Yazar olmanın yolu çok çalışmaktan geçer, çalışan herkes yazar olabilir...

Edebiyat eleştirmeni ve yazar Feridun Andaç ile dergimizin bahar sayısı için buluşup edebiyat tarihinden yazar olmanın inceliklerine birçok konuyu masaya yatırdık

Değerli yazar, eleştirmen Feridun Andaç, Edebiyat Atölyesi Dergisi okurları için çok önemli önerilerde bulundu. Andaç, “Çehov diyor ya; ‘Bizi çalışmak kurtarır.’ Edebiyata sadakat gösterip çalışan biri, kendisini döve döve yazar yapabilir, hatta iyi bir öykücü!” diyor.

Öykünün temelinde bir hikâye anlatıcılığı var ancak son zamanlardaki yazılara ve bize gelen öykülere baktığımızda hikâye bakımından oldukça geri olduklarını görüyoruz. Hikâyecilik unutuluyor mu acaba?
Hikâye etmek hayatın içinde var olan bir olgu. Yaşarken, düşünürken, hissederken, insandan insana giderken, çalışırken… Yani her bir eylemimizde, hayata karşı duruşumuzda varlığını hissettiğimiz.

İnsanın bir gününü ele aldığınızda, sürekli nasıl/neden/hatta niçin hikâyeler anlattığını görürüz. Yani özcesi böylesi bir anlatıcılık insanın doğasını var eden bir olgu. Anlatmadan yaşayamayız. İlla ki biri birilerine bir şey anlatır. Başından geçeni, birinin ona anlattığını, gördüğünü, işittiğini, meraklandığını… Hikâyesiz insan yoktur demez mi Dostoyevski? Nastenka ne der; hikâyeniz yoksa nasıl yaşarsınız?
Eğer bunu unutursak kendimizi de unutmuşuzdur demek. Yani başka bir ben’e dönüşmüşüzdür. Ki, günümüz insanının en temel sorunu da bu işte. Bir anlatıcı bunu görüp göstermeli, anlatmalı diye düşünürüm.

Öykücülük başkalarının hayatını anlatmayı gözlemlemeyi de içeriyor ancak son dönemde kendi hikâyelerimiz öne çıkıyor sanki. Kendi hikâyelerimizden evrensele nasıl ulaşırız?
Yazan kişi ilkten kendinden yola çıkarak kendisi için yazmalıdır. Bu yazmanın bence ilk yolu. Oradan, sonra, birileri için nasıl yazılabileceğini öğrenecektir eminim. Sait Faik’e baktığınızda, neredeyse kendisi gibi bir okura yazar sürekli, hatta ara ara kendine yazdığı da olmuştur. Ama bu hiçbir zaman kendisini anlattığı anlamına gelmez. İçten bakarak dışa çıkmak eylemidir yazmak. Bunun için sözünü ettiğim o önkoşul kaçınılmaz gelir bana. Yazmak gitmektir, görmektir derim. Her şeye dokunan bir bakış edinebilmek için ilkten kendine dönük yazmalısın. Ama bu yazılanlar da yine buzdağının altında, sana ait olanlardır. Bunun ayrımına da ancak sürekli yazarak varabilir bir anlatıcı.

“Öykücünün okulu, kendinden önceki öykü yazarları ve onların yazdıklarıdır” dersiniz. Burada okuduklarından etkilendiğini ve giderek taklide yöneldiğini söyleyenler de oluyor. Taklitten kurtulmak nasıl mümkün olur?
Aslında şunu sıklıkla söylerim derslerimde: Etkilenmeyen, etkileyemez. İşte o yüzden sürecin başında “etkilenerek yazın” derim. Bunun için de iyi okur olmalısınız, yoksa etkilenmeyi nereden bileceksiniz! Ressamla modelini düşünün... Önce etkilenecek sonra kendiniz yazmayı öğreneceksiniz. Bir adım sonrasında kendi yazarlarınızı seçeceksiniz ister istemez ve onlar size bir tür okul olacak. Tek bir yazar bile size yazmayı öğretebilir ama onu çalışmalı, özümsemelisiniz... Aksi halde yazmayı öğrenmek, yalnızca okuyarak baş edilebilecek bir şey değildir. Dostoyevski roman yazmayı öğretebilir, Sait Faik en alâ öyküyü yazabilmeniz için size başlı başına bir okul olabilir.

Sabahattin Ali’nin öykücü yanıyla ilgili bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Yaşadığı koşulların gücüyle var olmuş bir anlatıcı. Türkçeye sadakati tartışılamaz. Ülke gerçeklerine bakışı da. Bize şu kapıyı açmıştır Sabahattin Ali; gidin ve bakın/görün/anlayın öyle yazın. Düşünün, Alman romantikleri onun asıl ivme kaynağıdır. İhtimal çevirileri de bu nedenle yapmıştır, etkilendiği için. Ama bugün bir Sait Faik’in gücünde olduğunu düşünmüyorum. Ah şu fetişleştirmeden bir vazgeçebilsek.

Edebiyat dışında hangi sanat dalları öykücünün beslenmesini sağlar?
Sinemanın gücünü yadsımadan, hatta sinemayla bağlantı kurmadan nasıl yazabilirsiniz bugün? Üstelik belgesel sinemayı da katarak söylüyorum. Hadi, kendi düşündüğümü söylemeyeyim; Hemingway diyor ki; izlenimci ressamlar olmasaydı belki de böyle bir öykücü olamazdı. Sonra müzik. Ve elbette fotoğraf. Üstelik fotoğraf öykünün magmasını oluşturur diye düşünürüm. Müzik ve yolculuklar. Yeni coğrafyalar, yerler keşfetmek.

Yeni öykücülere en önemli tavsiyeniz nelerdir?
Çehov diyor ya; “bizi çalışmak kurtarır.” Edebiyata sadakat gösterip çalışan biri, kendisini döve döve yazar yapabilir, hatta iyi bir öykücü! Her şeyi merak edin. Bir gazetenin üçüncü sayfa haberi de, ölüm ilanları da, bir pazaryerinin ahengi de sizin için yazılmaya değer şeyler içerir. Bunları merak edin, hatta daha çok şeyi. İyi yazarlar meraklı kişilerdir.
 

Zülfü Livaneli'den yazar adaylarına tavsiyeler

Gabriel Garcia Marquez'den yazar adaylarına 5 tavsiye...


 

feridunanda. edebiyat edebiyatatölyesi yazarlık