Reklam

ÖYKÜ/Sessiz çığlık

ÖYKÜ/Sessiz çığlık
13 Nisan 2021 - 12:48
Başak Aras
Suskunluk içinde geçen bir gün daha. Başım öne eğik bir şekilde elimdeki ağır poşetler ile arabanın yanında babamı beklerken yerdeki kaldırım taşlarıyla konuşur gibi ayakkabımın burnunu vuruyordum hafif hafif. Aklımdan geçen soruları kimseye soramadığımdan babamın benim için yazdığı tüm kuralları beni sevsin diye hatasız yerine getirme çabası içindeydim. Her cumartesi olduğu gibi babam ile market ve pazara gidip poşetleri taşıma görevimi yerine getiriyordum. Eve tüm poşetleri taşıdıktan sonra parmaklarım ağır poşetler yüzünden ilmek ilmek kesilse de acıdan açamadığım avuçlarıma bakarken sessizce banyoya geçip elimi yıkadıktan sonra sofrayı kurmak için mutfağa anneme yardıma koştum hemen. Akşam sofrada yemek yerken babam “Yarın gündüz öğrencim Pınar’ın doğum gününe gideceksin” dedi. Bedenim bir anda korku ile titredi. O zamana kadar kendi sınıf arkadaşlarımın bile doğum gününe gitmeme izin vermezken tanımadığım kendi öğrencisinin doğum gününe gitmemi istiyordu. İlkokul öğrencisisin otur evinde diyen babam şimdi dediği ile çelişen bir görev veriyordu. Babaya hayır demek yasak olduğu için sessizce “peki babacığım” kelimeleri döküldü dudaklarımdan.

Ertesi gün babam içinde kitap olan paketi uzatıp Pınar’ın evine bıraktı beni. Eve girdiğimde tamamen modern mobilyalar, ihtişamlı konsolun üzerindeki işlemeli ayna ve filiz yeşiline boyalı ahşap masayı görünce gözlerim kocaman açıldı. Evin içindeki karma kokular burun deliklerinden geçerken bedenime daha önce hissetmediğim enteresan bir gevşeme yaratıyordu. Erkekler kızlar hepsi evde çalan müzik eşliğinde birlikte eğleniyorlardı. Aynı yaşta olan arkadaşları izlerken o kadar şaşırmıştım ki kafamı bir sağa bir sola çeviriyor gördüklerim karşısında yorum yapamıyordum. Çünkü bana yasaktı bu şekil güzel giyinmek, erkeklerle sohbet, eğlenceli müziklerle birlikte oynamak. Kızların etkileyici, ışıl ışıl elbiselerine bakarken üzerimdeki soluk yeşil pantolonum ve sarı gömleğime göz gezdirince dudaklarımda müphem bir çizgi oluştu sanki. Hele Pınar’ın beline kadar uzanan sapsarı saçlarını savurtarak bana hoş geldin deyip yanımdan ayrıldıktan sonra erkek gibi kesilen kısacık saçlarıma dokununca çok kötü hissetim. Ne biçim kız diye alay edecekler diye utancımdan omuzlarım içime doğru kıvranırken yerdeki halının kahve rengine karışıp yok olmak istiyordum. Bedenim istemsiz bir korku ile titrerken babamın beni neden buraya gönderdiğini anlayamıyordum. Hissettiğim endişe, mahcupluk ve utanç duygularının alaborasıyla yerdeki halının desenlerinde kaybolurken George Michael’dan çalan Careless Whisper şarkısını duyunca ruhuma kattığı tatlılık ile başımı kaldırıp dudağımdaki ince buse ile etrafımdaki arkadaşları izlemeye başladım. O kadar özgür, güzel ve rahatlardı ki bakışlarımdaki imrenme ve hayranlık çalan müzik notalarında kayboluyordu adeta. Bu etkileyici ortamda kızlar ve erkekler dans etmeye başlayınca panikle oturduğum yumuşacık lacivert koltuktan kalkıp salonun girişindeki sandalyeye geçtim hemen. Bir süre sonra babamın sınıfından 3 erkek geldi yanıma biliyorlardı öğretmenlerinin kızı olduğumu. “Dans edelim mi” dediler. O kadar çok korkmuştum ki çalan müziğe rağmen kendimi kızıl bir karanlıkta hissediyordum. Erkeklerin, tedirginlikten sesimi çıkaramadan başım öne eğik olan bedenimle dalga geçen kahkahaları boğuk boğuk geliyordu kulaklarıma. Endişe, korku ve utanma karışımı duygular ile “Yok teşekkürler, istemiyorum” dedim bu cümle dudaklarımdan dökülürken o kadar çok korkuyordum ki kaçmak