Bir bibliyoistin kitap notları

MUSTAFA K. ERDEMOL

Kitap Kokusu adlı kitabımı lütfedip okuyanlar sıkı bir kitap koklayıcısı olduğumu biliyorlardır. Bu, tasarlayarak, planlayarak edindiğim bir alışkanlık değil tabii. Kitapların gerçekten
koktuğu dönemlerde çocuk olmanın getirdiği bir şans sadece. Henüz okumayı sökmediğim zamanlarda kitaplara olan ilgim kokuları yüzündendir. Kuşkusuz milyonlarca insan var benim gibi. Tümümüze, yani kitap koklayan bizlere yakıştırılan bilimsel bir de adımız var: Bibliyoist. Genellikle eski kitapların kokusuna düşkün olanlar için türetilmiş bir sözcük ama artık eski ya da yeni tüm kitapların kokusundan zevk alanlar için kullanılıyor. Bir süre sonra yok olup gittiğimizde, artık kok-mayan kitaplarla başbaşa kalacaklar okurlar. O nedenle artık bu adı sadece ilgili kitaplarda görebilecek sonraki kuşaklar, biz de bu sıfatı taşıyan son “okurlar” olacağız belki de.. Oysa ben, koklama da dahil kitaba olan ilgimi “kitapsever” sözcüğünün daha iyi ifade ettiğine inanıyorum. Ama bilimin ad koyma tutkusundan kurtulmak mümkün mü? Adımız ille de bibliyoist olacak. Olsun bakalım.
Ama benim için tanımlamalar burada bitmiyor. İnanılmasını isterim, çok beğendiğim bir kitabın bitecek olu-şundan ciddi üzüntü duyduğum, korktuğum çok olmuştur. Hala da oluyor. Bunun psikolojik bir vakıa olduğunu düşünen akıllı insanlar bu korkuyu du-yanlara da hemen bir ad yakıştırıverdiler. Okunacak kitabın bitme korkusuna Abibliophobia deniyor. Yani bendeniz, bir de bu dertten mustaribim.

FARELER VE İNSANLAR’IN BAŞINA GELEN
Ama bir kitap okuru olarak tek derdim bu olsun deyip, pek de yakınmıyorum bu nitelendirmelerden. Kitabın ortaya çıkış serüvenini, yazarlarının yazım aşamasında çektiklerini öğren-dikçe derdimi sever bile oldum, bir tür “şükretme” halindeyim ya da. John Steinbeck’in başına geleni öğrendikten sonra yakınmaya hakkım olur mu hiç? Steinbeck’in muhteşem kitabı Fareler ve İnsanlar’ın el yazmasının yarısını yazarın Toby adlı köpeği yemiştir örneğin. Tek el yazmasıydı üstelik. Köpeğine çok düşkün olan Steinbeck elbette durumu kabullenmiş, yayıncısı-na yazdığı mektubunda “belki de Toby bir eleştirmen gibi davrandı” diyerek dalgasını da geçmiştir. Sonra tabii ki ye-niden yazmak zorunda kalmıştır kitabı büyük yazar.
Zevkle okuduğumuz, etkisinden kurtulamadığımız, zamanları aşan o muhteşem kitaplar kolay yazılmıyor kuşkusuz. Victor Hugo, Notre Dame’ın Kamburu’yu yazarken, uşağından tüm elbiselerini kendisinin bulamayacağı bir yere saklamasını istemişti. Çünkü kitabını yazıp bitirmesi için dışarı çıkmamalıdır hiç. Üç ciltlik o şaheseri altı ay hiç durmaksızın yazdığına bakılırsa, yöntem işe yaramış bir hayli.
Marcel Proust nasıl bir çılgındı öyle? Kayıp Zamanın İzinde adlı şaheseri, ki 13 cilttir, aşağı yukarı, 4,215 sayfadır. Boşluklar dahil tahmini 9,609,000 karakterden oluşuyor kitap. Oturup he-saplamışlar, dakikada 300 kelime okuyan ortalama bir okuyucu, bu romanı bitirmek için en az 70 saat harcamak zorunda. İşte kokladığım, bitmesinden ödümün patladığı kitaplar bu tür kitaplar. Psikolojinin nesnesi olmaya değmez mi? Değer tabii.

KİTAPLARDAN YOL DA YAPILIR
1 ağaçtan 50 kitaplık kadar kağıt üretildiği söyleniyor. Tabii ki üzülüyoruz böyle olmasına ama ağaçlar ne kadar yararlı bir işte değerlendirildiklerini bilip mutludurlar diye de düşünüyorum bir yandan. Ağaç bize en güzel meyvesini veriyor çünkü. Okuyoruz, kokluyoruz o meyveyi. İşi bitince ne oluyor peki? İşi bitip, kenara bırakılacak bir kitap yoktur benim için. Ama kimileri için var maalesef. Tüm gençliğim İngiltere’de geçti. Bütün kentlerini bilirim; Birmingham’ı da tabii. Bu kentten geçen M6 adlı paralı yolun bir kısmını inşa etmek için hamur haline getirilmiş kitaplar kullanıldığını öğrendiğimde çok canım yanmıştı. İngilizlerin pek ünlü Mills ve Boon adlı bir yayınevi vardı. Bu yayınevinin çıkardığı romanlardan tam 2.5 milyonunu satın alıp, hamur haline getirip otoyolun üst katmanının yapımında kullanmışlar. Ne denir şimdi buna?

