Reklam

Kurtarılan

Kurtarılan
28 Aralık 2021 - 12:47

Uğur Ülger
Nihat ve Yavuz bağlamanın tellerine vururken, çoğu TARİŞ işçisi ve onların yakınlarından oluşan Gültepeliler, sol yumrukları havada umuda ezgileri dinliyor ve bir gün gelecek olan güzel günleri hayal ediyordu. Eylemlerinin Aydınlıkçılar tarafından başarısızlığa mahkûm görülmesine rağmen, kurdukları barikat ve farklı fraksiyonların bir arada eylem çıkarabilme yeteneğini gösteren dayanışmaları, yaklaşmakta olan güzel günleri anımsatıyordu. Direnişleri Gültepe’den dalga dalga yayılarak ülkenin farklı bölgelerindeki demokratları, yurtseverleri, işçileri devrim bilinciyle dolduracak ve halk güçlü yumruğuyla faşizme darbe vuracaktı. O yüzden tam da şimdi TARİŞ’te, Çimentepe’de, Gültepe’de faşizme karşı direnme vaktiydi.
Gazi ve Deniz Çobançeşme’deki barikatları, slogan atan kararlı ağabeyler, ablalar, anneler ve babaları görünce heyecanla evlerine doğru koştular. Yaşça büyük olan Deniz, olgun bir edayla “Biz de barikat kuralım yoldaş,” dedi. Ağabeyini her konuda taklit etmeye çalışan Gazi hemen onayladı.
Aradaki boy farkı olmasa ikiz sanılabilecek, erkek mi kız mı oldukları ilk bakışta belli olmayan biri yedi diğeri dokuz yaşındaki kıvırcık saçlı iki çocuk, barikat kurmakta kullanacakları malzemeyi edinmek için sokak sokak dolaşmaya başladılar. Boş arsalar, asfaltsız yollar, bakımsız gecekondular arasında dolaşırken, Deniz’in gözüne belediye bahçesindeki tuğla yığını takıldı. Bahçeye giren iki kardeşin, duvar kenarında gördükleri el arabasını kullanmaları gerektiğini anlamaları uzun sürmedi. Birer ucundan tuttukları tuğlaları büyük bir gayretle arabaya yerleştirmeye başladılar. Deniz, dördüncü tuğladan sonra “Artık yeter. Bir tur daha yaparız,” dedi ve çocuklar, sırayla ittirdikleri el arabasıyla kendi sokaklarına doğru ilerlemeye başladılar. Üçüncü turu bitirmişlerdi ki paydos etme kararı aldılar.
Ertesi gün babaları ile tekrar barikatlara gittiler. Çevredeki işçilerle, Dev Yolcu ve Halkın Kurtuluşu taraftarı ağabeylerle birlikte ayaküstü kahvaltı yapmak Deniz ve Gazi’nin heyecanını körükledi. Çocuklar bir süre sonra direniş alanından ayrılarak belediye bahçesine yöneldiler. Belediye işçilerinin TARİŞ direnişine destek vermek için grevde oluşu iki küçük devrimcinin işini kolaylaştırıyordu. Son kez tuğlaları el arabasına koyup yola koyulduklarında belediye önünde bir Chevrolet durdu. Arabadan inen bir adam belediyeye doğru koşarken çocukları fark etti. “Hoop! Ne yapıyorsunuz? Yoksa tuğlaları mı çalıyorsunuz!” Deniz, karşılarında gördükleri takım elbise giymiş, sık ve kabarık saçlı adamı Türk filmlerinde gördüğü artistlere benzetmişti. Çocuklar sessiz kalınca adam biraz da muzip bir ses tonu ile “Yoksa gecekondu mu yapacaksınız tuğlalarla? Bana bakın benim bölgemde gecekondu ticaretini yasakladım. Yaptığınız gecekonduyu satarsanız külahları değişiriz.” Biraz cesaret toplayan Deniz, “Hayır. Biz barikat yapacağız. Dev-Yolcuyuz biz,” deyince adamı bir gülümseme aldı, “Dev-Yolcular benim yoldaşımdır, istediğiniz kadar alın, sonra el arabasını getirin ama!” İki kardeş mutluluk ve umutla yollarına devam etti.
