Reklam

İthaki Yayınları şubat ayını yepyeni kitaplarla karşılıyor

İthaki yayınları şubat ayında dünya edebiyatından birçok kitapla okurlarına merhaba diyor.

İthaki Yayınları şubat ayını yepyeni kitaplarla karşılıyor
15 Şubat 2021 - 19:15
Tanıtım Bülteni

Kadınlar Adası

 

24 Aralık 1617. Norveç’in en kuzeydoğusunda bir ada, Vardø. Denize açılmış kırk adam, duyanların büyüyle çağrıldığını düşündüğü bir fırtınada yaşamını yitirir, geride ise kadınların hâkimiyetinde bir topluluk kalır. Yirmi yaşında, genç bir kadın olan Maren de bu felakette babasını ve kardeşini kaybeder.

Üç yıl sonra, tehlikeli bir figür gösterir kendini: Kuzey adalarında cadı olarak hüküm giyenleri yakarak idam eden Vekil Absalom Cornet. Yanında da, otoritesini hem zorlayan hem de ondan korkan genç eşi Ursa. Absalom burayı Tanrı’nın dokunmadığı ve korkunç bir şeytaniliğin hüküm sürdüğü topraklar olarak görür. Maren ile tanışan ve gitgide daha da yakınlaşan Ursa ise bu yabancı topraklarda, yeni arkadaşıyla beraber daha önce hiç görmediği bir şeyle karşılaşır: Bağımsız kadınlar.

Kiran Millwood Hargrave’in, gerçekte de yaşanmış, Vardø fırtınası ve 1620 yılındaki cadı avlarından yola çıkarak kaleme aldığı Kadınlar Adası, medeniyetin uzak ucunda, aşka, kötülüğe, takıntıya, ataerkil şiddete ve kadınların kudretine dair tüyler ürpertici, feminist bir tarihi roman.

“Hargrave’in kalemi derin ve yoğun. En önemli öngörüleri de insan yüreğine dair: önyargılar birdenbire nasıl cinayete yol açabilir ve bu önyargılara karşı koymak için sevgi ile cesarete ne kadar da muhtacız.” 
– Madeline Miller, Ben, Kirke’nin yazarı

Kadınlar Adası nefesimi kesti. Bir topluluğa, coğrafyaya ve ilişkiye dair incelikle çizilmiş bir portre. Eşit derecede umut ve korkuyla okudum romanı.”
– Tracy Chevalierİnci Küpeli Kız’ın yazarı

Kadınlar Adası’nın bize kadınların gücü ve aklı karşısında ataerkil korkuyu gösterme biçimine hayran kaldım.”  
– Sarah MossHayalet Duvar’ın yazarı
 
“Sadece günümüzün değil, insanların sevdiği, öfkelendiği ve başka bir ihtimali hayal ettiği her dönemin romanı. Hargrave bir kasırga, fırtınalı bir yetenek.”
– Daisy Johnson, Derindeki Her Şey’in yazarı

Çevirmen: Anıl Ceren Altunkanat 

Makine Yazı

 

“Güçlü, gerçekçi karakterlerin olduğu, usta işi bir eser.” 
– Frederik Pohl

“Crowley’nin en iyi eseri. Bilimkurgu türünde yazılmış en iyi kitaplardan da biri.”
– John Clute
 
“FIRTINA GEÇELİ, MELEKLERİN YARATTIĞI
DÜNYA YOK OLALI UZUN ZAMAN OLMUŞTU.”

 
John Crowley, bilimkurgu edebiyatında kendine has, “kişilikli” bir sesi olan,
her bir karakteri ise farklı seslere sahip, yaşayan en iyi spekülatif kurgu yazarlarından. Post-holokost bir dünyanın naif ve sırlarla örülü portresini çizdiği Makine Yazı ise masalsı bir arayış romanı.
 
