Reklam

"Benim için temel iş yazmak"

"Benim için temel iş yazmak"
17 Ocak 2023 - 17:32
NESLİHAN YİĞİTLER

 Yine de Bir Şansımız Olmalı, Gamze Efe’nin ilk öykü kitabı. On altı öyküden oluşan kitap, nokta atışını, her ne olursa olsun bir olasılığın daha olabileceği yönüne yapıyor. Birbirine bağlı olmayan olaylar, birbirine yakın kahramanlar, çok sık rastlamadığımız tanıklıklar ve anlatıcılar, Gamze Efe’nin bize vadettiği yeni bir evren. Yazarımızla bu evreni nasıl kurduğunu konuştuk.

1-Dosya bütünlüğünüzü oluşturan tek bir tema olmaması bugünlerde okuduğumuz öykü dosyalarından kaleminizi ayıran en önemli nokta. Bu durum küçük de olsa bir kuşku yaratmadı mı? Diğer yeni öykücülerden bu noktada farklı olmak?
Yine de Bir Şansımız Olmalı’nın yazım aşamasında bir tema ile yola çıkmadığımı söylemem gerekiyor. Aslında bir kitap dosyası fikriyle yazmaya başladım da diyemem. Sadece sözcükleri tasarruflu kullanarak bir dünya yaratma fikri, karakterin geçmişinin, bugününün ya da varlığının gelecekte evrileceği süreçleri anlatmak, kendimden, daha çok gözlemlerimden yola çıkarak karakterlerin içsel ya da dışsal yolculuklarını yansıtmaktı temel derdim. Bu yüzden, en çok karakterlerin arka planlarından gelen gelişmelerle, onlar hakkında düşündükçe bana da fısıldadıklarıyla bir gerçeklik yaratmaya çalıştım. Bu süreç elbette oldukça uzun zamanımı aldı, yıllara yayıldı. Kayıp, yas, ayrılık, aile olmak ya da olamamak, toplum dayatmaları, çocukluktan bu yana silinemeyen kodlarımız, olması gerekenlerle olanların çatışması, dayatılanların var olan ama sindiremediğimiz duygularımızda yarattığı yıkımlar, korkunun doğurduğu yeni benliğimiz, baş edememek, baş etmeye çalışırken üstüne basıp geçtiklerimiz… Tüm bunların hepsi kafamda yepyeni karakterler doğuruyor ve her biri yeni bir öykünün başkarakteri oluyor. Eğer bana dert olan, yazmam için beni dürten bu duyguları bir kalıba sokup tek tema çerçevesinde ilerleme düşüncesinde kendimi sıkıştırsaydım, muhtemelen şu an elimizde böyle bir kitap olmayacaktı. Zorlama olan her şeyden uzak durmayı seçiyorum; ki bu edebiyatta kendini hemen belli eden bir sorun bence. Temel meselemin ne olduğunu zihnim bana uyandığımda, yolda yürürken, çalışırken, kitap okurken arka tarafta hep söylüyor, benimle konuşan bir ben daha var. Ona kulak verdiğim takdirde yazabildiğim için tek temaya sıkışıp kalmamayı istemsizce yerine getirdiğimi söyleyebilirim. Benim için temel iş yazmak, onu herhangi bir yere sığdıramıyorum, özgür bırakmayı seviyorum. Beni nereden yakalamak isterse ona teslim oluyorum.

2-“Fırsatçı” öykünüz her ne kadar bireyi anlatsa da topluma dönerek içinde yaşadığımız günlerde belirginleşen ana karakteri çok iyi resmediyor. Öykü toplumsala ulaştığında derinliği artıyor mu?
Fırsatçı öyküsündeki ana karakter, toplum tarafından “dışlanması gereken”, acımasızca eleştirilebilecek bir karakter. Bu öykü, “fırsatçı” olarak anılan kadın üzerinden ahlakî değer yargılarını da rahatsız edici bir şekilde ele alan bir öykü aslında. Sağ elimle sol kulağımı tutmaya çalışarak yazmaya çalıştığım bir meseleydi buradaki. Genelimizin dışarıdan böyle bir hikâye dinlediğinde sorgusuzca kınadığı, ölçüsüzce yargı dağıtabildiği bu konu üzerinden ilerlemeyi elbette bilerek seçtim. Merak ettim; tüm şartlar altında haksız görülecek birinin kızı olsaydım, ne hissederdim? Temelde bireysel yalnızlık, suçluluk duygusu ve aile ol(a)mama hâli üzerinden toplumsal bir sıkıntıya parmak basma kısmını okur kendi deneyimine göre alacaktı elbette, bunun bilincinde olarak yazdım, nitekim öyle de oldu. Gelen yorumlarda iki taraf için de farklı görüşleri olan kişilerle karşılaştım. Buradan yola çıkarak sorunuza geldiğimde, öykü toplumsala ulaştığında derinliği artıyor mu bilemem ancak çoğunluğun değişmesi zor, sabit fikirleri üzerine zıt bir şeyler yazıldığında düşüncesinin derinliği sanki artıyor, diyebilirim. O konuya ilişkin katı kurallara bir soru işareti iliştirilebiliyor ve bu da derinliği elbette etkiliyor.

