Şair kendi sesini ve dönemin sesini yakalayandır

Rıfat Kırcı

Muzaffer Kale, arka arkaya yazdığıbiki öykü kitabının ardından tekrarbşiire dönüş gerçekleştirdi ve Işıklı Balkon, Pikareks etiketiyle raflardaki yerini aldı. Güçlü şiirlerle karşılaştık yine. Kitap, ismiyle dahi zihnimizde kıpırtılar yaratırken kapağı çevirdiğimiz anda kendimizi imgeler diyarında bulmamız şaşırtıcı olmadı elbette. Kale ile, tasarımıyla da gayet şık olan Işıklı Balkon’u konuştuk.

Şiirden sonra öyküye tekrar dönüş gerçekleştirdiniz. Formlar arası bu yolculuğu nasıl açıklamak istersiniz?

Edebiyatı ‘yazı’ olarak anladığım için her edebi formun bir diğerini beslediğini, ötekinin önünü açtığını düşünüyorum. Nasıl ki bilimler arasındaki enerji alış verişi
sorun çözmede eli kuvvetlendiriyorsa, edebi metinler arasındaki alış veriş de aynı
şekilde yazıyı tutuşu güçlendirir, netleştirir. Bir metnin müzikalitesi o metnin algılanma
seviyesini yükseltir. Bu akılda bir tat biçiminde kalıcı olmakla ilgili, bunu destekleyen
görsel öge olan imgenin görüntü boyutu da kurgulandığı özgün yapısıyla akılda kalıcı olmayı tamamlar. Aslında bir form, diğerleri olmadan düşünülemiyor. Edebi formların yeni bir anlam kurmadaki olanakları birbirinden değerlidir ve yazılmak için seçilmiş olanın işlenmesinde bizi farklı doruk noktalarına taşıyabilirler. Olaya böyle yaklaştığım için bir türden(şiirden), başka bir türe (öyküye) geçişi, ‘dönüş’ olarak değil de ‘ilerleyiş’ olarak görüyorum. Keşke elim yetseydi de ‘yalnızca bir durum’un hem şarkısını, hem resmini, hem uzun metrajlı filmini, hem şiir ve öyküsünü türlerin kendi anlatım olanaklarıyla görünür
hale getirebilseydim. Israr önemli. Bir şeyin kendinden başka anlamlara da gelebilmesi şiir bilgisinin hareket yeteneğiyle ilgili. İyi bir filmden, korkunç güzel bir resimden, kalp atışlarını şaşırtan bir şarkıdan sonra akılda yalnızca tek bir ‘şey’in kalması mümkün mü?

Bazı şiirlerinizde bilinç bedenden ayrılıyor, uyur uyanık halde kaybolma durumu yaşanıyor sanki. Bilincin ve bedenin bütünlüğünü nasıl değerlendirirsiniz?

Gerçekliğin düş hali… Düşler zaten hep aklımızı karıştırıyor, hangi anlamıyla olursa olsun düş, düş kurmak… Süregelen, mantıklı olmasa bile artık çok mantıklıymış gibi görünen alışkınlıkların işleyişini bozuyor. Bir ayrılış hali var tabii, doğru diye belletilen, bin yıllardır ezberlenmiş yoldan çıkılıyor, en azından düş- kurgu boyutunda gerçekleşen başka bir gerçekliğe geçiliyor. Buna bir idman da diyebiliriz, alışılanın ötesine geçme denemeleri… Özgür birey olma sürecinin büyütülmemesi gereken içsıkıntıları… Bu anlamda bilinç, kendine göre daha uygun bir yaşama biçimine, biçimlerine yönünü çeviriyor. Bedenin de
isteği bu. Yönünü çevirdiği yerde yeni bir hayat var. Yeni bir hayat olması gerekiyor…
Bütünlük durumu ilerde bir yerde sağlanabilir, şimdilik parça parça görünmesi doğal.

İmgeleriniz oldukça kuvvetli. Peki siz imgelerinizi ve imgeler arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?

Benim derdim, benim dışımdaki hayat ve onun işleyişiyle ilgili, ben de tarihin busahnesine denk geldim ve ona şaşkınlıktan açık kalmış gözlerle bakıyorum. Tarih bilinciyle şiir bilgisi yan yana gelince ortaya hiç alışık olmadığımız, yoldan çıkmış bağdaştırmaların girmesi kaçınılmaz olur kanısındayım. İmgeler arasındaki ilişki, ne görülsün isteniyorsa onun eşi benzeri bulunmaz birörnekliğine yeni bir gerçeklik katsın diyedir.

Bir süredir Muğla’da olduğunuzu biliyorum. Muğla şiirlerinize sızmayı başardı mı?