istiyordum o odadan. Babam duyarsa korkusuyla elim ayağımın titremesini durduramıyorken neredeyse ağlayacaktım. Çocuklar ise korku durumumu fark etmiş ve onlar için dans etmek normal olduğu için ısrar ediyor, başımda dikilip “Hadi ama Begüm ne var ki, sıra ile üçümüz ile dans edeceksin” diyorlardı. Çocuklara bakarken içimden “dans etsem babam kesin döver” diyordum. O korku ile “off size hayır dedim kiriş gibi tepemde dikiliyorsunuz ya” dedim. Sesimdeki titremenin dozu sanki salonda sallanan parlak taşlarla dolu avizeyi de titretti arkama bile bakmadan evden çıktım koşarak. Apartmanlarının bulunduğu sokağın dar kaldırımlarından yürürken ışıl ışıl kaynaşan komşu apartmanlarının devrilmemek için birbirlerine bağlanmış kimi hüzün kimi neşe dolu duvarlarının önünden geçerken kalbimin atış sesi dışarıya yankılanıyordu adeta. Çıkan hafif rüzgâr ile kıştan kalan yapraklar da benim kaygı ve korku dolu bedenimdeki titremeleri etrafıma koruma kalkanı gibi sararak rahatlatmaya çalışıyorlardı. Akşam babam eve gelince “Nasıl geçti doğum günü, aldığım kitabı beğendi mi Pınar” sorusuna “Güzeldi babacığım, beğendi” dedim konuyu hemen kapatmak istercesine. Ertesi gün sınıfta ders işlerlerken babamın öğrencilerinden bir kız geldi sınıfına, öğretmenime “Begüm’ü babası çağırıyor” dedi. Öğretmenim “acil mi teneffüste konuşurlar” dedi. “Acil” dedi kız biraz korkarak, öğretmenim babamın öğrencisinin endişeli tavrı üzerine “tamam o zaman, Begüm baban çağırıyormuş, hadi git bakalım” dedi. Babamın öğrencisi ile sınıfa giderken endişeli bir şekilde “babam neden çağırdı, beni” dedim. Kızcağız bir şey diyemedi. Bedenindeki korku beni de endişelendirmişti hızlı adımlar ile okulun puslu koridorlarını geçtikten sonra sınıfa girdiğimde tahtanın önünde doğum günündeki üç erkeğin ayakta olduğunu gördüm. Gözlerim korku ile o kadar açıldı ki donup kaldım öylece “Off ya herhalde dans etmediğimi söylediler” diye düşünürken babamın “Lanet olası pislik, terbiyesiz, saygısız paçavra” diye kükremesi sonrası yediğim tokat darbeleri ile yere düştüm, bedenim yerde iki büklüm yüzümü parmaklarım ile kapamaya çalışırken babam hâlâ vurmaya devam ediyordu. Bir süre sonra saçlarımdan havaya doğru kaldırdığında kafa derimdeki acıya odaklanamıyordum korkudan. Saçlarımın hepsi kopmuş gibi yaşadığım acıya rağmen ellerimi çekemiyordum yüzümden. Çok güçlü olan babam tek eli ile yüzümdeki elleri sıyırıp tokatlamaya devam ediyordu. Elli kişilik sınıftan çıt çıkmıyordu korkudan. Bir süre sonra beni bir çuvalmışım gibi sınıfın yeşil tahtasına fırlattığında tebeşir bölümüne çarpan belimin acısıyla yere düştüm. Benimle birlikte yere düşüp kırılan beyaz tebeşirler bana destek olmak istercesine yuvarlanıyorlardı kapıya doğru kaç dercesine. “Sen benim öğrencilerime hakaret edemezsin defol git sınıfımdan” diyen öfke dolu sesini duyunca ellerimle bir iki adım emekledikten sonra hemen sınıftan çıktım. Pamuk iplikler ile sarılı sahipsiz, hüzün dolu korku buhranıyla çevrilmiş bedenimi merdivenlerin tırabzanlarına tutunarak zar zor tuvalete attım. Yüzüm yediğim tokat darbeleri ile kıpkırmızı iken gözlerimden dökülen damlalar sanki kan gibi akıyordu lavabonun yüzeyine. Gözyaşları ve sümük karışımımın küçülerek deliğe doğru adım adım gidişini izlerken bedenimin de kıvrılıp deliğe doğru gittiğini hissettim. Her gün girdiğim tuvaletin gri zemin taşları ayak tabanlarımı hüzünle sarıyordu sanki. Derin bir nefes alıp aynaya baktığımda dayanamayıp içimden geçenleri haykırarak söyledim. “Bana sormadın bile ne olduğunu, çocukların yalanına inanıp koskoca elli kişi önünde