Hikâyenin dilini ararken
Fadime Uslu
Yüzeyde görünen gerçekler var, bir de daha derinlerde olanlar; kaynaktaki bilginin işaretleriyle yoğrulmuş doğrular.İşte bu iki noktadaki gerilimden besleniyor sanat. Kişinin
mizacıyla koşulları yüzünden çektiği acıdanyola çıkıp insanlığın evrensel ıstırabına ulaşmayı, buna bir yanıt vermeyi hedefliyor.Bir yöntem olarak edebiyatınyüzeyle derin bölgelerdeki manzaraları kavrayabilme yetisi, bu iki uç nokta arasındaki boşluğu değerlendirebilmesinden de geçiyor. Sesin gölgesinden, görüntünün bilincinden yaralanabiliyoruz sözgelimi. Elma dediğimizde sadeceonun rengini, şeklini, tadını duya duya yediğimiz birkaç dakikalık bir anıyı düşünmüyoruz; René Magritte’in otoportresinden kızıl elmaya, Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki bir sahneden,
Âdem’le Havva’ya kadar hikâyeler taşıyan görüntüler de canlanıyor zihnimizde. Tam da bu nedenle, sayısız anlamlar üretebilenimajlarla çevrelenmiş dünyanın bugünkü edebiyatınıkurarken hikâyenin yüklerini üzerinden atmak düşüyor bize.
Kısa kısa öykü bir şimşeğin çakmasına
Yazarın içindeki ritim duygusu cümle kuruluşlarını, kurgunun biçimini doğrudan etkiler. Kimi
zaman da sözcükleri nota işaretleri gibi kullanır yazar. benzer. Şimşek, ardındaki gök gürültüsünün, sağanak yağmurun habercisidir. Kısa öykünün sözcükleri şimşek gibi parlar. Etkiokurun zihninde oluşmaya başlar. Bu da gök gürültüsü ve yağmur gibidir. Hemingway, dört sözcüklük öyküsünde şimşeği çaktırmış, gök gürültüsüyle yağmuru oluşturmayı okura
bırakmıştır. Benzer etki Augusto Monterrroso’nun “Uyandığında dinozor hâlâ oradaydı,” öyküsünde de vardır. Birkaç sözcükten, birkaç sayfadan oluşan öyküde bazen bir virgül bile fazlalık etkisi yaratabilir.Anlamı açıkça belli olanbir durumla ilgili açıklamalar, gereksiz sözcükler, işlevsiz ayrıntılar öykünün zarar hanesine işlemeye başlar. Dilini bulamamış bir hikâye, gerçeği yansıtmasına rağmen hayatın sığ bir taklidi olarak kalabilir. Dil dediğimizde sadece gramerden söz etmeyiz. Anlamı kuran dil, ses, köken, temsil, yansıtma, işlev, söylem gibi kavramları da barındırır.Bir biçim olarak kurgu ise evrensel bir dildir. Kurgunun biçimsel yapısı, hikâyenin kaynağındaki bilginin dolaylı yoldan ifade edilmesidir.
Öykü, gündelik dili kullanarak onu aşmaya çalışır. Öykü dilini kurarken sözcüklerin çağrışım gücünden, temsil özelliğinden, ses bağlantılarından yararlanırız en çok. Yazarken yan yana
getirdiğimiz sözcüklerin uyumunu, aralarında geçimsizlikten doğabilecek gerilimi duymak için kulağımızı açarız. Bu nedenle göz kadar kulak işidir öykü. İyi öyküleri okurken bir müziğin ritmini hissederiz. Müzikteki türleri, çeşitleri cümlelerin havasına taşıyabiliriz. Örneğin, caz aşığı Cortázar’ın öykülerinde cazın düzeni, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinlerinde klasik musikinin etkisi vardır. Yazarın içindeki ritim duygusu cümle kuruluşlarını, kurgunun biçimini doğrudan etkiler. Kimi zaman da sözcükleri nota işaretleri gibi kullanır yazar. Vüs’at O. Bener’in son dönem metinleri bunun için örnek gösterilebilir.