Dünya’daki canlı yaşamını neredeyse sona erdiren, “Fırtına” adıyla anılan afetten bin yıl sonrasında eski medeniyetin azizlerle, her şeyi mümkün kılan teknolojileriyle ve kendilerini yok eden kibirleriyle dolu hikâyelerini dinleyerek büyüyen Konuşan Saz, az sayıda insanın yaşadığı, labirenti andıran, görünmez ve değişken sınırlara sahip Küçük Belaire’de “Gerçeği Konuşanlar” topluluğuna dahildi.
Topluluğun dışına çıkmak ve bir aziz olmayı öğrenmek en büyük arzusuydu. Âşık olduğu ve Fısıltı mezhebine dahil Günde Bir Kez adlı kız, Dr. Boots’un Listesi isimli tuhaf bir toplulukla birlikte Küçük Belaire’den ayrılınca onu takip etmek için Saz da yolculuğa çıktı.
 
Saz’ın azizlik arayışı uzak geçmişe, yeryüzünü terk ederek bulutların üstünde yaşamaya başlayan teknolojik açıdan gelişmiş “melekler”e, şu anki dünyanın müsebbibi çağlar süren kazalar ve felaketler serisine dair bir arayışa dönüşecekti. 

Makine Yazı, geçmişin, şimdinin ve geleceğin melankolik yankısı.

Graham Sleight’ın önsözüyle
 
Çevirmen: Sevda Deniz Karali

İtaat

 

Fransa’nın önde gelen ve hem demeçleri hem de eserleriyle
pek çok tartışma yaratan yazarlarından, Prix Goncourt ve Prix Novembre gibi saygıdeğer ödüllerin sahibi Michel Houellebecq’in bu yeni romanı
7 Ocak 2015 tarihinde yayımlandı. Aynı gün Charlie Hebdo mizah dergisine
El-Kaide tarafından yapılan saldırıda on iki kişi hayatını kaybetti, on bir kişiyse yaralandı. Houellebecq’in romanı İtaat kimilerince İslamofobik bir provokasyon olmakla itham edildi, yazar da dönemin Fransız Başbakanı Valles tarafından bile eleştirildi.
 
2022 yılında Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in adayı Mohammed Ben Abbes galip gelir. Ülke süratle şeriat yönetimine geçerken, J. K. Huysmans uzmanı, hayata dair heyecanını kaybetmiş akademisyen François’nın da karşısına büyük bir fırsat çıkar.
Bunu değerlendirip değerlendirmemekse hayatının dönüm noktası olacaktır.
 
İtaat, kışkırtıcı yazar Michel Houellebecq’ten Avrupa’nın korkularına, inanç
ve siyasetin kendisine, dünyanın kaotik geleceğine dair sivri dilli bir hiciv.
 
“Siyasi bir masal elbette, Fransızların korkularıyla ince ince oynayan modern bir masal.”  – Libération
 
“Roman, genel anlamda hızlı politik değişimleri de inceliyor: İleride ne kadarını yaşayacağız? Ve bu değişim, en nihayetinde uç noktalara gidecek mi?”  – TIME

Çevirmen: Başak Öztürk

Âşık Kadınlar

 

Feminist şair, oyun yazarı, çevirmen ve romancı Elfriede Jelinek, kalabalık korkusu ve sosyal fobisi nedeniyle 2004 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almaya bizzat gidememiş ama törende gösterilmesi için kaydedilen videoda, nota sehpasından okuduğu konuşmasında “Lisan bazen kazara bulur yolunu ama yoldan çıkmaz,” demişti. Jelinek, Âşık Kadınlar’da da anlatacağı hikâyeye hizmet eden özel bir üslup kullanarak kadınlığı ve evlilik kurumunun ekonomik güvenceyle ilişkisini irdeliyor.
 
Alplerde bir kadın iç çamaşırı fabrikası. Mutluluk peşinde iki kadın işçi. Brigitte ile Paula. İçinde bulundukları ekonomik sınıfı terk ettikleri, eşleri ve çocuklarıyla mutlu mesut yaşadıkları bir gelecek var hayallerinde. Bu hayale ulaşmaksa fabrikadaki çalışma şartları kadar zor. İki kadın, iki ayrı yol. Bir iyi, bir de kötü örnek.
 
Elfriede Jelinek’ten Âşık Kadınlar, güzellik, güvence, emek, evlilik, aşk, cinsellik gibi konuların kesiştiği o yerde dolaşan ve sözünü kesinlikle sakınmayan bir roman.