Bilmiyorum, daha sonra belli oluyor böyle şeyler, bende bu biraz daha gecikiyor sanırım; çünkü bu konuda hafif süvari sayılmam. Bir yere gidersem, oralı oluncaya kadar orda yaşadıktan sonra başka bir yere geçiyorum. Geçme değil kopma oluyor artık bu. Çocukluğumda ayrılması bana zor gelen yere yıllar sonra başka bir Diyarbakır yerlisi, başka bir İzmir sevdalısı olarak geri döndüm. Balkondan bakınca neyi istersen onu görüyorsun biraz da… Görülecek yerler o kadar çoğalıyor ki… Yani işe neresinden bakarsanız bakın, mekan hem etkileyici hem de esinleyici olarak varlığını çeşitlendirerek sürüp gidiyor. Dün
algıladığınız mekan bugün başka bir yer olmuş. Tam şiire göre. Gördüğünüz şey, gördüğünüzden fazlası olup çıkıyor.

Şiirlerin yazılma süreçleri birbirine benzer mi? Bir şiir kendini nasıl yazdırır?

Şiir bir ayrıntılama uğraşı olduğu kadar, ‘bütün’ özelliğine de sahip olan çok anlamlı bir çağrışımla bir noktaya toplanmış, karmaşık olduğu kadar anlaşılır olmayı da gözeten anlam katmanlarının oluşturduğubenzersiz yapıdır. Bu anlamda, şiirler ilk bakışta birbirlerine benziyor sanılsalar da kar taneleri gibidir, birbirlerine tam olarak hiçbir zaman benzemezler.
Şiiri oluşturanlar o şiirin yapısının şeklini de belirler. Şiirde bir ‘içdökme’ vardır; ama bu her
zaman ‘itirafçı’ bağlamında ele alınamaz. Kaldı ki itirafçı şiirde de ortaya dökülen itiraf, çeşitli yönleriyle herkesi ilgilendiren bağlamlarda görünür hale gelir.Sonuçta, bir insanlık durumunun altı çizilmektedir. Sen’i de içine almayan Ben şiirde geçerli değildir. Bu anlamıyla toplumsal bir temaya çalışmakta olan bir şiir de yapı bakımından bireysel iç bağlantılar yoluyla kendini var kılmaktadır. Ortaya daha önce aynısı olan bir yapı değil şekil bakımından birbirine benzer yeni bir yapı çıkmıştır. Yoksa, düzyazı şiiri başka nasıl açıklayabiliriz, manzumeden düzyazı şiirin farkını nasıl açıklayabiliriz. Nasıl şiir okuma gereksinimi duyar hale geliyorsak, şiir yazma isteği de aynı gereksinimden doğar. Dünyayı içkin ve aşkın bir dille kavrayıp onu okunaklı hale getirmek demekse şiir, yaşıyor olmanın
farkına varma ile ilgili bir eylemin içinde buluruz kendimizi. Bu da benzeşikliği değil, farklılığı getirir. Böyle karmaşık ve aynı zamanda anlaşılır bir yapıyı oluştururken her şiirin oluşum biçimi en yetkin şeklini arar, şair, en yetkin biçimi bulmak için yapıyı tekrar tekrar kurup-
yıkıp-dönüştürerek yeniden kurar. Bu bozup yeniden kurmanın oluşum aşaması her şiirde aynı olamaz, şiir mekanik bir işleyiş değil. Bazı yapılar, kendini bir bütün olarak ele vermenin az öncesinden başlatırlar oluşum sürecinin görünen kısmını, iki kalem darbesiyle görünür olurlar. Bir şiire bir duygudan mı, bir düşünceden mi, bir müzikten; bir ilk dizeden
mi, yoksa şiirin sonundaki sentez dizeden mi başlanacağına o şiiri diğer yapılardan ayıran imgelem bütünlüğünün akışı karar verir.

Edebiyat dergilerinin önemi nedir, siz dergilerde ne zaman yayınlamayan başladınız, bunun ilk kitabınızın çıkması üzerinde bir etkisi oldu mu?

