Reklam

ÖYKÜ/Sirke

ÖYKÜ/Sirke
28 Nisan 2021 - 11:32
Uğur Ülger
Ah Paris…
Başkentisin tüm evrensel duyguların.
Ama sen de çaresiz kaldın,
Karşısında acılarımın.
 Başını kaldırıp önce güneşe, sonra kahvehanenin camından içeri baktı. Kapı önündeki masalara oturmak iyi fikirdi. Hem temiz hava vardı, hem de içeride sigara içiliyor olabilirdi. “Temiz midir acaba?” diye düşündüğü çaydan bir yudum aldı. İçmese kahvehanedekiler kendisinin tuhaf olduğunu düşünebilirdi. Bu köyde yaşayanlar, alışagelmiş olduklarından farklı bir yaşayış ve bakış açısı gördüğünde hemen yadırgardı. Zaten bu köyden ve bu ülkeden bu bağnazlık nedeniyle kaçmamış mıydı?
Kahveci çırağından aldığı saman rengi kağıda karaladığı dizelere bakarken “Yok yok… Asla şiir yazamayacağım.” diye geçirdi içinden. “Hoş! Resim çizmeyi de başaramıyorum. Ama hiç kimse kendi eserine toz kondurmuyor. Ben de öyle yapmalıyım.” diye düşünürken tanıdık bir sesle dış dünyaya açtı gözlerini. “Emel!” Başını hiç çevirmeden, güneş gözlüklerinin ardından sesten tarafa doğru baktı. Yıllardır iletişim kurmadığı, teyzesinin kızı Nergis’ti bu. İsmi bir kere daha tekrar edilince kahvehanenin kapalı bölümünde oturmadığı için pişman oldu ve “Üzerimdeki kötü enerjiyi atmak için en kötü yere geldim maalesef” diye içinden geçirerek sesin geldiği yöne doğru döndü ve “Aaa… Nergis” diye sahte bir şaşkınlık ve yapmacık bir samimiyetle karşısındakini dünyasına aldı. Nergis, “Emel, kız, geldin de niye haber vermiyorsun?” dedi. “İnsanlar, nasıl da başkalarına hesap sorabilme hakkını buluyor kendilerinde” diye içinden geçirse de “Kimseyi rahatsız etmek istemedim” diyerek yanıtladı Emel. “Ne rahatsızlığı kız?” Bir süre duraksadıktan sonra ekledi “Temelli mi döndün Paris’ten?”
-Yo hayır. Paris’teyim canım. Bir gelip buraları görmek istemiştim.
-Ne güzel. Ben de İzmir’de yaşıyorum, ama tatil günlerinde falan hep buralara geliyorum. Şimdi de bahçede bir tur attım eve gidiyordum.
-İzmir güzeldir.
-Evet. Gelsene bize gidelim. Birer kahve içeriz, hem annemler de seni görmüş olurlar.
-Yok, ben onları sonra görürüm. Şimdi rahatsız etmek istemem. Sen gel, ben sana kahve ısmarlayayım.
Nergis, “İyi madem… Sade olsun.” diyerek oturdu Emel’in masasına. Emel, tıpkı bir görevmiş gibi misafirine gülümseyerek “Ee neler yapıyorsun?” diye sordu. Nergis, başının yukarısında topladığı saçlarını tutanbaşörtüsünü düzelterek “Bir alışveriş merkezinde güvenlik görevlisi olarak çalışıyorum… İzmir’deyim. Öyle işte…” diye yanıtladı. Yüzüne dostça bir ifade takınmaya çalışan Emel, “Çok güzelmiş.” diye yanıtladı. Nergis, onun neler yaptığını sorunca, başını sahte, ama tatlı bir çaresizlikle iki yana sallayarak “Vallahi, Paris, resim, sıkıcı hayat…” diyerek yanıtladı. O sırada kahveleri gelmişti. Emel, kahvesinden ilk yudumunu alırken “Ben senin çok iyi kahve falı baktığını hatırlıyorum.” dedi. Nergis gülümseyerek “Çocuklukta kaldı onlar. Ama istersen bir abla var Balçova’da… Ona resmini çekip atıyoruz, o da bakıp bize sesini yolluyor”.
-Böylesi de mi çıkmış? Bu fal işleri çok gelişmiş. Peki bakalım. Maksat değişiklik olsun. Gönderelim, otele dönünce dinlerim.
-Kız, ne oteli. Bizde kal. Rahatsız olurum dersen dedemin evini hala öyle tutuyoruz. Orada kal.
- Dedemin evi aynı şekilde duruyor mu?
- Evet. Hiç dokunmadık. Bazen yatıya gelen misafirleri orada yatırıyoruz. Annem her gün gider dedemin çiçeklerini bile sular.
- Peki, oda ne renk?
- Eskisi gibi mavi.
- Ay canım dedem yaa… Odasını kireçle badana yapacaktı. Ben istiyorum diye maviye boyamıştı. Beni bir o severdi.
