10 unutulmaz eseriyle Sabahattin Ali

Türk romancılığının ve hikayeciliğinin önemli isimlerinden yazar ve şair Sabahattin Ali'nin hayata gözlerini yummasının üzerinden 73 yıl geçti. Sabahattin Ali, siyasi nedenlerle Bulgaristan'a gitmek isterken öldürülürken ölümüyle ilgili sis perdesi hala tam anlamıyla aydınlatılabilmiş değil. Usta yazar 114 yıl önce dünyaya gelirken edebiyatımızda da silinmez izler bıraktı.Eserleri birçok dile çevrilerek yayımlanan Sabahattin Ali’nin doğumgününde unutullmaz eserlerinden 10 tanesini sizlerle paylaşıyoruz: 

 

Değirmen, 1935

Dağlar ve Rüzgâr, 1934

Zanaatkarlar, 1936

Kağnı, 1936

Ses, 1937

Hanende Melek, 1937

Yeni Dünya, 1943

Sırça Köşk, 1947

Kuyucaklı Yusuf, 1937


Sabahattin Ali Kimdir?

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 yılında Bulgaristan Gümülcine’de doğdu. Babası Selahattin Ali piyade yüzbaşıydı. Annesi ev hanımıydı. Sabahattin Ali, babasının mesleği icabı birçok yer görmüş, çok seyahat etmiştir. Anadolu’nun çeşitli illerinde eğitimini tamamlamıştır. Sabahattin Ali’nin hayatında annesinin büyük bir rolü vardır. Annesi psikolojik sorunlar yaşayan bir kadındır. 3 kere intihar girişiminde bulunmuştur. Sık sık depresyona girip hastanede tedavi edilmiştir. Hatta Sabahattin Ali, babası Selahattin Ali Bey’in kalp krizi geçirip vefat etmesinin sorumlusu olarak annesinin bitmek bilmeyen rahatsızlıklarını sebep olarak görmüştür.

1927’de Öğretmen okulunu bitirdi ve Yozgat Cumhuriyet Okulu’nda öğretmen oldu. Sabahattin Ali’nin öğretmenlik yaptığı yıllarda Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Atatürk, ülkeyi kalkındırmak için eğitimde atılımlar yapıyordu. Yetenekli gençleri yurt dışına göndererek eğitim almalarını sağlıyorlardı. Yurt dışında çeşitli dallarda eğitim gören gençler, eğitimleri bittikten sonra yurda dönüyor ve kendilerini iyi yetişmiş nesiller yaratmak için ülkeye adıyorlardı. Sabahattin Ali de bu gençlerden biriydi. Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak, dil eğitimi almak için Almanya’ya gitti. Orada çok iyi Almanca öğrendi. Hatta o kadar iyiydi ki, Türkiye’ye döndüğünde Almanca öğretmeni olarak göreve başladı. Sabahattin Ali, Almanya’ya gitmeden önce milliyetçi bir görüşe sahipken, Almanya’dan döndükten sonra siyasi görüşü tamamen değişmiştir. Komünist bir görüşe kaymıştır.

Almanya’da eğitimdeyken, orada yaşadıklarını “Kürk Mantolu Madonna” kitabında bize o kadar güzel anlatır ki, gerçekle kurgu birbirine girer. Kürk Mantolu Madonna’yı bu gözle okumak lazım. Çünkü romandaki Raif Efendi’nin bir yanı Sabahattin Ali’nin ta kendisidir! Maria Puder isimli roman kahramanı, aslında Sabahattin Ali’nin Almanya’da tanışıp âşık olduğu kadındır. Orada yaşayıp gördüğü şeyleri Kürk Mantolu Madonna isimli eserinde bize roman tadında anlatır.

Sabahattin Ali, sadece Kürk Mantolu Madonna’dan ibaret bir yazar değildir. Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Değirmen, Kağnı, Ses, Sırça Köşk ve Yeni Dünya’dır. Sabahattin Ali, bazı çevireler yapmıştır. Antigone, Fontamara, Minna Von Barnhelm bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Sabahattin Ali’nin yazdığı şiirlerden bazıları bestelenmiştir. Dilimizden düşürmediğimiz şarkılardan, Aldırma Gönül, Leylim Ley, Dağlar Dağlar, Ben Yine Sana Vurgunum, Göklerde Kartal Gibiydim onun şiirleridir.