3-Atölye çalışması yapmış, atölyelerden yolu geçmiş bir yazar olduğunuzu biliyoruz. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Dergiler yazı işçiliğinin mutfağı derler, doğrudur, bence de öyledir. Atölyeler de mutfağa girmeden önce malzemeleri ne kadar kullanmamız gerektiğini, nasıl karabileceğimizi, yalnızken yarattıklarımızın tadının gerçekte nasıl olduğunu görmemizi sağlayan okullar aslında. Son yıllarda sayıları oldukça artan bu okulların elbette hepsinin aynı nitelikte olduğunu söylemek mümkün değil. Bu yüzden yazma edimiyle birlikte okumanın da yolunu gösteren, nitelikli edebiyata ulaşmamızı sağlayacak atölyelerden destek almak çok önemli. Okumak yazmanın birinci ve en kritik basamağı. Nitelikli okumayı, yazmanın soluğu, nefesi olarak değerlendiriyorum. Bunu bilmeyen bir yazarın her cümlesinde o sıkışmışlığı hissedebilirsiniz. Belirli sözcükler etrafında dönüp durur, neyi ifade etmek istediğini bilse de o akışı sağlayamaz. Ve ortalama bir okur dahi bunu çok çabuk yakalayabilir. İşte, bunu öğretebilen bir atölye sayesinde iyi bir okur olabilen kişi, yazma işini de daha başarılı bir şekilde gerçekleştirebilecektir. Diğer taraftan atölyelere katılmak riskli midir, derseniz, evet, derim. Alınan eleştiriler motivasyonu etkileyebilir, atölye katılımcılarının yanlış bir yönlendirmesi olabilir ancak atölye yürütücüsünün liderliği ile bunlar çözülebilecek sorunlardır. Yazar adayı yazdıklarını paylaşarak eleştiriye ne kadar açıksa gelişime de o kadar açık olacaktır. Bu da atölyeler sayesinde bugün ulaşabildiğimiz bir nimet bence; eleştirilebilmemiz. Keşke kitaplar için de yapıcı eleştiri yazıları yayımlansa da, daha nitelikli yazmak için artı bir motivasyon kaynağımız olsa.

4-Edebiyat Haber’de köşe yazılarınız yayınlandı. Farklı yazın türleri kaleminizin çeşitlenmesi açısından önemli fakat farklı türe odaklanmanın sizi zorladığı zamanlar oldu mu?
5 yıl boyunca Edebiyat Haber bünyesinde söyleşiler yaptım ve kitap tanıtım yazıları yazdım, evet. Kitap tanıtım yazılarına odaklanmanın zorladığı zamanlar oldu tabii ancak olumlu yönde etkisini gördüğümü de söyleyebilirim. Bir kitabın temelinde anlatmak istediğini yazabilmek için derin okumalar yapmam ve bu okumalar sırasında mutlaka detaylı notlar almam gerekiyordu. Bunun da okuma biçimimi geliştirdiğini zamanla fark ettim. Söyleşiler için soru hazırlama süreci ise bambaşkaydı; beni en çok heyecanlandıran kısımdı. Arka bahçeyi görebilmek için yaratıcı sorular oluşturma çabasını hissetmeyi seviyordum.

5-Anlatıcı dilinizde çok seslilik dikkati çekiyor. Birinci, ikinci ve üçüncü tekil kişi anlatımlarını seçerken belirleyiciniz ne oldu? Karakter yaratımı ya da olay örgüsü müydü belirleyici olan?
Zaman kiplerini ve şahıs eklerini, ana karakter(ler)in ve temel meselemin odağını belirleyerek oluşturduğumu söyleyebilirim. Birincil sorum her zaman şu olmuştur: Vizörü nereye/kime yerleştireceğim? Hangi karakterin gözü benim gözüm olacak? Hangi duyguyu anlatmak istiyorum, bakış açım nerede ve bu açı çerçevesinde merceğimi hangi fikirde sabitlemeliyim? Bunların her birini elbette yazmaya başlamadan önce kesinleştirmek mümkün değil, biraz da su içine konduğu kabın şeklini alıyor, diyebilirim. Ancak öykü bittikten sonra mutlaka bu bakış açısıyla tekrar metni kontrol ediyorum ve karakteri sahnelere oturtup oturtamadığımı, çerçevemin doluluğunu irdeliyorum. Dolayısıyla hem karakter yaratımı hem de olay örgüsü, kurmak istediğim atmosfer kişi eklerinin belirlenmesinde elbette etkili oluyor. Yazmanın en keyifli kısmı da bunu belirleme aşaması bence.

