Reklam

Uçan dolmalar

Uçan dolmalar
24 Kasım 2020 - 16:43
Roza Çelik
Vapur serin sularda ilerlerken,  martıların oynaşları insanları eğlendiriyordu. İstanbul’a ilk geldiğimizde daha yedi yaşımdaydım. Boğaz Köprüsü'nden geçerken uçsuz bucaksız denizin üstünden kocaman bir kuşun sırtında geçiyormuşum gibi hissetmiştim. Sanırım heyecandan kalbimin tüm göğsümü kaplayıp güm güm diye davullar çalmasını ilk o vakit hissetmiştim. Yıllar sonra da Aylin’in o sarı saçlarını savururken bana attığı bakışla. O bakışlarda ben eridim. Yeniden büyüdüm. Geçmiş yaralarımın merhemi oldu.
Vapur iskeleye yanaştığında içime ılık bir heyecan bulaştı. Ben de yıllar sonra bir aileye karışacaktım. Severler miydi beni? Niye sevmesinler canım. Hem yemeğe davet ettiklerine göre demek ki onlar da bana karşı boş değiller. Mezuniyette görmüştüm onları. Birbirlerine sarılmaktan, sevgilerini ulu orta birbirlerine sunmaktan mutluluk duyuyorlardı. Bense rulo yapılmış diplomamı onur belgesi ile aldığımda değil sarılan, karşımda bana gülümseyen kimseyi bulamamıştım. Hayatta olan anne babanın, hayatında olmaması da ne bileyim. 
İnsanlar karınca sürüsü gibi yüklenebildikleri kadar ellerinde poşetlerle iniyordu vapurdan. Fırsat kollayan çiçekçiler, işportacılar seslerini yükseltip, önlerini kesiyorlardı. Büfelerden yükselen, tost ve sosislinin kokusuna eşlik eden döner acıktığımı hatırlattı. Acıkmak korkutuyordu beni, hem canımı acıtıyor, hem ihtiyaç. Babam gibi. 
Aylin’i birçok kez bırakmışlığım vardı evine ama bugün sanki ilk kez geliyordum. Her şey daha güzeldi.  Sıkışık trafikte daha fazla beklemeden karşıya geçtim. Meydandaki çiçekçiden bir buket papatya ve saksıda yediveren gül aldım. Annesi gülleri severmiş. Benim annem de kadife ve yıldız çiçekleri ekmişti balkonun iki yanına. Sarmaşık güller de kamelyasını sarmış masal gibi olmuştu bahçemiz, ta ki babam talan edene dek. Kucağımda iki buket çiçekle Aylinlerin sokağına varacak merdivenleri çıkmaya başladım. Yetmiş dördüncü basamakta dermanım kalmadı. Gittikçe yükselen heyecan ve yemeğin gerginliği beni şimdiden yormuştu. İki bankın karşılıklı konulduğu düzlükte biraz dinlendim. Aklıma ne yemekler yaptıkları geldikçe, midemden yukarı doğru yükselen sinsi bir bulantı, beni terletmeye başladı. Hadi kalk oğlum derin bir nefes. Ah ulan baba! Ha gayret az kaldı. 
Merdivenlerden sonra yirmi beş adım Dost Apartmanı, zile bastım, bina kapısı hemen açıldı. Allahtan asansör var. Yüzüme koca bir tebessüm yerleştirip asansör kapısını açtım. Evin kapısı sonuna kadar açık başlar uzanıp gülümseyerek karşıladılar beni. Herkes benim için kapıda. Selamlaşmalar, çiçekleri takdim ve içeriye geçiş. Kendimi bu sevgi seline bırakınca yüzümün nasıl şekil aldığını çok merak ettim. Gevşemiştim. Kalbim sıcacık oldu. Çok mutluyum. Beni de sevgi harçlarına katmaları davullar çaldırdı göğsümde. Herkeste bir heyecan, tanıma çabaları. Sevdim bu insanları.