2014 yılında Sinop Cezaevinde gittiğimde, ilk görmek istediğim yer Sabahattin Ali’nin yattığı koğuş olmuştu. Şimdi müze haline getirilen cezaevini gezerken, ister istemez gözlerimden yaşlar süzüldü. O demir parmaklıkların ardında yazdığı şiir, koğuşun tam dışındaki duvara asılmıştı.

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma Gönül aldırma

Eskimiş ve paslanmış demir parmaklı kapı kapalıydı ve bu sözler kapının dışına yazılmıştı. Bir an insan düşünmeden edemiyor, bir ülke aydınını neden mapuslara atar?

Onu, diğer Türk yazarlardan ayıran en önemli özelliği, çok hüzünlü bir hayat öyküsünün de olmasıdır. Sabahattin Ali’nin doğduğu günden, 41 yaşında hayata gözlerini yummasına kadar geçen ömründe, herkesin başa çıkamayacağı kadar ağır olaylar zinciri sığmıştır. Onun öykülerinde, romanlarında ve şiirlerinde okuyanı mest eden, kendinden geçiren yaşanmışlıkları aslında kendi hayatının kıyısında geçen şeylerdir. Kendi tanıklıkları, yaşanmışlıklarıdır.

Sabahattin Ali’yi okumaya başladığınızda, ister istemez hayatının çalkantılı dönemlerine de tanık oluyorsunuz. Yazılarında karşımıza çıkan betimlemelerinin ahengi, karakterlerin sahiciliğini, olayların gerçekçi olması, okuyucuyu kendine bağlayan akıcı üslubu görünce, bir insan bu kadar mı güzel gözlem yapabilir diyorsunuz. Sabahattin Ali’nin gözlem ve bu gözlemleri yazıya aktarma biçimi, yazarlıkta doruk noktasıdır bana göre. Çünkü o ifadelerin hepsinde gerçek bir yaşanmışlık vardır. Hayal ürünü yazılardan çok, yaşanmışlıkları edebi olarak kullanmasını çok iyi bilmiştir. Bana göre Sabahattin Ali’nin hayatını şu formatta yazmak en mantıklısı;

25 Şubat 1907’de Bulgaristan’da doğdu.

1927’de 20 yaşındayken öğretmen oldu.

1928’de Almanya’ya eğitime gitti.

1930’da Aydın’da öğretmenlik yaparken, komünizm propagandası yapmaktan hapis cezası aldı. 3 ay Aydın Cezaevi’nde kaldı.

1932’de Atatürk’e hakaretten tutuklandı ve 1 sene hapis cezası aldı. Belli bir süre Konya Cezaevi’nde kalmıştır. Daha sonra buradan Sinop Cezaevin’e gönderilmiştir.

1937’de cezaevlerinde, mahkûmlardan dinlediği yaşanmış hikâyelerden etkilenerek “Kuyucaklı Yusuf” u yazmıştır. Aynı sene Kuyucaklı Yusuf, mahkeme kararıyla toplatılmıştır.

7 Ekim 1937’de Kuyucaklı Yusuf eserinde halkı askerlikten soğutmaktan dolayı yargılanmış ve bilirkişi raporuyla bu davadan beraat etmiştir.

1940 yılında yazdığı “İçimizdeki Şeytan” romanı bazı kesimlerce büyük tepki görmüştür. Özellikle Nihal Atsız ile tartışma yaşamış ve bu tartışma mahkemeye taşınmıştır. Sabahattin Ali açtığı davayı kazanmıştır. Fakat milliyetçi kesim tarafından çıkarılan olaylar yüzünden Sabahattin Ali Ankara Devlet Konservatuarı’ndan çıkarılmış, ayrıca yazı yazdığı gazeteler kapatılmıştır.

İş bulmakta zorlanan Sabahattin Ali, bir arkadaşının yardımıyla kamyonla nakliye işine başlamıştır. Burada da işine taş koyulmuş, yine parasız yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bir çocuğu olan Sabahattin Ali, iş bulamayınca, yurt dışına çıkıp burada çalışmak istemiştir. Fakat çeşitli sebeplerden ötürü pasaport verilmeyince, son çare, kaçak olarak yurt dışına gitmek kalmıştır.