E-KİTABI YENİ Mİ SANIYORSUNUZ?
Ben/biz artık yeni baskı teknikleri yüzünden kokuları kalmadığı için kitap koklayamıyor, eskilerle idare ediyoruz. Kaldı ki kağıt baskı da yavaş yavaş terk ediliyor. Ağaçlar adına sevinmemize yol açıyor bu, gerisi tamamen acı benim için. Artık e-kitap var, malum. Telefonunuzdan, bilgisayarınızdan, bu tür kitapların yüklendiği aletlerden kitap okunuyor artık. Asla bir kitap sayfasını çevirmenin tadını alamam ama artık böyle okunuyor kitaplar. Çok yeni bir gelişme sanılabilir. Oysa hiç de öyle değil. Dünyadaki ilk e-kitap, 1971’de yayınlandı. Adı The Declaration of Independence (Bağımsızlık Bildirgesi). Teknoloji uzmanı, aynı zamanda bir fütürist olan Michael Stern Hart gerçekleştirdi bunu ilk olarak. Illinois Üniversitesi’ndeki Xerox Sigma V ana bilgisayarına erişim izni verildi Hart’a. Bağımsızlık Bildirgesi’nin ücretsiz bir basılı kopyasını bilgisayara aktardı. Dileyenlere de okuttu.

Kitap okumak kolay artık. Ulaşmak zor değil. Bizim, Eşekli Kütüphaneci olarak bildiğimiz o saygıdeğer Mustafa Güzelgöz 1950’li yıllarda Ürgüp köylerindeki vatandaşlara kitap ulaştırmak amacıyla ‘eşekli kütüphane’ ismiyle proje geliştirmiş, eşeğiyle kitaplar taşımıştı köylere. Bunun öncüsü de George Moore adlı bir İngiliz hayırseverdir. O da 19. yüzyılda, Mustafa Güzelgöz gibi at arabasıyla kitaplar götürürdü yaşadığı Cumbria kasabasının sekiz köyüne. Şimdi elinizdeki küçücük telefonlara bile yüzlerce kitap sığdırabilir, dilediğiniz yerde okuyabilirsiniz. Bir kitap koklayıcı olarak benim açımdan trajik bir durumdur bu ama ne yaparsınız ilerlemenin önüne geçilemiyor.

KOKLANMAYACAK KİTAP DA VAR
Bunu benim söylemem dostlarımı şaşırtabilir. Ama tüm kitap koklama deliliğime rağmen asla koklamayacağım kitaplar da var. Harvard Üniversitesi Kütüphanesi’nde insan derisiyle ciltlenmiş o dört hukuk kitabını kim koklamak ister? Bu berbat işin bir de adı var; Antropodermik bibliyopegi deniyor. Neden böyle bir ihtiyaç duyulmuş anlamak zor. Hukuk kitabı bunlar ama ciltleyenler de doktorlar. Hayvan derisinden yapılanları da var. Kim akıl ettiyse boynu altında kalsın.

İnsan derisiyle kitap ciltlerler bu Amerikalılar ama Harry Potter gibi son derece masum bir çocuk kitabını yasaklarlar. ABD’de en çok yasaklanan kitaptır bu. Büyücülüğü teşvik ediyor diye üstelik. Bu kitabın macerası da ilginçtir aslında. Yazarı JK Rowling kitabını yolladığı 12 farklı yayınevinden ret yanıtını almıştır. En son basmayı kabul eden çok da kar yaptı haliyle. Dünya çapında dört yüz milyona yakın satıldı bu kitap.

Yeri geldi madem, belirtelim; bu Harry Potter bu adla ilk kez 19 Mart 1972 tarihinde sosyalist Polonya’da Życie Literackie adlı edebiyat dergisinde yayınlanmış bir kısa öyküdür. JK Rowling bu kitabı çaldı dediğim yok tabii ki. Belki adını duymuş olabilir, aldıysa kahramanının adını almıştır sadece. Çünkü kısa öykü Harry Potter’in yazarı Jan Rostworowski yirmi sekiz yıl İngiltere’de yaşayan Polonyalı bir yazar/şairdi.

Kitaplarınızı koruyun. Yani e–kitap her yeri ele geçirmeden önce. Bu derginin okuyucuları çoğunlukla gençler elbette ama sayfaları çevirme tadını almış olanlar da vardır tabii ki araların-da. Kitabınızı hırpalamayın, yakmayın, ıslatmayın, altını çizin ama sayfalarına yazı yazmayın, karalamayın. Günahtır çünkü.

Kitapları korumak için ne ilginç yollar bulmuş insanlar, bilseniz. Portekiz’de Biblioteca Joanina adlı bir kütüphane vardır. Sadece kitap yiyen böceklerle beslenen bir tür yarasa bulundurulur burada. Yarasalar sürüler halinde gün boyu kitap raflarının arkasına saklanır, geceleri kitaplara zarar veren böcekleri yiyerek kendilerine ziyafet çekerler. 300 yıldan beri üstelik. Bizim kitapları korumak için yapacaklarımız ise gayet basit. Söz ettim birkaç satır önce.

Kitapsever olarak şöyle bir dünya hayalim var; her yer Irak gibi olsa. Bağdat’ın merkezinde, El Reşit Caddesi’ndeki kitapçılar kitapları, içeride yer kapladığı için dışarıda bırakıyorlar geceleri. Kimse almıyor. Çünkü gerçek okurlar, çalmıyor, hırsızlar ise okumuyor.

Kitaba dair yazılacaklar bitmez. Fırsat bulursa, yine yazmaya çalışırım