Reklam

Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ı nasıl ortaya çıktı?

Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ı nasıl ortaya çıktı?
23 Aralık 2020 - 13:10
Hazırlayan: Rıfat Kırcı

Sadece halk edebiyatında değil Divan edebiyatında da özellikle mesnevi türünde aşk hikâyelerinin anlatımı oldukça yaygındı. Aklımıza birçok şairin anlattığı Leyla ile Mecnun gibi hikâyeler geldi değil mi? Aslına bakacak olursak hemen hepsi birbirine benzer. Kahramanın yolcuğu ilkeleri hiçbir zaman şaşmaz. Toplumsal kurallar, normlar, etik anlayışı, kültür neredeyse hepsinde aynıdır. Ancak bu geleneği sarsan mesneviler de yok mudur? Vardır; Divan edebiyatının son temsilcisi sayılan Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ı gibi... Hüsn ü Aşk birçok yönüyle ilgi çekidir. Eser kendi içerisinde şairin poetikasını barındırır. Polemik içerir. Sataşmalar vardır. Öyle ki Galib, eserin, aslında bir edebiyat meclisinde yaşanan tartışmadan doğduğunu aktarır. Bu mecliste şairler tarafından Nâbi’nin Hayrabat mesnevisi üzerine hiçbir şairin çıkamayacağı iddia edildiği anda bizim genç şair Galib, kendisinin daha iyisini yazabileceğini, Nâbi’nin abartıldığı kadar iyi olmadığını savunur. Ardından da iyi bir mesnevinin nasıl olacağını gerekçeleriyle sıraladığı ve mecliste yaşanan bu tartışmaya da yer verdiği Hüsn ü Aşk’ı yazmaya koyulur. Ancak Hüsn ü Aşk’a dair ilgi çekici bir konu daha var: Cinsiyet rolleri. Hüsn ü Aşk’ta cinsiyet rolleri üzerine Avrupa’da çalışmalar yapılmış olsa da bu konu Türkiye’de gözden kaçmış ya da üzerine çok durulmamıştır. Bu yazının amacı; Divan edebiyatının büyük temsilcilerinden olan ve günümüzde hâlâ üzerindeki ilgi azalmayan, Batı’da da okunan Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk eserindeki cinsiyet rollerine yönelik küçük bir dikkat çekme ya da hatırlatmadır. Galib daha mesnevisinin başında, isim verme merasimiyle cinsiyetler arasında bir muğlaklık yaratır. Bu durumun sıra dışı olduğunu iddia etmek çok da güç olmayacaktır. Alışılagelmiş erkek ve kadın rollerinin değişiklik göstereceğinin ipucu daha mesnevinin başında kendisini bu şekilde belli eder. Divan şiirinde sevgilinin uğruna feryatlar edilir, şaraplar içilir, yanıp tutuşulur, cefa çekilir. Sevgili her şeyden güzeldir, en güzel koku ondadır, dudakları yakuttan daha değerlidir, onun güzelliği doğanın en mucizevi halidir çok da naziktir. Ancak sevgiliyle konuşmak da bir o kadar zordur, sevgili kendisini pek göstermez, âşık onun hayaliyle yaşar. Sevgili naz yapabilir, kolayca kırılabilir. Âşık da sevgiliyle görüşebilmek için, onun gönlünü hoş tutabilmek için didinir durur. Bu roller de kadın ve erkek arasında paylaştırılmıştır. Âşık erkek, sevgili ise kadındır. Ancak Hüsn ü Aşk’ta rollerin zaman zaman değiştiğini görürüz. Âşık olan kızın sevdiği erkek için yanıp tutuşurken oğlanın pek de umursamadığı anlar olur. Bu mesnevide kadın edilgen değildir. Divan edebiyatı geleneğinde mâşuk değişse de âşık daima erkektir. Halk edebiyatında kadınların da âşık olabildiği görülürken Divan edebiyatında bunun örnekleri olduğunu söyleyemeyiz. Şeyh Gâlib de Hüsn ü Aşk mesnevisinin sonunda belirttiği gibi kendi zamanına kadar yazılan tüm mesnevilerin önüne geçerek kadının âşık olabileceği bir kurgu yaratmıştır. Mesnevide Hüsn ve Aşk arasındaki cinsiyet rolleri zaman zaman değiştiği gibi anlatı da buna göre şekil almıştır. Hüsn, âşık olduğu erkek için yanmış, pervane kendisi olurken ateş ise Aşk olmuştur. Aşk’a olan aşkı zaman zaman karşılıksız kalmıştır. Sevdası açığa çıktığı zaman toplumsal baskıyla karşılaşmış ve dadısı İsmet ona yanlış yolda olduğunu belirtmiştir. Ancak aşkından vazgeçmemiştir. Şey Gâlib, âşık olma durumunun iki kişi arasında olabileceğine, kadının da erkek gibi âşık durumuna düşebileceğine değinmiştir. Tüm toplumsal kurallara rağmen kadını âşık pozisyonuna sokmuş, sevdiği erkek için emek harcayan ve cefa çeken bir karakter çizmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen kültürel dengeler Hüsn’ü bir kadın olarak mâşuk durumuna itmiştir. Neticede Aşk, Hüsn için belalı bir yolculuğa çıkmış ve Hüsn’ü hak edebilmek için gerekli olgunluğa ulaşmıştır. Hikâye’nin sonunda yolculuğu yaşayan ve aşkı için çabalayan Aşk olmuş ve sevgilisi Hüsn’e kavuşmuştur.

*Bu değerlendirme Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin kış sayısında yer almıştır.