Reklam

Sessiz yıllar

Sessiz yıllar
22 Mart 2022 - 18:02

Sevil Kapoğlu
Bomboş kalan evde şimdi hayat, bir fotoğraf albümünde, köşeleri yıpranmış, yer yer sararmış, siyah beyaz bir fotoğraf misali öylece karşısındaydı Akif Paşa’nın; Nezihe Hanım, sevgili yadigarı eşi bugün vefat etmişti. Taziyeye konu komşu gelmiş, Nezihe Hanım’ın helvası, yıllar yılı en güzel yemeklerini, ama en çok Ankara tavasını layıkıyla yaptığı, taze kalaylı bakır tavasında kavrulmuştu bu gece. 
Duası yapıldıktan sonra, evi birer birer terk etti herkes. Son misafiri de yolcu ettikten sonra, sağdaki ilk kapı, mutfak kapısından içeri baktı Akif Paşa, gökyüzündeki yıldızları yeni keşfeden bir çocuk gibi heyecanlandı. O şey değil miydi, şu orada gördüğü kırmızı renkli, köşesinde mavi çiçekleri olan emaye tabak, kızı Nermin’in en sevdiği tabak değil miydi? Kardeşi Nazlı evlenirken yanında götürmek istemiş, Nermin kıyameti koparmış, vermemişti. Neredeydiler şimdi? Az önce ev kalabalıkken buradaydılar, hangi ara gittiler?
Dizlerinin üzerine yere yığıldı Akif Paşa, mutfağın taş döşemesinde, kavrulmuş helvanın bütün eve sinen kokusuyla hatırlattığı her bir hatıranın, mavi tabağın sürüklediği o gecenin peşinde dermansız kalmış, omuzları çökmüş ağlarken, Nazlı ve Nermin’in ‘’babacığım…’’ diye sesleri gelmişti kulağına. İrkildi Akif Paşa, gözlerindeki hüzün yerinde dururken, bacaklarına derman gelmiş, doğrulup bir hamlede mutfak penceresine koşmuştu, oradan eve çıkan merdivenleri görebiliyordu. Kapı önü lambası açıktı, merdivenleri aydınlatıyordu. Kimse yoktu kapıda. Hızla kapıya koştu, açtı ve merdivenlerin ötesine, bahçe kapısına baktı, kimse yoktu. Bahçe zifiri karanlıktı, gece gül kokularına teslim olmuş, merdiven boyu uzayıp giden hanımeli kokusu eve dolmuştu.
Kapıyı kapadı Akif Paşa, yalnızlığının şaşkınlığı ve çaresizliğiyle eve girdi. ’’Hayat’’ adı verilen, odaların açıldığı genişçe holde ışık yanmıyordu. Sokağı gören camın önündeki sedire oturdu. Hayat sokak lambasının ışığı ile aydınlanıyordu. Yalnızlığın konuşkan sesi hiç susmuyordu. Nezihe hanım çağırıyordu işte, odadaki ocağı yakamamış, ona sesleniyordu. Kalktı gitti ocaklı odaya, mis gibi kahve kokuyordu, mangaldaki cezveden geldiğini düşündü, her zamanki gibi kahvesini hazır etmişti Nezihe işte. ‘’ Neziheeee neredesin…?’’ diye seslendi. Ses odadan gelmişti ama Nezihe yoktu. Fakat örgüsü, şişleri sepetteydi. ‘’ Bak gözlükleri de orada’’ dedi, yine yan evde oturan kardeşine gittiğini düşündü. Radyoyu açtı. Yurttan Sesler’in bitişine denk geldi, son türkü de bitince, arkasından başlayan programda teknesiyle dünya turu yapan Salih Öngören seyahat anılarını anlatıyordu. Camın önündeki boydan boya sedire uzandı, gözleri kapalı denizcinin anılarını dinliyordu. O anlattıkça Akif Paşa gençliğine dalıyordu. Salih Öngören Karayipler’deki fırtınayı anlatıyordu. Uzun boyu, masmavi gözleri, bembeyaz pantolonu ve altın sarısı işlenmiş apoletleriyle Teğmen Akif’in, Amerika’daki ilk eğitim gemisiyle, Karayip’lerdeki tatbikattaki başarısı ve şimdi derin denizler kadar uzak ve ulaşılmaz gençliği sıra sıra geldi oturdu ocaklı odaya. Okyanusları aştığı, ülkesinin gururu donanmanın Kılavuz zırhlısında görevli olduğu zamanlar, Kıbrıs çıkartması, yurt dışı görevleri…  Son tatbikat sonrası madalya töreni Gölcük’te mi yapılmıştı yoksa Aksaz’da mı, hatırlayamadı. Dalgalı denizin huzuru, denizcinin anıları derken, Akif Paşa uyuyakaldı.
