Reklam

Çıplak gerçekçilik ve k. İskender şiiri

k. İskender, sadece alışageldik şiir anlayışını tersyüz etmedi, aynı zamanda yaralı bir kuşağın da temsilcisi oldu. Genellikle birinci tekil şahısla, kendinden bahseden bir şiir yazıyordu ama kendi dediği çok kalabalıktı

Çıplak gerçekçilik ve k. İskender şiiri
11 Mart 2021 - 16:31
Altay Öktem
k.İskender’i kaybedeli şunun şurasında daha ne kadar oldu ki? Acısı taze. Elbette bir insan olarak, bir şair olarak onu kaybettiğimiz andan itibaren, bugüne kadar geçen süreden söz ediyorum. Yoksa, şairin hayatıyla şiirin hayatını aynı zaman dizgesi içinde değerlendirmek mümkün değil. Çünkü, Şiir Yılı diye bir şey vardır. Şiirin içinde bulunduğu zaman algısı da uzam algısı da insan hayatından bağımsızdır. Rimbaud ne zaman yaşadı? Ya Lorca? Sapho, milattan önceydi ama tam olarak hangi yıllar arasında yaşamıştı? Edip Cansever öldüğünde ben kaç yaşındaydım? Peki ya Nâzım Hikmet ellerini usulca uzatıp, Varna önünden boğaza doğru geçen bir vapuru okşadığında takvimler hangi yılı, hangi günü, hangi saati gösteriyordu? Bilmiyorum. Kitaplara bakmam, en azından google’da kısa bir araştırma yapmam lazım. Ama şunu biliyorum; Sapho’nun şiiri de, Nâzım Hikmet’in, Edip Cansever’in, Rimbaud’nun, Lorca’nın, k. İskender’in şiiri de Şiir Yılı’nın aynı dönemi içinde yazılmış. Henüz yeni. Taptaze. Hepsi de, sadece bugünkü değil, gelecekteki tazeliğinde. Bunu sağlayan, yani bazı şairlerin şiirlerinin aynı Şiir Yılı içinde yer almasına neden olan şey nedir? Evrensel olmaları elbette. Ancak, evrensellik iyi kötü tanımlanabilir, insanlık hallerinin tarih boyunca değişmeyen temel özelliklerinin doğru tespit edilmesi, doğru hissedilmesi ve doğru yansıtılması ve tüm bunların okura doğrudan geçirilebilmesi olarak (üstünkörü de olsa) açıklanabilir. Ama bunun yolu, yöntemi nedir, kolayca uygulanabilecek bir formülü var mıdır, bu noktada hiç kimse kesin bir şey söyleyemez. Gelelim k. İskender’e… k. İskender şiiri derken, 80’lerin ortasından itibaren, hem hayatın hem de şiirin kabuk değiş- tirmeye çabaladığı kaotik bir ortamda, şiir dünyamıza bir göktaşı gibi çarpıp şiirin zemininde sarsıntıya neden olan bir şiirden söz ediyoruz. 80 Darbesi’yle birlikte altüst olan toplumsal yapıyla birlikte bütün dengeler değişmiş, şiirde politikayı önceleyen anlayış, poetikayı önceleyen bir anlayışa doğru evrilmeye başlamıştı. Toplumcu gerçekçiliğin slogancı şiire yaklaşan yönü eleştirilirken, politikayı topyekûn dışlayan ve salt poetikayı yeterli gören anlayış, soyut imgelerin ağırlıkta olduğu, bağlamı olmayan bir şiire yönelmişti. Bu tarz şiir de, şiiri salt kelime oyununa indirgemekle eleştiriliyordu. Şiirde bu çekişme süredursun, genç kuşak, yaralı ve kimsesizdi. Var olan etik değerler hızla terk edilmiş, ülke, sosyal devleti oluşturma çabasından vazgeçip tek değer yargısı kârlılık olan vahşi kapitalizme ışık hızıyla geçiş yapmış, inandığı ya da henüz yeni yeni inanmaya başladığı bütün değer yargıları elinden silah zoruyla (metafor olarak değil, gerçekten silah zoruyla) alınan genç kuşak büyük bir boşluğa düşmüştü. İşte tam da bu noktada k. İskender, sadece alışageldik şiir anlayışını tersyüz etmedi, aynı zamanda bu yaralı kuşağın da temsilcisi oldu. Genellikle birinci tekil şahısla, kendinden bahseden bir şiir yazıyordu ama kendi dediği çok kalabalıktı. Düşünüldüğü gibi sadece ötekileştirilen azınlıklar, yani alkolikler, uyuşturucu bağımlıları, eşcinseller, travestiler, evsizler değildi kucakladığı. Toplumun hangi kesiminden olursa olsun, boşluğa düşen, ruhu yaralanan ve çıkışsız kalan herkesi kapsıyordu. Bireyci anlayışın ön plana çıktığı, toplumcu anlayışın dışlandığı bir dönemde; bireyci olmayan ama bireysel; toplumcu olmayan ama toplumsal bir şiirle, alışılageldik anlayışları altüst etti
k. İskender şiiri. Sokağın sesi ilk kez bu denli pervasızca şiire giriyordu. Ve ilk kez şiir bu denli şeffaflaşmıştı. Küfrüyle, cinsel yönelimiyle, bedenin tüm uzuvlarıyla, kanla, idrarla, cinayetle, şiddetle; uzatmaya gerek yok, hayatta ne varsa onların hepsiyle... Makyajlanmadan, süslenmeden, üstü örtülmeden, gizlenmeden; tüm gerçekliğiyle.
k. İskender şiirini tanımlamak gerekirse, Çıplak Gerçekçilik demeyi tercih ederim. Verili estetik algıyı yerle yeksan etmekle kalmayıp yeni bir estetik algı oluşturan Çıplak Gerçekçilik. Neyse, iyi ki k. İskender’le aynı Şiir Yılı içindeyiz. Şanslıyız yani.

*Altay Öktem'in bu yazısı Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin kış sayısında yer almıştır.