Edebiyat ilgisi birkaç yıl, üç beş sezon değil, bir hayat boyu, son nefese kadar sürecek olan bir bağlanma/özgürleşme sürecidir, bu süreç yalnızca ‘yazma’ ile de açıklanamaz, ilginin öteki kanadı ‘okuma’dır. Edebiyat dergilerine ulaşımı keserseniz, edebiyat kültürünün günü kavrayışını kaçırmış olursunuz. Edebiyat dergileri, diğer bilim dallarının birikimiyle dönemin
zihniyetini, algılayışını bize verir. Bunlar, edebiyatın beslendiği nesnel koşulların kaynaklardır, edebiyatı besleyen hayattır çünkü, hayat edebiyata dilini ve biçimini verir. Ben 1980’de edebiyat dergilerinde yayınlamaya başladım. Başta şiir olmak üzere, öykü ve diğer metinlerdi bunlar. Dokuz yıl dönem dergilerinde yazdıktan sonra ilk kitabım Bir Günlük Güneş çıktı. Kitaptaki şiirlerin çoğu dergilerde yayınlanan şiirler değildi. Günümüzde gençlerin çoğu hemen kitap çıkarmak istiyor. Bu genç arkadaşların henüz ‘eleştiri’ ile gerçek anlamda karşılaşmış olduklarını sanmıyorum. Çünkü öyle olsaydı hemen kitaba yönelmeyecekleri bir gerçekti. Kendini kurma süreci sağlıklı bir zemine oturmadan girişilen her kitap serüveni anlamsız bir ‘heves kırılması’ getirir. Dergiler, mevcut konumlarıyla eleştiri sürecinin işlevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu eleştiri olmazsa olmaz, insan, en azından yazmaya çalıştığı şiirin gerçekte ne olduğunu bilmek zorundadır; çünkü şiir, karanlıkta gelişigüzel yürüme sanatı değildir.

Şiirlerinizin yapısı ilk yaklaşımda anlatımcı gibi görünse de asıl sorunun anlatılanların sergilenmesi olmadığı, imgelerle farklı bir noktaya taşındığı görülüyor, bu konuda neler söylemek istersiniz?

Hiçbir şey göründüğü kadarıyla ne olduğu- olmadığı hakkında yeterli veriyi bize sunamaz, üstelik şiir söz konusu olunca bizi özgün bir yapıya götürecek olan ayrıntıların sıralanışı ve onların uygun bir şekilde dile getiriliş biçimi olduğu da unutulmamalı. Bu, dili ve nesne olanı(dünyayı) tutuş biçimiyle ilgili, estetik, daha geniş anlamıyla felsefi bir kavrayışın dönüştürme yetisine sahip etkinlik alanıdır. Pratik’in kendine has işleyişinde, nedenle
sonuç arasına birbirinden farklı ayrıntılar girer ki bunun sonucunda neyin ne olduğu konusunda bir sorun yaşanabilir; ama bütün bu ayrıntıların ortak çağıranı, son çözümlemede tek bir ana neden olduğundan, sorunun çözümü tek bir sonuç altında toplanabilir; küçük farklılıklar tamamen gereksiz görülüp atılmazlarsa, çağrışım katmanları yaratmada kendiliğinden yardımcı bir figür olabilirler Ayrıntıları, yardımcı temaları söz ve
anlam sanatlarıyla aynı bütünün uyumlu parçalarına dönüştürmek, ayrıntıların anlam bağlantılarını ana temaya çıkarır ki o da doğrudan doğruya üstünde konuştuğumuz metnin içinde adıyla geçmez, biz onu duyumsarız, bizde önceden var olan benzeriyle (benzerleriyle) birleşerek çoğu zaman başka bir ‘şey’ olabilir,olur.

Şair, yaşadığı zamanda yazılandan tamamen farklı bir şiir yazabilir mi?

Hayır, yazamaz. Şaire o şiiri yazdıran, tarihsel akış içinde değişe dönüşe o güne kadar gelen bütün birikimlerdir. Şair debiölçerdir bu konuda, o noktadadır. Bir nokta. Kendi dilinde ve öteki dillerde yazılagelmiş şiir ve şiir bilgisinin serüveni ve o dillerdeki yön değiştiren, belirleyen belli başlı şairler, akımlar, dönemler, sanat hareketleri… Hangi çağda hangi şiir
çiçeğinin açacağını ve kalıcı olacağını o dönemin kendine özgü şartları belirler. Bir dönemde binlerce şair şiire çalışır; fakat içlerinden biri, ikisi kalıcı olur. O şairin veya şairlerin şiiri de döneminde yaşamış olan öteki şairlerin şiirlerinin ortak yönlerini bünyede barındırırken, onlardan farklı olarak daha başka egemen bir kaynaktan seslenirler; çünkü şair hem kendi sesini hem de dönemin kendine has şiir sesini aynı anda, birlikte yakalamıştır.

Işıklı Balkon’dan sonra sıra öyküde mi, ne görünüyor ufukta?

Ufukta ikisi birden bir görünüp bir kayboluyor; ama net değil, dünyanın ufukları gibi. Aydınlık ve ışıklı ufuklara doğru, diyelim biz yine…

muzafferkale edebiyat şiir edebiyatatolyesi isiklibalkon