Biz beylerle laflarken, mutfaktan masaya doğru bir hareketlilik var. Ne de güzel taşıyor salata kasesini Aylin. Kulağım sohbette, burnum mutfaktan gelen kokularda. Mercimek çorbasına yağ kızdırıyorlar.  Taze fasulye, fırındaki et daha baskın. Bunca yemek yetmez mi canım. Gördüm Aylin ablasıyla mezeleri taşıyıp durdular. İç pilav mı o? Müsade isteyip banyoya gittim. Aylin bana eşlik etti. Yanağına kimse görmeden kondurdum öpücüğü. Yemeğe oturacağız düşüncesi, ecel terleri döktürüyor bana. Bilmediğim sofralarda sürprizlerle karşılaşmak istemiyorum hele ki burada. Yüzüme soğuk sular çarptım. Saçımı da düzelteyim. Aynadakini görünce bir adım geriye çekildim. Heyecanın bu kadarı da fazla. Bu kim? Dokuz yaşındaki Özgür karşımda. Elimi uzatıyorum o da uzatıyor. Yukarı bakıyorum o da öyle. Tokat attım o da attı ama ağlıyor. Oğlum sus ağlama n’oldu? Burada ne işin! “İnemem babam kızar. Görmedin mi biberler uçuyor? Önce kokusu uçtu.”  Tekrar suyu açıp yüzümü yıkadım. Aylin’in sesiyle irkildim kendime çekidüzen verip çıktım. “Tatlım iyi misin?” Ah sana nasıl anlatırım şimdi tüm bunları. “İyiyim güzelim.”  Koluma girerek beni masaya kadar getirdi. Hoş muhabbet sofra başında da devam ediyordu. Çok samimiydiler. Hele ki babanın oğluna bakışı içimi burktu. Beni görünce “gel Özgürcüğüm yanıma”. Çaktırmadan masaya bakıyorum. Her şey  özenli ve güzel. Masada artık bir şey koyacak yer kalmadı. Bir oh çektim. Aylin’in ablası çorbaları servis ederken annesi “yavrum umarım beğenirsin afiyet olsun çocuğum” Bu sıcacık tavır karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Alışkın değilim böylesi hasret kaldığım ilgiye. 
Çorbalar bittikten sonra Aylin “ay biber dolmalarını unuttum” deme gülüm, n’olur deme kuzu inciğin yanına yatırdığınız pilav yeter. Getirme Aylin! Elimdeki çatal düştü. Gözüm kararıyor. Kravatımı gevşetiyorum karşımda Aylin’in eniştesi üç kişi oluyor. Kime bakacağım şimdi. Sesler kulağımda, ama kim ne diyor anlamıyorum. Bir kuyuya düştüm dibi yok.
“Oğlum in şu ağaçtan bak baban gelecek hadi”
“Akıl mı bıraktın bende, ocakta unuttum yemeği.”
“Dikkat et masaya, kapağını açtım soğusun baban gelmeden”
Gırrçç bahçe kapısı açıldı.
Anne! 
“Ta nerden duyuluyor sesiniz ulan. Bu dolmalar hala kaynıyor burada! Kaç kere söylecem ılık olsun diye!”
Tabakta değil havadalar biberler. Havada dolma kokusu var.
“Anne çekil tencere!”
Ahh bacağım! Babacığım acıyo!
“Eşşolueşşek ne işin var ağaçta”
Dolmalarla birlikte yerdeyim. Yanağımı dayamışım birisine.
Yavaş yavaş kuyudan çıkıyorum. Gözümü açtığımda kanepeye uzatılmış bileklerim kolonya ile ovuluyordu. Herkes telaşlı etrafımda. Çok utandım. “Çok özür dilerim. Sizleri de telaşlandırdım. Tansiyonum düştü galiba. İyiyim, lütfen sofraya geçin siz.” Ablasının dediğine göre baygınlık geçirdiğimi gören Aylin elindeki dolma tabağını düşürmüş şükür. 
Saatlerdir kendimde değilmişim hissi ne tuhaftı. Tüm bedenim anteni çekmeyen televizyon gibi karıncalandı sonra gözlerimi kapladı. Buradaki yayından, çocukluğumun acı kanalına geçmiştim. Meğer sadece üç dört dakika sürmüş. Ama babam o sıcak tencereyi fırlatırken bir ömür geçmişti.  Tüm dolmalar kanatlanmış uçuyordu ağır ağır. Ve havadaki biberin acımsı kokusu genzimi , sıcaklığı dilimi yakıyordu yemeden. Ellerim buz kesmiş, tencereyi göremeyen anneme seslenmiştim. Tencereyi tutabilirim sandım. Ağaçtan babamın ayaklarının dibine düşmüştüm. Çürük bir meyve gibi ayakkabısının ucuyla ittirdi beni. Kırılan bacağımın acısı yoktu. Ruhumu parçalamıştı babam. Sonrası işte bende biber dolmasından kalma bir yara.
Tekrar masaya geçtik. Bu ailenin iyileştirici bir etkisi vardı. Sevgiyle kolaylaştıran, insanı yatıştıran bir yanı vardı. Beni de kabul etmeleri sevmeleri içime su serpmişti. Geç saate varan muhabbet son vapuru kaçırtmıştı bana. Müsaade isteyip kalkmak isteyince “çocuklar seni bıraksın” dedi Ender Amca. Tam kapıdan çıkarken elime tutuşturduğu nevale çantasıyla Nevin Teyze “Ah yavrum içim el vermedi. Yiyemediklerinden koydum. Bir de dolma var! Aylin yaptı.” 
“Teşekkür ederim” diyebildim sadece. N’aptın anacım, benim ailem bundan dağıldı. Uçan dolmalar, özgürleşen eşler, ölüp ölüp dirilmelerim bundan diyemedim. 
Ver anacım, dünyanın bütün biberleri olsun dolma, düşsün sefer tasıma. Yeter ki Aylin’imle baş koyalım aynı yastığa.