Reklam

ÖYKÜ/Tek mezar

ÖYKÜ/Tek mezar
29 Mart 2021 - 13:11

Ekin Eryılmaz 

Mehmet, köye inen yolun ağzında, kasası kavunla dolu kamyonetine yaslanmış duruyordu. Gözleri, mendillerden görünmez hale gelmiş mezarın başında dua eden kadınları uzun bir süre süzdü. Bir yandan da her zamanki gibi söylendiği için yanında duran arabayı bile fark etmedi. Kırmızı arabadan inen otuzlarındaki adam, iki kavun istemek üzere cüzdanını çıkarmıştı ki kamyonun sahibine dikkat kesildi. “ Yok yok, bunlarda akıl yok!” diye mırıldanan adama yaklaşıp sordu:
-Kimde akıl yokmuş abi?
-Şunlarda! Mehmet’in eliyle işaret ettiği yere bakan adamın gözüne mezar başındaki iki kişi çarptı. Anne- kız gibi görünen kadınlardan genç olanının taze yüzünde, utançla karışık bir hüzün vardı.
-Ne yapıyorlar orada?
 -Dua ediyorlar, görmüyor musun?
-Bir yakınlarının mezarı mı? Neden böyle bir yere gömmüşler, mezarlık yok mu köyde?
-Var, olmaz olur mu? Yatanı tanımıyorlar bile! Adam cüzdanını cebine koydu. Kavunlardan daha cazip gelen bu konuya merak sardı.
-Kim yatıyor ki orada? Kamyon sahibi, konuşacak birini bulmanın heyecanıyla, geldiğinden beri ilk kez adamın yüzüne baktı.
-İsim ne sizin hocam?
-Arif.
-Ben de Mehmet, dedi. Ve hararetle anlatmaya başladı:
-Seksen iki senesinde bizim buraya bir kuraklık çöküverdi. Köylüyü iki sene perişan etti. O yıl, aha bu gördüğün yolda kaza oldu. Bir otobüs devrildi. Ben yirmi yaşlarımdayım o vakit, çobanlık ediyorum. Yolun annacında bir yerdeyken kazayı gördüm, koyunları da bırakıp koştum buraya.
-Kazanın, kuraklıkla ne alakası var?
-Duruver sen de! Hinayetlik eden oğlanlar gibi… Sabret azıcık. Ne diyordum? Kimselere pek bir şey olmamış şükür. Birkaç yaralı vardı. Yalnız bir tane de ölü. Adı Rıza imiş. Sordular soruşturdular, adamın kimsesini bulamadılar. Ne ana baba ne çoluk çocuk… Gelip de adamcağızı defnedecek biri bile çıkmadı. Aha, yolun hemen yamacına gömüverdiler. Başına da adını yazan bir tahta diktiler. Bir seneye kalmadı, memleket eski haline döndü. Sonra orada burada duyar olduk, bir söylenti çıkıverdi. Bu adam buraya gömüldü gömüleli köye bereket gelmiş de, esasında ermişin biriymiş de bilmem ne! Sonra bu dedikodu yayıldı da yayıldı. Tahta mezar taşı kalktı, kimsesiz Rıza’ya güzel bir mezar döşendi. Derken bizim millet kendi uydurduğu yalana kendi inandı. Çocuğu olmayan, işte orada gördüğün kızcağız gibi tazeler, dara düşenler çiftçiler, mendillerini kapıp geliverdiler. Biz, birkaç aklı başında, yapmayın dedikse de dinleyen kim? Ta civar köylere gitti kimsesizin namı. Gelip geçen tatilciler bile merak edip sorar oldu. Bakma sen cahil durduklarına, işine geldi mi ne hindir bizimkiler. Bire bin katıp efsaneler mi uydurmadılar, gelip giden yabancılara bir şeyler satmak için tezgâhlar mı kurmadılar? Zamanla buraya da “Tek Mezar” denmeye başlandı. Böyle böyle o kaza da unutuldu. Gömecek bir evladı bile olmayan kimsesiz Rıza; oldu mu sana asmalardan üzümler sarkıtan, dertlilere derman olan Rıza Baba! Arif, tek kaşı devamlı inip kalkan ve bir eliyle kendisini dürtüp duran Mehmet’i dinlerken lafını kesmeye korkuyordu. Adam, mavi gözleriyle insana öyle bakıyordu ki bunca yıldır köylüye kusamadığı kinini bir yabancıya kusar gibiydi. Sıcak, seyrek saçlı başını terletmiş olacak ki tek eliyle kasketini kaldırıp kafasını kaşırken Arif, bulduğu ilk boşluğu fırsat bildi:
- Öbür türlü, zavallı adamın mezarına uğrayan da çıkmazmış. Fena mı olmuş abi?
-Asfalyalarını attırma adamın! Benim derdim Allah’ın garibanıyla mı sanki? Bizim bu akılsızlarla. Yalan fena şeydir hocam. Hele kendi yalanına kandıysan o daha beterdir. Doğrusunu bildiği yalana inanan insanı kandırmaktan kolay ne var? Üzülüyorum. Bizim bu milleti daha çok aldatırlar! Mehmet bir anda dakikalardır lafladığı adamı tanımadığını fark etti. Müşteri olduğunu anlayınca daha çekingen fakat sıcak bir yöre insanına büründü.
-Hocam niye durmuştun sen, kavun mu alıverecektin?
-Evet, Mehmet Abi. İki kavun verir misin?
-Vermem mi, bal bunlar bal! diyerek kasaya koştu. Müşterisini yolcu ettikten sonra tekrar Rıza Baba’nın mendile bürülü mezarına baktı. Arif’in söyledikleri geldi aklına. Bir başına geçen bir hayattan sonra, medet umulan bir ermişe dönüşen adamı düşündü. Güldü.
-Ulen Rıza, sendeki şans bende olsaydı…