Bilge Karasu da müziğin ruhunusatırlarına taşıyan yazarlarımızdandır. Öyküde, müzikte olduğu gibi hızı sabitleyen asıl birim an’dır. Zamanı yönetirken kendimize şu soruları sorabiliriz: Anda olanı nasıl, ne uzunlukta anlatıyoruz? Anlar arasındaki zaman bağlantılarını, geçişleri düzenlerken ölçümüz nedir? Karakteri, belli bir anlatıyorsak hangi davranışlarını seçip aktarıyoruz? Bu soruların yanıtlarını yöneten de, hikâyeyi anlatma niyetimizdir. Vurguladığımız etkiye göre bir ritim belirlemek hikâyenin etki gücünü artırır. Karakterin davranışındaki hızla anlatma hızımızınparalel olması karakterin yaşantısındaki
ritmin hissedilmesini sağlar. Cümlenin kısalığı, uzunluğu; sıfatların, zarfların kullanılma sıklığı genel olarak tempoyu biçimler. Sözgelimi, aynı uzunluktaki eylem cümlelerinin arka arkaya gelmesi metnin monotonluğa düşme riskini artırır. Uzun cümlelerin arasına kısa cümleler yerleştirmek, aynı eylem kipiyle biten birkaç cümleden sonra zamanı değiştirmek ritmin devinmesini sağlar. Diyalogun kurduğu ritimle metin su gibi akıp gidebilir. Yazarın
gereksiz yere araya girmesiyle diyalog ritmi kesilebilir. Karakterin konuşması uzunsa mümkün olduğunca anlatıcı aradan çekilmelidir. Konuşan kişinin jestini, mimiğini, davranışını açıklarken bunlara ne kadar yerdiğimizi de yazmanın ince işçilik aşamasında
denetlemeliyiz.
Kurmaca metinlerin doğası gündeliği aşmaya, ona yeni bir gerçeklik kazandırmaya yönelik olduğu için dili kurarken, şiirin göz ve ses duyarlığından yararlanırız. Öykü yazarı, yarattığı imgeyi okurun da görmesi, sesindeki tınıyı duyması için metninde bir yaşantı alanı oluşturur. Buradaki temel amaç, imgeye okuru da ortak etmektir. Anlatma süresi uzadıkça hikâyedeki yaşantının alanı genişler. Karakterin, mekânın, zamanın derinleşmesi için, bu üç temel
unsurun her birinin kendine ait özelliklerine her defasında farklı boyutlar eklenir. İmgenin anlam biriktirmesi için de yeni sahnelere ihtiyaç duyulur. Anlatılan bir gerçeğe onu destekleyen başka gerçekler eklenerek hikâyenin olay örgüsü gelişir. Metne bilgiler yığılır
böylece. Karakterin sevdiği kahve türünden, en çok kullandığı kelimeye, okuduğu gazeteden, bağlı olduğu siyasi örgüte kadar doğrudan işlenen ya da işaretlerle sezdirilen birçok bilgi aktarılır. Karakterin eylemi, tercihi, kararı, konuşması sırasında bunlar işlenebilir. Her metin açık, örtük, gizli bilgiler yığınıdır. Burada önemli olan bilginin ne kadarının kullanılacağıdır. Yazmanın ilk aşamasından sonra, yazdığımız metne dönmek; hikâyenin
açık, gizli, örtük bilgilerini nerede, ne zaman, nasıl işledim sorusuna yanıt aramak olay akışını denetlemek için son derece elverişlidir.
Türü ne olursa olsun edebi metinlerde dil atmosferi kurulmadığında metnin kendi gerçekliğini yaratması eksik kalır. Dilin niyetini belirlemek, hikâyenin kaynağındaki öze yönelik anlatma tonu bulmak, cümleleri özenle kurmak, olay akışındaki sebep-sonuç
bağlantılarını doğrudan açıklamadan sezgiye yönelerek işlemek; karaktere, mekâna bağlı bilgilerdeki diyalektik ilişkiyi yansıtmak yazarın metne karşı sorumluluğudur. Yazdıktan sonra metni irdeleyerek okurken olayların zaman sırasındaki gelişimini, vurgulamak istediğimiz etkinin metne yayılıp yayılmadığını denetlemek de aynı sorumluluk kapsamındadır. Hikâyenin fikriyle örtüşen kurgu yapısını, dil atmosferini kurduğumuzdaşu koskoca dünyada bizden mutlusu yoktur. “Ne kadar ekonomik yazıyorsunuz,” dendiğinde, Beckett, “Bu bir şey değil,” demiş, “aslında bir tek sözcük var, her şeyi kapsayan –onu bulsam, başka hiçbir şey yazmayacağım.” Beckett, Hemingway, Monterrroso, Ferit Edgü,
Remzi Karabulut, Onur Çalı gibi söz kuyumcusu yazarlar, gözümüzün önüne seriverdikleri imgenin yanı sıra sesin gölgesiyle de kuruyorlar öyküyü. Yazmanın hangi aşasında olursak
olalım, yazar beslenme kaynaklarını hiç tüketmemelidir. Kaynağı tükenirse yazısı da tükenir yazarın. Hayatın, sokağın yanı sıra, kısa öykü, iyi şiir, iyi müzik, iyi film yazarın beslenme kaynaklarının başında gelir.
Gündelik olayların, davranışların altındaki anlamla ilgili o büyük kütleye ulaşmak için kurgunun yasalarını bilmek gerekir. İşin zanaatkârlık tarafıdır bu. Yazarın yaratıcı dehası ise zanaatkârlığı aşma konusundaki çabasında kendini gösterir.