Bu noktadan itibaren, Sabahattin Ali’nin hayatına simsiyah bir kara bulut çöker. İşte Sabahattin Ali’yi ölüme götüren o olaylar;

Sabahattin Ali hapishanedeyken Hasan Tural isminde biriyle tanışmıştı. Bu adam 1928’de ülkemize Bulgaristan’dan göçmüştür. Sabahattin Ali cezaevinden çıktıktan sonra ona gitti ve derdini açtı. Hasan Tural Edirnekapı’da berberlik yapıyordu. Sabahattin Ali’yi kaçakçı Ali Ertekin’le tanıştırdı. Ali Ertekin de bir göçmendi. Türkiye’ye geldikten sonra orduda görev almıştı. 1945’de ordudan ayrılmıştı. Çeşitli işlerde çalışmıştı ama dikiş tutturamadığı için sıkıntı çekiyordu. Sabahattin Ali de siyasi düşüncelerinden dolayı işsiz kalmış, maddi sıkıntıya düşmüştü. Bu sıralarda arkadaşının vasıtasıyla nakliyecilik yapıyordu. 28 Mart 1948’de arkadaşı Mehmet Cimcoz’a Edirne’ye peynir götüreceğini söyledi. Yanına muavin olarak Ali Ertegün’ü aldı. 31 Mart’ta Edirnekapı’da buluştular ve Edirne’ye doğru yola çıktılar. Bulgaristan sınırına gelmeden önce, akşam dinlenmek için bir ormanlık alanda mola verdiler. Burada Ali Ertegün ve Sabahattin Ali ateş yakarak sohbet etmeye başladılar. Bu sohbetin detaylarını Ali Ertegün mahkemeye şu şekilde anlatmıştır;

“Sabahattin Ali bana, ben buradan Sofya’ya oradan da uçakla Moskova’ya gideceğim. Moskova’dan Çek pasaportu alıp Roma’ya, Roma’dan da Fransa’ya geçeceğim. Oradaki Türkleri teşkilatlandıracağım, dedi. Bu sözleri işitince beynim attı. Babam bana 93 Harbinde Rusların dedemlere ettiği eziyetleri anlatırdı. Bu adamın Türklükle bir derdi vardı. Fena kanıma dokundu. Elimde bir sopa vardı, kalktım biraz gezindim. Her geçen saniye biraz daha sinirleniyordum. Sabahattin Ali’nin yanına gittim. Gözüm karardı, içimdeki milli duygulara kapılıp, kitap okuyan adamın kafasına, yüzünün sol tarafına doğru şiddetle vurdum. Suratı, gözlükleri, kulağı kan içinde kalmıştı. Ardından aynı noktaya bir kere daha şiddetle vurdum. İkinci darbeden sonra Sabahattin Ali sağ tarafına doğru yıkıldı. Ağzından burnundan kanlar boşaldı. Dikkat ettim, hafif hafif nefes alıyordu. Üçüncü darbeyi de ensesine vurunca, nefesi tamamen kesildi. Ölmüştü.”

Sabahattin Ali’nin cesedi bulunduğunda vücudu çürümek üzereydi. Vücudu çürüdüğü için teşhis edilemiyordu. Adli tıbbın o dönemli araştırmasıyla, ölümünün üstünden 4-5 ay geçmiş olduğuna kanaat getirildi. Dolayısıyla Sabahattin Ali’nin kesin ölüm tarihi bilinmemektedir.

Onu öldüren Ali Ertegün bir dönem hapiste yattı ama kısa bir süre sonra afla dışarı çıktı. O hayatını yaşarken, bu cinayet, tarihimize kara bir leke olarak yazıldı. Hâlâ Sabahattin Ali’nin ölümünün üzerindeki sır perdesi aralanmış değildir. Onu öldüren Ali Ertegün adlı katil zanlısı, milli istihbarat çalışanı çıkmıştır. İşin en acıklı tarafı da Sabahattin Ali’nin cesedi incelenmek üzere mezarından çıkarılmış ve maalesef cesedi kaybolmuştur. Şu anda Sabahattin Ali’nin bir mezarı dâhi yoktur! Kızı Filiz Ali, babasının cesedini çok aramış olmasına rağmen bulamamıştır. Son olarak, cesedini bulan köylüyle görüşmüş, cansız vücudunun bulunduğu yere gitmiştir. Dere yatağının yakınındaki düzlükte, arkasını Istıranca Ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine bir mermer parçası gömdü. Ve o mermer parçasının üzerine Sabahttin Ali’nin bilinen dizelerini yazdırdı. “Başım kar, saçlarım kardı, benim meskenim dağlardır.”  

Kaynak: kitap.yazarokur.com

 

sabahattinali sabahattinalinindoğumgünü unutulmazedebiyatçı