Ucu Yanık Mektuplar Serisi-1

Adnan Gerger

Canım Sevgilim! Tanrı Öldü, Eros Öldü Ama Ben Sana Aşığım…

-           Evet, sevgili! Benim aşkım; Adorno’nunMinimaMoralia’da belirttiği gibi her şeye karşı duyulan sevgisizliğe bir tepki değil. Yani vicdani kararla bir şeylere tutunmak isteğinden kaynaklanmıyor. Aksine çağımızın insanlara aşıladığı ahlaksızlığa karşı, yanlış yaşama karşı verilen bir mücadeleden de öte benim aşkım. Doğru yaşamak sevgilim, doğru yaşam bizim aşkımızı aşk yapan.


“İlk Not: Bu mektubu; alıcısına ulaşmayan mektuplardan sanarak gnomonbir yaklaşım sergilemeden okuyunuz sevgili okur!
Bu mektubu sevgilime yazdığım halde senin de okuman gerekiyor. Şaşırmayın. Biraz edebiyatla ilgileniyorsanız, bir sevgiliye yazılan mektubun bir edebi metin olarak da okumanın mümkün olduğunu görürsünüz. Özellikle bu mektup, bir minör aşkı içeriyorsa ve bir de üstelik majör aşka itiraz ediyorsa ilginizi daha çok çekeceğinizi umuyorum. Eh! Kolay değil, bu dijital çağda böyle sevgi yaşamak. Çünkü bu mektup, günümüzde yaşanan aşkları yani senin “aşk” diye sandığın duyguları anlatacak. “
Ey Sevdiçiceğim!
Sana seslenişimi duyunca hemen GillesDeleuze ve FelizQuattari ([i]) ‘yi birlikte okuduğumuz o anlar gelmiştir. Ne de çok tartışmıştık değil mi?  Kafka’yı anlatırken etnik azınlık olarak nitelendirilen yazarların yaşadığı ülkenin diliyle de çok iyi edebiyat yaptığını ve bunun adının minör edebiyat olduğunu anlamıştık. Minör edebiyatın, egemen edebiyat olarak dayattırılan ve kabul edilen majör edebiyatın tam tersi daha yaratıcılığını ortaya çıkardığını, geleneğin ve ezberin kalıplarını balyoz darbeleriyle vurarak kırdığını, alışılmış kanonlar yerine kurduğu ve kuracağı farklı söyleyiş ihtimalleriyle kendini kabul ettirdiğini öğrenmiştik. En çok da yersiz ve yurtsuz oluşunu, hem siyasi hem de edebiyatın güç ve iktidarın erkine karşı direndiğini görünce ne de çok sevinmiştik. Hatta nitelikli okurların son romanım Tavhane Çocukları’nı minör edebiyatolarak yazıldığının farkına varmasını, dışlanmış edebiyat adına da içten içe övünmüştük, hani…
Ey Sevgilim!
Sana aşkımın ne kadar gerçek olduğunu ve diğer aşklardan ne kadar farklı olduğunu anlatmaya çalışırken NiallLucy’iyi ([ii]) okurken ‘Deleuze ve Quattari’nin arzunun felsefi tahlili aynı zamanda da politik, edebi, sosyolojik vesaire bir tahlil olduğuna’ dair tespitini okuyunca iyice kendimden emin oldum, inan. Evet, sevgili benim aşkım;Adorno’nunMinimaMoralia’da belirttiği gibi her şeye karşı duyulan sevgisizliğe bir tepki değil. Yani vicdani kararla bir şeylere tutunmak isteğinden kaynaklanmıyor. Aksine çağımızın insanlara aşıladığı ahlaksızlığa karşı, yanlış yaşama karşı verilen bir mücadeleden de öte benim aşkım. Doğru yaşamak sevgilim, doğru yaşam bizim aşkımızı aşk yapan.
Nietzsche ([iii]),aydınlanma çağın bir gereği olarak bazı insanların merhametsizliğiyle yarattıkları cehennemde nasıl Tanrı’yı öldüğünü ilan ettiyse Byung-Chul Han([iv]) da neo-liberal kapitalizmin aşkın ölüm ilanını verdiğini söyledi. Han, bu teknolojik çağda zamanın daha acımasız olduğunu ve insanlar artık bir başkasına emek harcayacak yerde yerine kendi bireyselliğinin kabuğunda duygusuzca yaşamayı tercih ettiğini söylüyor. İyi söylüyor. Bu bence Tanrı’nın ölmesinden daha acı bir şey değil mi? Erotik isteğin yani arzunun yarattığı o yaşam gücünün gerilimlerini yok saymak ölmekten beter, vallahi. Ne demek, cinsel fantezilerin