6-Öykülerinizin bir meselesi olduğu satır aralarında hissediliyor. Bu meseleler ikinci dosyanızda daha da belirginleşecek, biraz da sertleşecek mi?
Beni rahatsız etmeyen hiçbir şeyi yazamıyorum ki bence yazma derdi, dürtüsü de buradan doğan, istek olarak kendi kendini doğuran bir şey. Önce beni içten içe yoran, düşündüren, tırmalayan bir durum, bir söz, bir kavram ya da bir nesne keşfediyorum. Bunları direkt söylemenin de edebi yoldan aktarmak kadar etkili olmadığını biliyorum. Etkisini yalnızca kendime anlatabilmek gibi bir derdim var aslında, belki de benden başka kimseyi çok da ilgilendirmeyecek bir şeye takılmış da olabiliyorum. O yüzden satır aralarına aldığım meseleleri daha da sertleştirmek ya da daha yumuşatarak, şeffaflaştırarak anlatmak gibi bir derdim olduğunu düşünmedim hiç. Dış etkileri esas alarak ona göre bir içselleşme sürecine girmek sanırım biraz daha profesyonellerin işi, bunu kendime bu biçimde bir iş olarak edinmekten korkarım, yaratma sürecime ket vurmasından endişe ederim. Bu yüzden şu an yazdığım ikinci dosyamda meselemi daha sert ya da belirgin olarak yansıtıyor muyum, bilmiyorum. Yayımlandığında okurlardan fikir almak sanırım daha doğru bir cevaba bizi yönlendirecektir.
7-Tarık Dursun K. Hikâye yarışmasında üçüncülük ödülünüz var. Öykü ödüllerinin yazara neler kattığını düşünürsünüz?
Tarık Dursun K. Hikâye Ödülü, yolun çok uzadığını düşündüğüm, biraz da motivasyonumu yitirmeye başladığım bir dönemde bana iyi gelen bir ödüldü. Kitap dosyamı hazırlamaya karar vermeme yardımcı olduğunu da yadsıyamam. Çok sevdiğim bir yazarın adına açılmış bir yarışmada böyle bir sonuç almak çok kıymetliydi. Bu yüzden ödüllerin yazan kişinin hevesine olumlu katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu iyi bir şey elbette. Ancak ödülleri olmazsa olmazlar arasına koymayı da doğru bulmuyorum. Hiç ödülü olmayan pek çok nitelikli yazar var ve yazdıklarının onaylanmasına ihtiyaç duymayıp devam edebiliyorlar. Bunun da saygı duyulası bir durum olduğu unutulmamalı.

8-Dergimizin okurları arasında yazma serüveni içinde olanlar da bulunuyor. Değerli önerilerinizi alabilir miyiz?
Yazı işçiliği sabır isteyen, uzun ve bitmeyecek bir yol. Karşılıksız bir istekle bu yola koyulmanın neticesinde elinize geçecek olan şey, belki de yalnızca sizi rahatsız eden bir meselenin içinizden çıkması olacak. Gördüklerinizden, duyduklarınızdan, sustuklarınızdan, bir otobüste bir babanın kızına söylediği bir söz, annenizin evde telefonla konuşurken bahsettiği bir olay, iş yerinde bir dedikodu, yaşadığınız her şeyden bir parça, zihninize bir bir sızarken dışarı çıkmak isteyecek. Edebiyat yoluyla aktararak bunlardan kurtulabilmek için gözlem gücünüzü geliştirmek, etrafınızda olanları iyi incelemek, empati yeteneğinizi kuvvetlendirmek ve başka pek çok duygunuzu harekete geçirmek için edimlerde bulunmanız gerekecek. Ancak hepsine giden yolu bulabilmek için nitelikli ve derin okumanın ne olduğunu öğrenmek naçizane birincil önerim olacaktır. Ömrümüz, yazılan her şeyi okumayı geçtim, iyi kitapların hepsini okumak için bile çok kısa. Bu yüzden sözcükleri tasarrufla, ustalıkla kullanan yazarları keşfetmek çok önemli. Nitelikli atölyeler ve dergiler bu konuda en büyük destekçi. Yine, üslup ve konu işleyişi bakımından kendinize yakın hissettiğiniz yazar ya da yazarları irdelemek oldukça faydalı olacaktır. Tiyatroya gitmek, oyun metinleri okumak, gerçekçi diyaloglar yazmak için  bulunmaz nimetlerdir, atlanmaması gerekir. Ayrıca, yazmak istediğiniz konuyu belirledikten sonra film araştırması yapıp iyi bir yönetmenin bu konuyu bir filmde nasıl işlediğini, “vizörden” izlemek de işe yarayacaktır. Yazmak eylemi ile ilgili önemli kitaplar mevcut; bu kitaplarda iyi öykülerin nasıl incelendiğine göz atmak büyük fayda sağlayacaktır. Ve son olarak, yazmayı bir rutine yerleştirmek, eleştiri almaktan korkmadan bunu bilinçte yapıcı bir yönteme dönüştürmek, sabırla yolda olmaktan keyif almayı öğrenmek benim yapmaya çalıştıklarım arasında yer alıyor, diyebilirim. Bulanık şeyleri yüzeye çıkarmak derdimizin hiç bitmemesi dileğiyle, diyerek, bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ediyorum.