beni nasıl döversin baba, sen hiç mi kızına güvenmiyorsun, inanmıyorsun, neler yaşandı diye bile sormadın, sen neden beni sevmiyorsun baba” diye haykırışım kulaklarımdan geçerek beynime doğru iletildiğini hissettiğim an hızlıca ağzımı kapadım. O kadar utandım ki korku ile etrafıma bakındım hemen. Çok şükür herkes dersteydi. Ama ya duyan olduysa, babam hakkında kötü konuştuğum için herkes beni eleştirecek kızacaktı o korku ile hemen çıktım tuvaletten çünkü artık kendi sınıfıma dönmem lazımdı. Derin nefes alıp sınıfın kapısını vurdum. İçeriden “gir” sesi ile kapıyı açıp adımı atar atmaz öğretmenim; “Begüm girme sınıfa dur” dedi ve hemen yanıma geldi. “Bu yüzünün hali ne, ne oldu canım benim” dedi. O kadar çok kötü oldum ki öğretmenime sımsıkı sarılıp ağlamaya başladım. Ama bağıramadan çünkü kız kısmı sesli ağlayamaz çok ayıp bir şeydi. Babamın bu sözcükleri her ağladığımda kulaklarımda olduğu için boğazımı sıkarak ağlıyordum. Sessiz çığlıklarım yankılanıyordu içimde. Sakinleşip biraz rahatladıktan sonra öğretmenime anlattım her şeyi. Söylediklerimle öğretmenim öfke ve şok karması duygular ile ellerini başına götürürken, gözleri daha da açılıyordu;
“Nasıl ya, ne demek şiddet, üzülme benim masum kızım, ben baban ile konuşacağım” dedi. Öğretmenimin yanında olması bir yandan çok mutlu etmişken bir yandan da korkmaya başlamıştım. Ya babam söyledim diye de kızarsa diye. Başım öne eğik bir şekilde sınıfta otururken teneffüs zilinin çalması ile kalbim güm güm atmaya başladı. Öğretmenler odası bizim kattaydı çünkü. Çok sinirli olan öğretmenimin bir süre sonra sesini duydum. O korku ile sınıftan çıktım. Öğretmenler odasının kapısı açıktı, öğretmenim herkesin içinde babama fırçasını kaydı
“Sen nasıl bir öğretmensin tüm sınıfının önünde kızını dövüyorsun”
“Ama o öğrencilerime hakaret etmiş”
“Begüm’e sordun mu peki, gerçekten olay nasıl olmuş”
“Neden soracağım, üç öğrencim de yalan mı söyleyecek”
“Madem kendi öz kızına inanmıyorsun o zaman teneffüste hepsini kenara çeker sorarsın, kızının kendisini ifade etmesine bile izin vermeden tüm sınıf önünde dövemezsin, hadi öğrencilerin haklı diyelim yine de dövmek ne demek ya sen nasıl bir öğretmensin” diyerek sinirle çıktı öğretmenler odasından.
Babam herhalde öğretmenler odasındaki diğer öğretmenlerin bakışlarından rahatsız olmuştu. Kükreyen kendinden emin sesi ile “Ben yanlış yapmam, Begüm’ün suçlu olduğuna eminim o kimseye hakaret edemez, bir daha böyle bir hatasını duyayım yine döver cezalandırırım” diyerek söyleniyordu kendi kendine.
Öğretmenlerden biri; “Nereden biliyorsun kızının suçlu olduğunu, hadi düşündüğün gibi suçlu diyelim neden şiddet gösteriyorsun, sana yakışmadı Haluk Bey” dedi. Zil çalma sesi ile hemen sırama koştum. Son derste öğretmenimin anlattığı konuya odaklanamıyordum. Korkuyordum babam kızacak diye. Çalan zil ile çantamı toparlayıp okulun demir kapısında babamı beklerken, yanıma yaklaşan babam hiçbir şey yokmuş gibi, okuldan çıkan öğretmenlerin arasında “Sen bana neden doğruyu anlatmadın ki canım” dedi gülerek. Upuzun boyu ile dimdik dururken şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum. Babam etrafa verdiği kendinden emin gülümsemesinin yanında elini omzuma koymuş bütün gücüyle bastırarak sıkıyordu canımı acıtırcasına. O gülümsemenin ardında yatan duyguyu bildiğim için hiçbir şey diyemedim. Omzumdaki yanma acısına rağmen etrafımdaki öğretmenlere belli etmemek için gülümseyerek “iyi akşamlar” derken eve gidince cezamın devamının geleceğini biliyordum. İçimden sessizce mırıldandım, “sen bana sormadın bile ne olduğunu babacığım.”