Çok gezdiler görevi icabı Nezihe ile, çocukları değişik şehirlerde büyüdüler. Nezihe’nin babasından kalan bu eve, bu bozkır şehrine dönmekteki ısrarına karşı koymadı Akif Paşa. Baba evini olduğu gibi korumuşlar, hiçbir eşyaya dokunmamışlardı. İki katlı, kagir, yeşil kök boyalı, çatısı ahşap oymalı mihrabıyla o yörenin en bakımlı eviydi. Kızları Nermin ve Nazlı İstanbul’da evlenmiş, bu evde hiç yaşamamışlardı. Yabancılığını fark ettiğinde bu şehre, sarsılmıştı sarsılmasına lakin…
Sedirden biri fırlatmış, çatıdan çıkmış gibi bir sıçramayla uyandı. Radyo çoktan sabahın ilk saat başı haberlerine başlamıştı. Kapadı radyoyu Akif Paşa, etrafına bakındı neredeyim dercesine, sıçramış ve nereye konmuştu? Bedeni evdeydi anladı ama kafası sisli bir havada, neşeli bir yoldaydı. Kafasının içindeki bu Akif’i yolculuğundan etmedi, lakin aklının kalan kısmını topladığında, uzun hayatının kısacık rüyasına nasıl sığdığını anlamadı.
Nezihe’nin dürülüp kaldırılmış yeşil yeleği oradaydı işte, örgüsü de…yatıyor muydu hala, uyanmamış mıydı? Bütün gece sedirde uyuyup kalmıştı Akif Paşa, üstünü de örtmediği için Nezihe’ye sitemle kalktı ve yatak odalarına gitti. Ayva kokulu yatak odalarındaki pirinç karyola, üzerinde bembeyaz, kanaviçe işli çarşaf kaplanmış yeşil saten yorgan öylece duruyordu hiç bozulmamış biçimde. Matem bürümüş evin en ağlamaklı odasıydı durgun boşluğuyla. Bahçelerinden üç beş ay önce topladıkları ayvaları duvarda ipe gerilmiş duruyordu. Nezihe’nin üzeri işlemeli pembe terlikleri, sahi onlar neredeydi? Bakındı göremedi, yoktu onlar, Nezihe de yoktu. Ahşap kaplı tavana baktı, oda döndü başının üzerinde, kendini yatağa attı. Yastığa sarıldı, kokladı. Nezihe’nin hastalığı boyunca yattığı bu yataktan geriye ilaç kokuları kalmıştı sadece. Ölmüştü Nezihe, pembe terlikleri de hastahanedeydi en son. 
Akif Paşa o an, yükselen sela sesiyle, dalıp gittiği odada kendine geldi. Evin bütün odalarını dolaşmaya başladı, bir yandan bütün giysilerini çıkarıyordu üzerinden, bir yandan da radyoyu açıyordu sessizliğe isyan ile…. Bütün çekmeceleri boşalttı, dolapları indirdi, albümleri fırlattı attı, hepsi artık yabancı gelen fotoğraflar etrafa saçıldı, çağırdı tek tek kızlarını, torunlarını, Nezihe’yi ama ses soluk kalmamıştı evde.  Kimse yoktu, olmayacaktı, demek artık biten yılların yorgunluğunu üzerinde, göğsünün şu orta yerinde tek başına taşıyacaktı. Peki kime, nereye taşıyacaktı, yorulduğunda kime yaslanacaktı?
Orta yerde çökmüş, hangi yöne bakacağını şaşırmış halde, yerdeki halının renklerinde kaybolmuş, sarsıla sarsıla ağlarken, dışarıdan kesif bir yanık kokusu ve bağırış çağırışlar duydu. Mahalle ayağa kalkmış, ‘’Akif Paşa ‘’diye ortalığı yıkıyordu. Üzerine bir pantolon, gömlek geçirdi. Saçını, başını toplama gereği duymadı. Kapıya geldiğinde, yandaki komşudan yükselen alevleri gördü, alevler ona doğru yaklaşıyordu. Ne yapacağını bilemedi, hangi odadan, hayatının hangi parçasını kurtaracağını, değerlinin artık ne olduğunu bilemeden, gözleriyle bütün eve son kez baktı, kapıyı kapadı ve çıktı.
Mahallede üç ev yandı o gün, biri Akif Paşa’ların, eşi Nezihe’nin babasından kalan eviydi. Yıllar sessizliğe gömülmüştü artık, bütün isimleri, sesleri, nefesleriyle… 
Bankada zor günler için biriktirdikleri paranın hepsini çekti Akif Paşa. Yıllarca tatil yeri olarak gördükleri, yeni yaşamının bu kıyı kasabasında şimdi, çocuklara tekne eğitimi veren Akif Baba artık o. 
Selam söyleyin görürseniz, kıyıda bir kahve ısmarlar size hemen, benden söylemesi, ben Nazlı.