Reklam

Başka Oyun Yok

Başka Oyun Yok
22 Haziran 2021 - 13:37
Neslihan Yiğitler 
 “Savaşçı biri benim annem. Çok cesur. Bize zarar gelmesinden başka hiçbir şeyden korktuğunu görmedim. Evinin kapısını kilitlemez gece uyurken. Masada babam için de bir tabak olur. Pijaması yıllardır yatmadığı yatağının üzerinden kalkmadı. Tozlandı diye yıkadı, kuruyunca katladı. Berber İrfan Abiye gidip saçları uzadıkça kazıttı. Teyzem bir kez sormuştu “Abla nereye kadar diye?”

            Yegâne Kitap’tan yeni çıkan “Başka Oyun Yok” isimli öykü kitabı, yukarıdaki satırlar gibi okurunu ince bir tel üzerinde gezdiriyor. Okur düştü düşecek duygusunu korkarak değil merakla ve bir sonraki adımı dikkatle atarak sürükleniyor kahramanların ardından.
            Kitapta bulunan yirmi öykünün birbirini tamamlayan en önemli özelliği ismine de has  “oyunlar”. Yaşamdaki kişilerin iyi-kötü kurdukları, içine düştükleri, kendilerine kurulan oyunlar. Çocukların oyunlarını doyasıya oynayamadan büyümeleri, kendilerini birden olgunlaşmış bulmaları ve buna duyulan hüzün. Hüznün ardından birden gelen rengârenk gökkuşağı… Tümü bize ait, hepsi bize nazaran.
Arzu A. Akkanatlı, yarım kalmış duyguları çok iyi duyumsadığından okuruna biliyorum demekte “Senin ne yaşadığını ve taaaa o zamanlar neden yaşayamadığını”. Yazarın bu bilme hali, satır aralarında kendine güvenle, kalemine güvenle sarmalıyor okurunu ve kurduğu dünyaya daha rahat girmenizi sağlıyor.
            Kitabın ilk öyküsü “Pazar Yeşili” çok belirgin bir selam niteliğinde. “Mahallemdeki Pazara bin kere gelmişimdir”. Yazar, gündelik dili yazın diline ustalıkla çevirerek rahatlıkla açılış yapmakta. Bundan sonrasının su gibi akacağının teminatını vermekte okuruna adeta. Pazar yerinin karmaşasıyla zihninin içini harmanlayışı, o kaosun içerisindeki yemyeşillikle zihnimize taze havayı getirişi sembolleri bilgiyle seçtiğini imliyor.
            “Anne Bana Civciv Al” öyküsünde Pazar yeri gibi bir metafora bağlantılı kalarak yine aslında çocukluğumuzla bağ kuruyor. Yavaş yavaş bu bağlantıya yepyeni düğümler atarak  emin adımlarla ilerliyor kitap. “Bir Vardın/ Çok Yoksun”, “Gökkuşağı Kazası” öykülerin isimleri üzerinde bile uzun uzun düşünmenize neden oluyor. Öykülerin isimleri de anlattığı hikâyeler kadar derin ve anlamlı.
            “Burada yağmur yağmaya başladı mı birkaç gün durmaz, yağar. Bahçe içinde, kireç boyalı, her daim çiçekli, avlusu yıkanmaktan eskimiş mis kokulu bir evimiz vardı bizim.”
Satırlarıyla öykü atmosferinin içinde kendinizi bulduğunuz kitabın en kuvvetli öykülerinden biri “Yağ Yağ Yağmur Teknede Hamur” öyküsü. Bir ailenin başına gelen türlü olaylardan söz ederken bu olayların ailenin tüm bireylerinde açtığı gedikleri çok katmanlı bir şekilde ancak tarafsız irdeliyor yazar. Her hali, kadınlık, erkeklik, çocukluk hallerini bize taraf tutmadan anlatması okuyanın duygusunu da açığa çıkarıyor. Yazar “Siz ne hissediyorsanız o” diyor kenara çekilerek. Belki de öykü yazmanın en önemli işlevini yerine getirmiş de oluyor maharetle.
            Arzu A. Akkanatlı’nın ilk öykü kitabının dili, bir ilk öykü kitabı dili gibi de değil. Olgunlaşmış bir dil. Bunda kitap dosyasının hayalini küçük yaşlardan beri kurmuş olmasının etkisi var. Bu dilin oturmasında şu sıralar sıkça eleştirilse de bu eleştirilere katılmadığım ve çok faydasını gördüğümüz atölye çalışmalarının yararı büyük.
            Kitabın arka kapağında çok çok Değerli Haydar Ergülen’in imzası bulunuyor. Haydar Bey’in taramasından geçmiş olmanın eminliğini de taşıyor “Başka Oyun Yok”. Arzu A. Akkanatlı’ya çağdaş Türk öykücülüğü kapılarının sonuna kadar açılmasını diliyor, dilimize katkıları için teşekkür ediyoruz. 
            “Abimi bir yere yollamıştı. Her şey bir günde mi olmuştu? Bir gün, her şey mi olmuştu hiç bilemedim. “
            Şiir gibi dizelerin daim, yolun açık olsun…