyacaktır.