Sait Faik Öykü Ödülü sahibi Pelin Buzluk'la konuştuk: Gerçeğin sınırı hayal gücüne ket vuruyor...

Rıfat Kırcı  
İlk kitabı Deli Bal’dan itibaren edebiyatseverlerin hayatına giren Pelin Buzluk okurla bağını ikinci kitabı Kanatları Ölü Açıklığında ve son kitabı En Eski Yüz ile güçlendirdi. ‘‘Nerede ve nasıl yaşıyorsam, o duygulanım, düşünceler ve nesnellik öykülerime yansıyor‘‘ diyen Buzluk, yazmanın aynı zamanda yıkarak yaratmak olduğunu belirtiyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitapları yeni baskılarıyla raflardaki yerini koruyan Pelin Buzluk ile öykücülüğü üzerine konuştuk.

*Öyküleriniz huzursuz bir uykuda görülen rüyalar gibi. Bazıları ise distopyaları çağrıştırıyor. Bu anlatım tarzını oluştururken ne gibi yöntemler kullandınız?
Rüya, kâbus, distopya benzetmeleri öykülerin anlatımı için değil de, atmosferleri için yapılabilir. Kurgu düşüncelerim rüyalardan çok fazla besleniyor, ya rüyadan esinle ya da rüyaya öykünerek yazıyorum. Gerçeğin sınırı hayal gücüne ket vuruyor, metni kısıtlıyor çünkü. Dil ve anlatım da bu kurgu düşüncelerine göre şekilleniyor. Ayrı ayrı planlanmıyor. Yazma esnasında birbirleriyle uyumlu olarak gelişiyorlar. Çünkü ben yazmak istediğim dünyaya inanmış, orada kısa bir yaşantı sürmüş oluyorum.

*Özellikle “Deli Bal”da doğum-ölüm döngüsüyle sıkça karşılaşmamızın nedeni nedir?
Bunun nedenini bilemem. Ancak şöyle bir tahmin yürütülebilir: Yazmaya başladığımız yıllarda doğum ve ölüm temaları ilgimizi daha fazla çeker. Yazmak bir çeşit yaratmadır, yıkarak yaratma. Teoride ve pratikte zaten doğum ve ölümü içerir.

“62 Tavşanı” özelinde bir soru yöneltmek istiyorum. Buradaki baba neyi sembolize ediyor ve neden istisnasız her evlat babasını öldürmek istiyor?
Buradaki babanın neyi sembolize ettiğini açıklamak okur ile metin arasına girmek olur. Ben öykülerimi açıklamaktan yana değilim. Öyküler oldukları kadar oradadır, gerisi okurun imgelemiyle şekillenir, yeniden üretilir. O öyküde tekil bir babayla değil babalık müessesesiyle derdim vardı. İstisnasız her evlat babasını öldürmek istemiyor aslında. Öyküde böyle bir veri yok.

“Kanatları Ölü Açıklığında”daki öykülerinizle metaforlar ve imgelerle toplumsal belleğimizi canlandırdığınızı düşünüyorum. Hepimizin bildiği; yaşlıların tanık olarak, gençlerin ise duyarak, okuyarak öğrendiği katliamlar, darbeler gibi konuları çağrıştırıyor öyküleriniz. Bu bilinçli bir tercih ise neden doğrudan anlatmayı tercih etmediniz?
Buna tercih demezdim. Nerede ve nasıl yaşıyorsam, o duygulanım, düşünceler ve nesnellik öykülerime yansıyor. Doğrudan anlatmak benim işim değil, ben gazeteci ya da belgeselci değilim. Kurgu anlatılanı çoğaltır, ona yeni çağrışımlar açar. Böylece okurun imgelemini uyarır, harekete geçirir. Bir haber metni bunu yapmaz, bu kalıcılıkta imgeler üretemez.

“En Eski Yüz”deki öykülerinizde ilk iki kitabınızda bize sunduğunuz tarzın biraz farklılaştığını gördük. Bu durumla ilgili eleştirilerle de karşılaştınız. Neler söylemek istersiniz?
Her kitabımda yazma uğraşımın başka bir evresinde olmak istiyorum, bunun için çalışıyorum. Kendimi tekrar ettiğimi düşündüğüm öykülerimi kitaplarıma almıyorum. Bu yüzden dil, anlatım, kurgu farklılaşmayı sürdürecektir.

Ve etkileyici kitap isimleri. Kitaplarınıza nasıl isim veriyorsunuz, neye dikkat ediyorsunuz?
Herhangi bir öyküyü öne çıkarmamak için kitaba öykülerden birinin adını vermeyi doğru bulmuyorum. Bunun yerine kitabın içindeki öykülerin ortak etkisine, aurasına bir ad arıyorum.

2020 yılı Sait Faik Abasıyanık Öykü Ödülü sahibi Ethem Baran'dan yazar adaylarına tavsiyeler


 

 

pelinbuzluk yazar saitfaik ödül öykü