Düş ve Gerçek

Figen Çınarlı 
Kızının gülümseyen yüzünü gören Aysel sevinçle doğruldu. Damla’nın alnına küçük bir öpücük kondurdu, derin bir oh çekti. “Çok acıktım anneciğim” sözüyle hızla yerinden kalkmaya çalıştı ancak olduğu yere geri çöktü. Yavaşça ayağını ovmaya başladı. Acısı biraz diner gibi olunca usulca doğruldu. Kızının odasından çıkıncaya kadar acısını göstermemek için direndi. Mutfağa doğru giderken sağ ayağının üzerine basmamaya çalışıyordu. Ayağına sürtünen Sarman’ın mama kabını doldurdu, sessiz adımlarla, buzdolabına yöneldi.

Küçük bir tepsi ile geri döndüğünde Damla yatağında doğrulmuş, gülümseyerek annesini bekliyordu. Tepsiyi özenle kızının kucağına koydu, yanağından küçük bir makas aldı. Pencereyi aralayıp mutfağa geri döndü. Sessizce, geceden kalan dağınığı toparlarken çaydanlığın altını da yaktı. “Kızımın başında seve seve iki büklüm beklerim. Zaten sen beklesen de uyuyamam ki. Çocuğun ateşinden ev tutuşsa uyumaya devam edersin. Bari yiyip içtiğini ortalıkta bırakmasan, of!” diye içine içine konuşuyordu ki “Ne mırıldanıp duruyorsun” diyerek kocası mutfağa girdi. Aysel’in günaydını ocağın alevinde tutuştu, harlayan ateş gelip yüreğine oturdu.

Hazırladığı kahvaltıdan bir parça peynir attı ağzına, mutfaktan çıktı. Her adımda eğilip kalkarak koridoru geçti. Günlük sporu; çorap teki, terlik, içinden çıkılmış pijama, gelişigüzel atılmış gömlek, pantolon toplamaktı. Kaybolan tekleri aramak da iyi bel, boyun çalıştırıyordu doğrusu. Acı acı güldü. O kulağını tırmalayan ses duyuldu yine “Ben oğullarıma hiç iş yaptırmadım.” “Aman ne güzel yaptın, bekle dur şimdi bakalım, hal hatır soran, hayır duası eden gelin. Bekle, mutlu olsun oğulların” Kirlileri attı, makineyi çalıştırdı, bir önceki günden kalan kurumuş çamaşırları topladı, ütülenecekleri ayırdı. En nefret ettiği iş… Kan ter içinde dümdüz et, özenle as, ertesi gün yerde ya da kapı arkasında içi dışına çıkmış halde bul. “Kısa mesafe engellide ipiiii Aysel göğüsledi. Madalyasını almak üzereeee… ” Aman çatlak sende, deli! diyerek kızının odasına yöneldi. “Bir çocuğa bakamadın, zaten bir önceki bebeği de karnında tutamadın.” Elini başının üzerinde hızla salladı. “Sus be kadın, zaten canım burnumda.”

Damla, tepsi kucağında uyuyakalmıştı. Tepsiyi kenara koydu, kızının başını özenle yastığa yerleştirip üzerini örttü. Yatağın yanına çöktü. Kızının yüzünü inceledi bir süre, duvara astığı resimlerine baktı. Yemyeşil çimenler çizmişti Damla, tek katlı bir ev, etrafı çitlerle çevrili, yanından masmavi bir nehir akıyor, uzakta iki ağaç, dağlar, bulutlar, köşede sapsarı bir güneş… Çocukken ateşlendiğinde gördüğü rüya aklına geldi. Çimenlerin kokusunu duymuştu önce. Sonra bir yanık kokusu sarmıştı ortalığı, kalbi göğüs kafesinden çıkacak gibi atıyordu. Sonrası derin bir karanlık. Onca yıla karşın capcanlı o çocukluk kâbusu… Hiç bilemedi, o ateş nasıl ve ne zaman düştü, ne kadar yattı öyle yapayalnız. Dış kapının kapanma sesiyle, tuttuğu soluğunu bırakıverdi. Başını yatağın kenarına koydu, gözleri usulca kapandı. Rüyasında büyük, siyah bir kapıdan çıktı. Karşısındaki uçsuz bucaksız mavi sularda ışıklar oynaşıyordu. Kayaların üzerinde, oltasını denize sallandırmış balıkçılar vardı. İleriden tekne sesleri geliyordu. Kayadan kayaya atlayarak, kumda izlerini bırakarak, sularla oynaşarak ilerledi. Yürüdü, yürüdü… Yüreğindeki yükleri parça parça fırlatıp attı denize. Başını dikti, eğilmiş sırtını düzeltti. Rüyası bitmesin diledi.