Temiz kâğıdı

Volkan Kahyalar
Oturduğumuz kahvede, bizim çıkardığımız hariç; sadece sağa sola savrularak uçuşan sineklerin sesi vardı.
“Temiz kâğıdım yoksa ne yapayım?”
Kalın siyah kaşlarının ikisinin de aşağı inmesi, ona sert bir görüntü sağlamıştı. “Sonuçta cezamı çekmişim, her şey bitmiş. Daha neyin hesabını soruyorlar ki anlamıyorum.”
Fazlasıyla zayıf olan bedeninin çok acılar çektiği belliydi. Esmer teni, günlük yevmiye kazanmak için yaptığı amelelik zamanından koyulaşmıştı. Uzun olmayan boyu, açlıktan birazdan ölecekmiş hissî veriyordu. Gözleriyle aynı renkte olan siyah saçları, çok sıktı. Uzun burnu, ince yüzü, çökük yanaklarıyla “rüzgâr çıksa uçacak” algısı yaratıyordu.
Bir yudum çay içip, az önce yaktığı sigarasını dudaklarına götürdü.
“Ellerinden öper, üç çocuğum var. Bunlar nasıl okuyacak? Okumasa ne olacak? Benim gibi mi olsunlar istiyorlar? Kaç zaman iş aradım biliyor musun?” Durdu. Biraz düşünüp, bıyık altı güldü. “Tam iki yıl. Şükürler olsun ki hanım çalışıyor. Sözde delikanlılık yapıp kimseyi çalıştırmayacaktım.” Yine bıyık altı güldü. Bu gülmelerde acı olduğu çok belliydi.
“Yoksa 2 yıl ne yiyeceğiz, ne içeceğiz? Bayramlarda çocuğuna harçlık veremediğinde nasıl ağrına gider biliyor musun?” Durdu ve doğru kelimeyi arayıp devam etti. “Ben bunu yaşadım. Allah kimseye yaşatmasın. Dersin ki: kalbime sapla bıçağı, belki o daha az ağrıtır.”
Yutkunup, çayından bir yudum daha aldı. “Dediler ki tersaneye git. Kaynak yapmayı öğrenirsin hem oradan çıksan da kaynak bildiğin için iyi para kazanırsın. Dedim; işi bulsam çıkar mıyım hiç.” Karşılıklı güldük. Bir yudum çay daha içerken aklına bir şey daha gelmiş gibi durdu ve bana baktı: “Affet kardeş. Kendi derdime düştüm. Sigara içer misin?”
Elimle istemediğimi belli edip; “Estağfurullah, zor iş zor. Allah herkese kolaylık versin.” deyince, keyfi yerine geldi. Anlatmaya devam etti: “Tersanede işi öğrendim. Biliyor musun? O kadar çok acı çektim ama inan sana yalan söylemiyorum; o tersaneye girinceye kadar tek dal sigara içmemiştim.” Başımla ona inandığımı belli edercesine sallayınca devam etti: “Niye biliyor musun?” Yüzüne sorduğu sorunun cevabını merak eder şekilde baktım.
O, iki eliyle uzunluğu işaret edip: “Önce, aha böyle küçücük bir su deposunun içine girmek için daracık kapısından bizi geçiriyorlar. Sonra da kapkaranlık olan içerisini aydınlatmak için spot ışık koyuyorlar. Bir taraftan şalama ile kesiyoruz, öbür tarafta kaynak ile kaynaklama yapıyoruz. Allah seni inandırsın, bir duman çıkıyor, bir duman çıkıyor.. Işık kayboluyor. Sanırsın madende çalışıyoruz. Öğlene kadar bu iş bitecek ki öğlen dinleneceksin. Yoksa o iş bitine kadar hiç durmadan çalışacaksın. Diyelim, öğleni kaçırdın. İş öğleden sonra bitti; o zaman da geçmiş olsun, akşam mesai bitip, eve gidene kadar yemek yok. Bazen yirmi dört saat çalışıyorsun, sekiz saat uyku için izin veriyorlar, sonra yine çalışmaya devam. Yani anlayacağın kardeş, o su deposunun içinde ne su var, ne ışık var, ne de hava var. Hiçbir şey yok. Sadece şalama veya kaynağın, yaz ya da kış fark etmeden sıcağı var. Ha bir de metalin ne olursa olsun değişmeyen soğuk oluşu. İşe nasıl gittiğimi sorarsan… Orasını bir ben bir de Allah bilir; bir adım ileri basıyorum, üç adım geri. Ama ne yaparsın ekmek parası.”
Bir müddet susup, sadece birbirimize bakıyorduk ki ciddi bir ses tonuyla sessizliği bozdu: “E şimdi gel de içme sigara…” Eli cebindeki sigara paketine gitti. Paket boştu. Önce, kendi kendine bir küfür savurdu. Sonra da “Ah şu temiz kâğıdım olsa…” dedi. Muhabbeti bitirip, kahveden çıktığımda saat ilerlemişti. Canım sigara çekti. Elimi gömleğimin cebine attığımda, paketin boş olduğunu anladım. Kendi kendime bir küfür savurdum.
 

öykü hikaye edebiyat gününöyküsü