Gazi, arkasına çömelip oturacak kadar büyüklükteki barikatın önüne çökmüş, küçük elleri ile tuğlaları yerine oturtmaya çalışıyordu. Elinde iki dilim salçalı ekmekle gelen Deniz, birini kardeşine uzattı. Gazi, “Beş taş oynayalım mı?” Yanaklarını şişirecek büyüklükteki son lokmasını ağzına atan Deniz, “Tamam. Git taşları getir.” Ellerini yere koyup, yaşlı insanlar gibi inleyerek doğrulan Gazi eve koşup taşları getirmişti ki gök gürüldemeye başladı. Atıştıran yağmura rağmen barikatlarını bırakmak istemeyen çocuklar yere oturup beş taş oynamaya başladılar. İki çocuğun önce saçları ıslandı, sonra kıyafetleri. Oturdukları yer çamur olduğunda ayağa kalkıp eve doğru koştular. Kapıdan içeri girmişlerdi ki hızlı adımlarla eve gelen annelerini gördüler. Komşudan gelen kadın ıslanmamak için boş bir sebze çuvalını başının üzerine örtmüştü. Ertesi gün bu çuval barikatın üzerine çatı olarak örtülecekti. Çuvaldan sonra arkası da geldi. Tuğlalar arasına soktukları bakır bir tele tespih astılar, oyun taşlarını sakladılar, deliklere dondurma çubukları yerleştirdiler.
İskender öğretmenin ölümünden sonra anneleri dışarı çıkmalarına izin vermez oldu. Hele evdeki konuşmalardan Aydın Erten’in öldüğüne* dair bir şey duyduktan sonra pencereden bakmaları bile yasaklanmıştı. Artık babaları evde kalmıyor, arada sırada yiyecek bir şeyler getirip gidiyordu. İki kardeş bir gün evde oyun oynarken dışarıdan silah sesleri duyulmaya başladı. Silah sesleri uzun sürmüştü ve mahallenin her alanına yayılıyordu. Dışarıdan gelen seslere, Deniz ve Gazi’nin ellerindeki hayali silahları birbirlerine doğrultarak ağızlarından çıkardıkları ses eşlik ediyordu. Uzun bir süre sonra etrafı saran sessizliği megafonla yapılan bir anons bozdu: “Gültepe’yi kurtardık!” Gültepe kimden kurtarılmıştı? Yoksa Gültepeliler mi kazanmıştı bu savaşı? Deniz ve Gazi “Kazandık!” diye bağırarak sevinçle sıçradı. Anneleri sessiz olmalarını istedi ve o gece hiç konuşmadı. Ne olduğunu kavrayamayan iki kardeş, ertesi gün evlerinin askerler tarafından aranması üzerine bir tuhaflık olduğunu sezmeye başladı. Oyuncaklara dek her şeyi, her yeri arayan askerler babalarının gözaltında olduğunu söylemişti. Anneleri ağlıyor, sokaktan hiç ses gelmiyordu. Sanki tüm hayat durmuştu.
Bir gün, anneleri bir komşu ile karakola giderek babaları hakkında bilgi alacağını söyledi. İki kardeşi evde kalmak konusunda tembihlemiş olsa da önce kapının önüne oturan çocuklar yavaş yavaş sokağa çıktılar ve merakla barikatlarının olduğu arsaya gittiler. Tuğlalar parçalanmış, çuval yırtılmış, dondurma çubukları çevreye savrulmuştu. Çocuklar, Gültepe’nin kimden kurtarıldığını anlamaya başlamışlardı.

 


*Aydın Erten’in ölüm haberi asılsızdı.