Reklam

Gizem Sucu yazdı... 1 Lira

Gizem Sucu yazdı... 1 Lira
14 Temmuz 2021 - 12:42

Gizem Sucu
Gri, serin ve yağışlı bir istasyon sabahında hantal vagonların ardından iki çocuk belirdi. Duran yük trenini ve rayları çapaklı gözlerle, aceleyle adımladılar. Uzaklardan gelen banliyö treninin sesi sabah sessizliğini bölüyordu.

                -İşin bitince buraya gel Samet, hastane önünde Osman seni yine korkutursa işin bitmese de gel. Dalaşma sakın o itle. Hiç olmadı, Ahmet abine söyle.
                Poşete sığmayan mendilleri fermuarlı ceketini açıp koynuna sokarken onayladı abisini Samet. Çiseleyen yağmur hızlanmış, istasyon karoları iyiden iyiye ıslanmıştı.
                Tren 11 numaralı perona vardığında Samet’in abisi sarı çizgiye biriken yolcuları yarıp vagonlardan birine daldı. Tülermiş kapüşonunu indirip koltuk aralarında gezinmeye başladı. Yolcuların dikkatini çekmek için sabahın çatallı sesiyle bağırdı.
                “Şişe suuuu…”
                “Tanesi 1 liraaa… “
                “Kuruyan dudaklara zemzem niyetine .”
                “3 alana 1 bedava."
                Sesi istenen etkiyi yaratmayınca aynı repliği haykırarak tekrar etti. Uyuklayanlar uyandı, oralı olmayanlar dışarıyı seyre devam etti. Dar koridorlarda zamanla yarışıyordu bir yandan. Üç beş dakikaya kondüktör düdüğünü çalacaktı. Gözüne bir kadını kestirdi.
                -Sibel Can gözlü güzel ablam, bir su alıp şu kardeşini sevindirsen.
                Her zaman tutmaz ya, bu yöntem bu sefer işe yaradı. Sibel Can gözlü kadın “E ver bakalım bir şişe,” deyip avcunun içine 1 lirayı bıraktı.
                Her haliyle ülkenin özeti gibiydi bu trenler. Samet’in abisi de buraların kaç yıllık müdavimiydi. İne bine bu yaşında insan sarrafı olup çıkmıştı. Az çok kimin müşteri olabileceğini tahmin edebiliyordu. Şu altın kaplama saatli, gürültüye katlanamayan adamı es geçti. İki dirhem bir çekirdek giyinmiş, ucuz parfümü trenin ekşi kokusuna karışan kabarık saçlı kadına da ilişmedi. Arkalarda “Susadım” diyen çocuğun dudaklarını okuyup annesine yöneldi.
                -Tanesi 1 lira.
                Beş saniyede şişeyle su el değiştirdi. 
                Vagon değiştirmeye zamanı yoktu. Kırmızı şapkası ve telsiziyle az ötede beliren kondüktör var gücüyle düdüğünü çalıyordu. Çatık kaşlarıyla bilet kontrolü yaparken aslan kesilen bu düdüklü yetkililerin yolcu memnuniyetine duyarsız tavırlarına sıklıkla tanıklık etmişti. “Niye durduk” deseler yanıt vermezler, boş diye farklı bir koltuğa otursalar “Olmaz,” deyip işi yokuşa sürerler, “Neredeyiz” deseler bir açıklamayı çok görürlerdi. TCDD’nin bu düdüklü yetkilisinin dikkatini çekmeden dar koridoru aşıp vagondan atlayıverdi.
                Yağmur şiddetini arttırmıştı. Kapüşonunu geçirdi. Banliyö treni, yağmurun tersi istikametinde küçüle küçüle istasyonu terk etti. Yeni onarım görmüş lojmanların sundurma çatısından sular akıyor, tasını tarağını toplayan küçük işportacılar bekleme salonuna kaçıyordu. O da öyle yaptı. Salondaki devasa saat 7.45’i gösteriyordu. Bir dahaki sefer, uzun yol seferiydi. Duraklama sürelerini düşündü, bu da daha çok “1 lira” demekti.
                Hacı amca, Samet’in abisine mescidi sordu. Abdesti vardı, tren gelmeden farzını kılmak istiyordu. Bebeğini uyutmaya çalışan genç bir kadın, elleri ve gözleri ayrılmayan iki sevgili, kulaklığıyla ortamdan kendini soyutlayan bir üniversite öğrencisi, çuvallarını önüne koyan bir köylüyle birlikte trenin gelişini beklemeye koyuldu.
                Samet, hastane kapısında- söz verdiği gibi- ite kopuğa dalaşmadan mendillerini çıkardı. Abisiyle yaptığı hesaplara göre hastane, istasyondan daha kazançlıydı. Neredeyse iki katı. Zaten akşam olunca buluşup eve birlikte dönüyorlardı. Abisi  “Aramızda bir cadde var oğlum, bağırsan duyarım .”demişti Samet’e. Şişe su gibi mendiller de 1 liraydı. Hasta yakını, ziyaretçi derken akşama kadar biriken 1 liralar dünyanın parası oluyordu.
