ÖYKÜ/Olasılıklar kıyısı
30 Mart 2021 - 14:25
Yazın sıcak günlerinden biri. Erken kalktım. Belki de hiç uyumadım. Pencerede kedileri izliyorum. Güneşte mutlulukla salınıyorlar. Yüzümdeki gülümseme ağır ağır, donuk bir ifadeye dönüşüyor. Gün, dünün bıraktığıyla başlıyor. Hayatı sürdürebilmek, yataktan kalkmadan kendini inandırabilme gücüne bağlı. Aldığım haber ikna olmama yetmiyor. Doktorun, arkadaşım olması gerçekle erken yüzleşmeme sebep. Ne kadar zamanım kaldığını söylemedi. Çabucak ona gitmeye karar veriyorum. Ne de olsa aynı durumda. Dayanışmanın faydasına inanmasam da, hareket etmem gerekiyor. Hareket iyi gelir. Üstüne sineni dağıtır. Sahilde bir süre yürüyorum. Pas rengi yük gemileri geçiyor, hadisesiz. Süt liman denen bu olsa gerek. Kocaman akasyanın gölgesinde bir adam gökyüzünü üstüne çekmiş uyuyor. Mutsuz olduğumda uyumak isterim. Özeniyorum. Teraslarda saksılar, kırmızı beyaz zakkumları koruyor.
Bütün olasılıkların kıyısındayım, diye düşünüyorum, taş sektirmeye inat ederken. Başaramıyorum. Neyi başardım ki bugüne kadar. İskeledeki simitçiye oturuyorum. Aidiyet yaratan, ufak bir yer. Tabureye zor sığıyorum. Midem bulanıyor. Acaba son kez gelmiş olabilir miyim? Sessizliğin hüküm sürdüğü her an, aldığım haber aklımı kemiriyor. İnsan kötüyle yüzleştiğinde içindeki yanma sindirememekten, eminim. Vapurdan inenleri seyretmeye dalıyorum. Ne kadar zamandır yapmıyorum bunu. Dış dünyayla ilk kez temas eder gibiyim. Zihnim hatıralar akıntısı. İhmal ettiğim ne varsa aklıma hücum ediyor. Bozuk plaklarımı düşünüyorum, telefon kulübelerini sevdiğimi, denizi görmeyen ama nemini çeken evimden nefret ettiğimi, yağmur yağınca su fışkırtan kırık parke taşlarını, güzel kitapları son sayfalarında okumayı bıraktığımı, pazar günlerine katlanmanın artık gereksizliğini, sağanak altında ağ- lamanın kolaylığını. Ağlamaya başlıyorum. Kokusuyla hatırlıyorum insanları. Ona gitmeliyim. Şehrin öbür ucuna uzun bir otobüs yolculuğundayım. Başımı yaslıyorum. Kasislerde alnıma çarpan titrek cam acıtıyor. Hoşuma gidiyor nedense.
Yaklaşınca telefon ediyorum, “Yanına geliyorum, müsaitsen.” “Bekliyorum oğlum,” diyor. Oğlunun oğluyum. Ama beni babamdan ayırt etmez. Biraz erken insem. Çocukluğumun bahçeli evler sokağında yürümek iyi gelir sanıyorum, gelmiyor. Kapıda heybetiyle dikilmiş. Yatağından zor kalktığı belli, sesinden önce göğsünün hırıltısını duyuyorum. “Neyin var senin?” diyor. “Özledim, yetmez mi,” diye yanıtlıyorum. “Hadi oradan,” kaşları çatık, mutfak tezgâhına iki kadehi dizmiş bile. “İçme,” diyorum, “kendine dikkat etmen gerek, hem…” “Bıraktım ilaçları doktora da gitmiyorum, ne olacaksa olsun,” sözümü umursamadan bölüyor. Salonda karşısına, koltuğa ilişiyorum, bacaklarım huzursuz. Arkasındaki resimlere gözüm dalıyor. Parça parça fotoğraflar dağınık, hatırlamak istemediği kim varsa makas darbelerine maruz kalmış. Çerçevelerde ikimiz dışında kimse yok. Yüzü bana dönük, sırtı sildiklerine. “Şimdi bana gerçekten ne olduğunu söyle. Yeterince vaktim olmayabilir.” Sesi bir perdenin ardından gelir gibi uzak, fakat kararlı. “Benim de vaktim olmayabilir.” Söz boğazıma takılmadan çıkıveriyor. Kendimi bırakmak için erken. Gözlerinde değil, camın ardında bakışlarım. İki ağaç, dalları yükseklerde birleşmiş, kökleri karşılıklı duruyor. Biri geçkin, diğeri cüce, ikisi de rüzgârdan eğilmiş, yattıkları yön aynı dayanıksız. Bugün neye baksam bize benzeteceğim. İnsanlarla bir arada yaşama isteğini çoktan yitirmiş. Benim dışımda kimseyle görüşmüyor. Başımı ona çeviriyorum. Vakitsiziz. Hâlimden, içimden geçenleri anlıyor, eminim. Aramızdaki uçurum kapanıyor bugün. Konuşmak için budayacağı sözcükleri arıyor. Onu kıvranmaktan kurtarmalıyım. Yaklaşıyorum. Ellerimi omuzlarına koyuyorum. “Şu ağaçların altına masayı kurup akşam kafaları çekelim, var mısın, gerisini sonra konuşuruz.” Babamdan kalma bir bakışla, kirpikleri hızla kapanıp açılıyor, hevesli. Yüzündeki çizgiler bu kadar derin olmasa, gülümsediğini düşüneceğim. Peşimizde olan şeye verilecek yanıt, acele etmemek. Aynı fikirdeyiz, son bekleyebilir.