sıradanlaşması ya da inkâr edilmesine rıza göstermek. Nerede kaldı insanın yaratıcılığı. İlk çağdaki insanların özgünlüğünü düşündükçe bizden ne kadar ileride olduğumuz aklıma geliyor. Çünkü onlar yaşamak istiyorlardı ve erotizmde bile yaratıcılıklarını kullanarak insanlaşıyordu. Han, edebiyatın içinde bulunduğu krizin işte bu fantezi kriziyle kurduğu doğru orantılı bağlantıya kime yok diyebilir. Elbette böyle bir durum karşısında Eros ölürdü, hem de can çekişerek… Katili de elbette neo-liberal kapitalizm elbette. Çünkü onun her türlü özgürlükleri kısıtlayıcı dayatmalara karşı bir tavrı var. Narsizmi yücelten kapitalizm, insanı gizli depresyona sokarak “davul dengi dengine” formülüyle insanları aşktan uzaklaştırmaya çalışıyor. Neymiş, aşk tehlikeliymiş. Haydi oradan. Eros nelere kadir değil ki. İnsanların estetik yaşam biçimini en yaşanabilir en insani siyasal yönetimiyle kendi o öz gücü olan evrensel gücüyle ilişkilendirir de… Hem Allahtan Alain’ler var da (AlainBadiou ([v]) ve Alain De Botton ([vi]) ) bu saldırıyla karşı kendimizi koruyabiliyoruz. Haydi! Sevgilim, el ele tutuşarak Badiou’nun dediği gibi biz de aşkı savunmak için yeni bir aşk anlayışını yarattığımızı ilan edelim. Yeni bir aşk anlayışını olgunlaşmamış aşkı tartışarak olgun bir “aşk” olarak kurabiliriz. Nasıl mı? Hemen De Botton’a kulak vererek:
“Olgun bir aşkı, olgunlaşmamasından ayıran da budur. Her açıdan daha çok yeğlenir olgun aşk, her insanın doğasında iyinin de kötünün de bulunduğu bilincini taşır, ülküleştirmeyi reddeder, kıskançlıktan, maçoluktan ve aşırı tutkudan uzak, cinsel boyutu da olan bir arkadaşlık biçimidir, hoştur, huzur doludur ve karşılıklıdır (belki de arzuyu tatmış olanlar, ıstıraptan bu denli uzak olduğu izin buna aşk demezler). Olgunlaşmamış bir aşk ise (yaşla bir ilgisi yoktur bunun) ülküleştirme ile hayal kırıklığı kargaşası arasında gidip gelir, haz ve güzellik ölümcül bir bulantıya dönüşebilir, insanın aradığı çözümü sonunda bulduğu duygusuyla o güne dek kendini hiç o denli boşlukta hissetmemesi gibi duygular atbaşı gider. Olgun olmayan aşkların mantıklı sonucu (mutlak sonucu) simgesel ya da gerçek bir ölümdür. Olgun aşklar ise evlilikle doruğuna çıkarak ölümü alışkanlıklarla engellemeye girişir. (Pazar gazeteleri, ütülenen pantolonlar, uzaktan kumandalı ev alet edevatı gibi). Olgun olmaya aşklar asla ödün vermez ki bu da ölmeye yatmak demektir. Olgunlaşmamış bir ihtirasın doruklarına varmışlar için evlilik dayanılmaz bir bedeldir. Böyleleri, ilişkiyi öyle sonlandırmaktansa arabasını uçurumdan aşağı sürmeyi yeğler.( Bu düşünceyi; bizim coğrafyada  ‘Ya benimsin ya kara toprağın…’ diye açıklıyorlar.)
Biliyorum, böyle aşk mektubu mu olur, diyorsun şimdi, içinden.
Haklısın. Uzun lafın kısası…
Ben seni minör bir aşkla sevdim.
Canım Sevgilim! Tanrı Öldü, Eros Öldü Ama Ben Sana Hâlâ Aşığım…
 

 [i]GillesDeleuze ve FelixGuattari, Kafka/ Minör Bir Edebiyat İçin.Çeviri: Özgür Uçkan ve Işık Ergüden, İstanbul: YKY, 2000, s. 25.[ii]NiallLucy. Postmodern Edebiyat Kuramı. Çeviri: Aslıhan Aksoy. Ayrıntı Yayınları, 2.Basım. 2008.[iii]Friedrich Nietzsche. Böyle Buyurdu Zerdüşt.[iv]Byung-Chul Han. Eros’un Istırabı. Çeviri: Şeyda Öztürk. Metis Yayınları, 2019.[v]AlainBadiou,Nicolas Truong. Aşka Övgü. Ceviri: Orçun Türkay. Can Yayınları, 2017.[vi]Alain De Botton. Aşk Üzerine. Çeviri : AhuAntmen. Sel Yayınları. 7.Baskı. 2005

adnangerger ucuyanikmektuplar edebiyatatölyesi