                Samet, Simitçi Osman’ın yamacında yöresinde bulunmamaya dikkat etti. Hastane bahçesine giriyor, saçakların altına ilişiyor, ambulansların girdiği büyük kapıdan ara ara uzaklaşıyordu. Ama Çakal Osman’dan kaçar mıydı hiç? Birden yanında bitiyordu. “Samet oğlum, deyiver işte mendil satarken insanlara. Simitleri çıtır çıtır de. Kumrular, boyozlar on numara de. İncilerin mi dökülür lan?” Samet “Osman abi, ”diyebildi. “Hepimiz ekmeğimizin peşindeyiz. Nasip abi bu işler.”
                Osman, Samet’in bu geçim ehli tavırlarının, bu alttan alışlarının korkudan olduğunu bilirdi. Samet’in üstüne daha çok gitti. “Delik cebinden düşüreceksin paraları. Getir koyalım simit arabasının içine. Yağmur da döktürüyor mübarek. Islanır bak sonra.”
                Sekiz yaşındaki Samet, yirmi sekizlik Osman’dan, tombul parmaklarıyla kaşıdığı kirli sakallarından, sararmış aralıklı dişlerinden, onu huzursuz eden bakışlarından, yardım eder gibi görünen kurnaz hallerinden yılmış, abisine dün gece içini dökmüştü. “Korkma oğlum,” demişti. “Ben varım, dik dur lan. Muhammed abin bırakır mı o çakala seni?  Zaten Ahmet abi de orada, denk alsın o Osman şerefsizi ayağını.” Abisi rahatlatmıştı Samet’i. Osman bile olsa hastane iyiydi, kârlıydı.
                Muhammed gün içinde gelen tüm trenlere bindi, su sattı, çatık kaşlı kondüktörün düdüğüyle trenden indi. Yağmurla kovalamaca oynadı. Bir vagon, bir istasyon akşamı etti. Islanıp üşüdü biraz. Bir çayla içini ısıttı.  Ahmet abi kardeşine bir çay vermiştir diye düşündü. Çakal Osman da sahipsiz olmadığını anlamıştır. Ara vermeden yağan yağmur onu eski ve soğuk bekleme salonuna esir etse de demir paraların şıngırtısı, hevesini diri tutmaya yetmişti. Günün son treni, Karesi Ekspresiydi. Elindeki birkaç şişeyi bu trende okutacaktı. Babaya kira, Samet’e futbol topu, bir de Sevda vardı, mahalleden,  ona da bir boncuklu kolye…
                Samet de yağmura ve Osman’a rağmen epey mendil satmıştı. Akşam ezanı okunuyordu. Bu gün bereketli olmuştu. Kalan mendilleri poşete koydu. Ceketin fermuarını açtı, bozuk para kesesini koynuna yerleştirdi. Kesenin ağırlığı ve bozuk para sesleriyle sadece Samet’in değil Osman’ın da gözü parladı. Giderayak yanaştı Samet’e. “Hasılat iyi ha !” dedi pişkin pişkin. “Benim simitlerin çoğu kaldı. Allah’ım bana da Samet kısmeti ver.” Samet bir şey diyecek gibi oldu, vazgeçti. Soluk alışverişi hızlandı. Caddenin kenarına yürüdü. “Abinle bayram yapın artık bu akşam. Düşünmeyin siz Osman abini. Ne yer, ne içer? Yarınki simit parasını nereden bulur ?”
                Caddeden geçen arabalar bir dursundu artık. Bir boşluk bulsa fırlayacaktı aralarından. Küt küt atan kalbinin ritmini Osman’ın omzuna dokunan eli hızlandırdı. “ Yarına sermayem yok diyorum oğlum. Yarısını ver şu paranın hiç olmazsa.” Yeşil yandı, arabalar durdu. Samet caddeye atladı. Yüreği ağzında, bir eli para kesesinde, birden çöken akşam karanlığında arkasına bakmadan koştu. Bekleme salonunun diğer kapısından içeri girdi. Oh be ! Karanlık yok, yağmur yok, Osman yok. Gözleri abisini aradı. Yoktu. Bir kez daha etrafına bakındı. Oturup bekleyenler arasında tanıdık bir yüz gördü bu defa. Sevindi. “Ahmet abi, “dedi. Baktım göremedim seni kantinde. Yüzü gülmez bir kadın yapıyordu tostları.” “İzinliydim bugün ben, bir iki iş vardı.  Muhammed gitmediyse beraber döneriz mahalleye dedim.” “Yok buralarda Ahmet abi, trendedir kesin.” “Gel abim, bulup gelelim o zaman.”  Kalabalığın içinde yürüdüler, vagonlara, trenin demir kapılarına baktılar. El sallayan yolcular, vedalaşmalar arasında  Muhammed yoktu. Kondüktörün düdüğü çaldı, tren hareketlendi. Karesi ekspresi rayların üstünde önce yavaş, sonra hızla bir toz bulutu gibi gözden kaybolup gitti.
                Arkadan gelen sesle başları  geriye çevrildi.
                -Sameeeet, Ahmet abi… Buradayım, yüz numaradan ancak çıkabildim.
                Samet abisine koştu. “Hasılat iyi abi.” dedi gururla. Abisinin ”Aferin lan ” sözüyle gözlerinin içi güldü. Yağmur dinmişti. Köşedeki kestaneciden külahı 1 liraya kestane aldılar. Mahalleye doğru yürüdüler.