“Romanları ve oyunlarındaki sesler ve karşı seslerin müzikal akışı, dile ait olağanüstü bir coşkuyla toplumsal klişelerin saçmalığını ve baskıcı kuvvetini açığa çıkarıyor.”  – Nobel Ödülü Akademisi
 
“Jelinek’i yorumlayan eleştirmenlerin olumlu ya da olumsuz uçlara çekilmesi çok ilginç; akademisyenler olumlu bakarken, gazeteciler olumsuz. Jelinek’in etrafında yarattığı güç alanı bu işte.”  – Tim Parks

Çevirmen: Anıl Alacaoğlu

Yoksullar Nasıl Ölür?

 

1928 yılında Paris’e gelen George Orwell, 1929’un Mart’ında hastalandı ve bir süre bu şehirdeki bir hastanede kaldı. Orada gördükleri uzun zaman aklından çıkmayacaktı. Orwell, aynı zamanda İspanya İç Savaşı’nda bir kere kulak enfeksiyonu, bir kere de boğazından vurulduğu için hastaneye kaldırılmıştı. Yoksullar Nasıl Ölür’e adını veren denemesinde, hayatı akciğer sorunlarıyla geçen ve zor koşullarda çalışan birçok hastanede bulunmuş yazar, kendi tecrübelerinden de yola çıkarak tıp yazını ve tarihini irdeliyor, yoksul hastaların yaşadıkları zorluklardan bahsediyor.

Orwell, yine bu kitapta okuyacağınız diğer denemelerinde ise polisiye edebiyata, Salvador Dali’ye, içilecek güzel bir yerin nasıl olması gerektiğine, Arthur Koestler’e, Marakeş’e, İspanya İç Savaşı’na değiniyor. Yoksullar Nasıl Ölür, güncelin sorunlarından asla kaçmayan ama kafasının estiği yere gitmekten de çekinmeyen bir yazarın denemelerinden oluşan kıymetli bir seçki.

“Art arda yazıldığında, Orwell’in dürüstlük, nezaket, özgürlük, adalet gibi temel değerleri birçok insan için muğlak kalabilir ama hiç kimse, yirminci yüzyılın en karanlık günlerinde, bu fikirlerin ne anlama geldiğiyle onun kadar boğuşmamıştır.” – Dorian Lynskey
 
“Orwell, kendini yayımlanan sahteliğin, ikiyüzlülüğün ve yalanların maskesini sertçe düşüren biri olarak görüyor, insanlara duymak istemediklerini anlatıyordu.” – Bernard Crick 

Çevirmen: Begüm Kovulmaz

Cıs

 

Herkesin sakındığı gözde kusura bahane diye gösterilen bir kısa çöp, kimse bıraktığı yerde bulamıyor üstüne titrediğini. Kadim sırrı açık etmiyor kuşlar, çocuklar en iyi yanılmayı biliyorlar hâlâ. Ama neyse ki kokular var, yüzü kırışmayan bazı duygular. Sonra sanrı ve zehir, ölüm ile toprak, hem de bir ağaca dönüşerek. Balyoz mu ezip un ufak eden bizi, bir çift göz mü yoksa? Artık yanımızda olmasalar da görebilir miyiz sevdiklerimizi hızla dönen atlıkarıncada?
 
“Cıs” Hakan Sarıpolat’ın, okuru usul usul sarıp sarmalayan ve sonunda sarsmaktan geri durmayan öykülerinin bir toplamı. Gerçekle düşün birbirine karıştığı, didikleyen, soran ve şaşırtan öyküler.
 
Kapı önündeki köpek beni görünce ayaklanıp rahatını bozduğumu belli edercesine homurdandı. Uzunca gerindikten sonra eski yerine gömülüp uyumaya devam etti. Karın sert ayazı suratımı bıçak gibi kesiyordu.
Paltomun yakasını kaldırıp köye baktım. Ayın ölgün ışığı evlerin kararmış suratlarında titreşiyordu. Bir süre hiç kımıldamadan dinledim. Kahvedekilerin küfürleri ve birbirine çarpan dalların sesleri arasından aradığım sesi buluverdim.
Ormandan geliyordu. Karları gıcırtıyla ezerek yürümeye başladım.”