- Evet, seni çok severdi. Hatta senin yaptığın resimler de hala duvarda asılı durur.
- Resimler mi? Onları yakmak lazım... Rezalet şeylerdi. Ama neyse, dedemin odasına sanattan anlayan kimse girmeyeceği için sorun oluşturmayabilir.
- O zaman gidelim mi dedemin evine? Hem ben sana temiz çarşaf falan getiririm. Akşam yemeğini falan da geçer bizde yeriz. Annemler de seni görür. Geçen gün senden bahsediyordu.
- Ne diyordu benim hakkımda?
- Özledim diyordu. İşte… Ne yapıyordur oralarda falan…
- İyi, peki. O zaman, kahveleri içip dedemin evine geçelim. Akşam yemeği meselesine de orada karar verelim.
Kahvelerini içtikten sonra ikisi de fincanlarını ters çevirip kapattılar.  Emel, derme çatma kahvehanenin kendince bir şirinliğe sahip olduğunu fark etti. Oturdukları masanın az ilerisinde duran dut ağacının akşam güneşini keserek oluşturduğu gölge ona çocukluk günlerini anımsattı. Yerlerde ezilmiş dutlar vardı. Millet ayıplamayacak olsa biraz dut toplayabilirdi.
Dut kokusuna ağacın gölgesinin serinliği eşlik ediyordu. Kahvecinin taşıdığı kahvenin kokusu da karışınca, sanki usta bir baristanın elinden çıkan, özel bir kahve karışımı ile karşı karşıyaymış gibi hissetti. Dutlu kahve! Bunu deneyebilirdi. Aslında bu köyü sevebilirdi. Ama içindeki insanlar onu bunaltıyordu. Teyzeleri de kesin “Kızım niye hiç aramıyorsun?” diyerek kafa ütüleyecekti.
Dedelerinin evine vardıklarında mavi oda, sanki sevdiği insanların kaybolmasını simgeleyen bir sembol gibiydi. Odadaki toz kokusu, anıları da içinde barındırıyordu. Odanın maviliğini dengeleyen halının desenleri ve renkli çiçekler hala umut olduğunu gösteriyordu. Eserlerinin beğenilmediği, eleştirildiği o sergi salonlarından daha sıcaktı burası. Gösterişten uzak, inzivaya çekilmiş bir insanın ihtiyaç duyacağından fazlasını barındırmayan bir odaydı. En büyük lüks, sehpadaki çiçekler ve kendi çizdiği otoportleriydi. Yatağın çaprazındaki divana oturdular ve falcıdan gelen ses kaydını dinlediler. Sehpadaki çiçeklerin yanında, kafasını kaldırıp indiren bir tavukla eş zamanlı olarak hareket eden saniyenin sesi ile falcının sesi uyum içinde odayı dolduruyordu. Falcı, üzerindeki kötü enerjiyi atması gerektiğini, kendisini kapatmaması gerektiğini, yakın zamanda her şeyin yoluna gireceğini ve yeni bir başlangıç yapacağını söylüyordu. Ayrıca sirkeli suda duş almasının üstündeki nazarı atması için iyi olacağını belirtmişti.
Emel, “ Sirkeli su mu?” diyerek güldü. “Nergis, çarşaf getirirken varsa biraz sirke de getirir misin? Eğlenceli olur en azında. Köylü kafası ile anımız olsun”.
-Gel, bizde duş al.
-Yok yok, sen buraya getir. Şöyle hafiften üstüme sürüveririm. Sirke organik nasılsa. Sonra suyla silerim.
Nergis çarşafları getirdikten sonra akşam yemeğini hazırlamak için annesine yardım etmeye gideceğini söyleyerek ayrıldı. Emel, emrivaki gibi de olsa yemeğe teyzesinin evine gitmeyi kabul etmişti. Dedesinin evini araştırırken, dedesinin banyo yaparken kullandığı metal leğeni buldu. Ayrı bir banyosu olmayan dedesi, alaturka tuvaletin olduğu bölümde banyo yapardı, ama orası Emel’e pek temiz görünmedi. Yerdeki musluğa takılı ve tuvalete doğru uzanan kahverengi hortum, Emel için katlanılabilir bir görüntü değildi. Leğeni ve biraz su koyduğu kabı yatağın yanına getirdi ve soyunup içine girdi. Eğilip leğene bakınca beyaz tenini ve ıslanmasın diye başının üzerine topladığı saçlarının aksini gördü. Bu şekilde deforme edilmiş bir resim üzerinde çalışabilirdi. Sirkeyi bir bez ile vücuduna sürüp ovaladı. Sonra yine aynı bezi ıslatarak vücudundaki sirkeyi temizlemeye başladı. Vücudundaki sirke temizlendikçe, duvardaki oto portrelerinde kendisini tasvir ettiği gibi mutlu bir insan olmayı hayal ediyordu.