Reklam

Hıdırellez

Hıdırellez
14 Aralık 2020 - 13:43
Bahar Güneli

Hıdırellez’di. İzmir Hıdırellez’i coşkuyla kutlardı hep. Mayıs’ın yüzünü yaza dönmüş sıcağında tüm görkemleriyle açmış güller sokakları kokularıyla sarıp sarmalardı. Gece ateşler yakılır sokaklar dolar taşar yazılan dilekler gül dallarına emanet edilirdi Hızır’la İlyas’ın eli değsin diye. Sonra o dilekler gün doğmadan çözülür denizin serin sularına bırakılırdı. İzmir’de mevsim bahardı.

O gün de otobüste üç dört sıra önümde oturuyordu. Son durağa yaklaştıkça çoğu öğrencilerden oluşan kalabalık azalmıştı. Ensesindeki ter damlalarını görebiliyordum. Heyecanlıydı. İnmesine yakın okuduğu kâğıdı özenle katlayıp kitabının arasına yerleştirdi. O yıllarda Köprü durağından öteye geçmezdi belediye otobüsleri. Zaten oturdukları evde birkaç sokak yukarıdaydı. Tek katlı evlerin bahçe içinde olduğu sokaklardan birine doğru yöneldi. Günlerdir olduğu gibi ben de peşinden yürüdüm. Yanaşmaya konuşmaya cesaretim yoktu. İzmir en güzel Mayıs’ını yaşıyordu sanki. Evlerin bahçelerinden rengarenk çiçekler yüzlerini güneşe vermiş keyif yapıyor, güllerin yaseminlerin kokuları insanı esrikleştiriyordu. Sokağa girdi. Birkaç ev ötede bir araba geri manevra yaparak bahçeden çıkıyordu. Hızlandı, baba diye seslendiğini duydum, arabanın açık camına doğru yönelmişti. Adam bir an yüzünü kızına döndü gülümsedi. Muhtemelen kızı da ona gülümsemişti. Ve sonra o patlama sesi. Sokakların sessizliği dağılıp bütünlendi bir anda. Tüm güller korkup kokularını da alıp saklandılar. Sokak kedileri duvar diplerinin kuytularına sindiler. Mayıs soğudu birdenbire ayaza kesti. Adam Nisan diye fırladı arabadan. Nisan beyaz okul gömleği kana bulanmış, gözlerindeki yaşam ağzından çıkan son nefesle sönüp gitmiş, arabanın yanında yığılıp kalmıştı. Sokağın sakinleri korku ve merakla evlerinden fırlamışlar babasının kucağında derin bir uykuya dalmış gibi yatan Nisan’ı görünce etrafı feryat figana boğmuşlardı.

Ve bunlar o kadar kısa bir sürede olmuştu ki, Nisan babasına doğru yöneldiğinde yan bahçeden fırlayan bir genç silahını doğrultmuş, ateşlemiş ve hızla koşarak sokağı terk etmişti. Yanımdan geçerken göz göze gelmiş, bakışlarındaki korkuyu şaşkınlığı görmüş  ama durdurmak için hiçbir şey yapmamıştım. Ertesi gün tüm gazeteler manşetten vermişti haberi. Savcının Kızı vuruldu. 6 Mayıs 1979’dan sonra bir daha Hıdırellez olamadı benim hayatımda. Nisan ölmüştü ve hiç Mayıs gelmedi o yüzden.

Mahalledeki yas günlerce derin bir sessizlik şeklinde sürerken İzmir’in altı üstüne geldi. Savcı kızının katilini bulmak için yeri göğü yarmıştı İzmir’de. En ufak bir iz bile sürülüyor, evler dükkanlar basılıyor katil her yerde aranıyordu. Bense onu görmüştüm. Yüzünü, boyunu posunu, gözlerinin rengini hatta yaşını bile biliyordum. Ayağımı uzatsam, bir çelme taksam ya da bir omuz vursam geçerken kapaklanırdı. Savcı onu sağ bırakmazdı. Neyden korkmuştum, elindeki silahtan mı? Günlerce aylarca kendime gelemedim. Polise gitmedim gidip gördüklerimi söyleyemedim. Okul forması kan içinde yığılmış Nisan o yıl liseden mezun olamadı. Ben oldum. Başka bir şehre okumaya gidersem unuturum sandım ve vicdan yükümü derleyip toplayıp valizime yerleştirdiğimden habersiz Ankara’ya kazandığım okula, yeni bir hayata yola çıktım. Ya da öyle sandım …


Bugün Hıdırellez. Yirmi beş yıl aradan sonra ne bahçe içinde evler kalmış ne sakin sessiz sokaklar. Bilmiyorum yine aynı coşkuyla mı kutluyor İzmir Hıdırellez’i. Güller yıllar önce alıp gitmiş sanki kokularını. Sıcaklarda katlanmış, yapış yapış olmuş. Yanımda kanlar içinde formasıyla Nisan. Yirmi beş yıl boyunca her 6 Mayıs’ta gelip dikildi karşıma. Neden dedi hep neden durdurmadın neden polise gitmedin? Hiç korkmadım gelişlerinden. Hatta biliyordum sanki bunun olacağını. Ama cevabım yoktu ona verilecek. Bunca yıl ardan sonra tüm cesaretimi toplayıp geldim. Belki bugün bulacaktım cevabını, belki bugün Nisan’ın katilini teslim edecektim polise.

Sabahtan birkaç kez dolanmıştım sokakta. Koruma falan yoktu savcının kapısında. Tedirgindim. Hava sıcaktı. Mayıs tüm güzelliğiyle yayılmıştı mahalleye. Benim yaşadığım yerden çok farklıydı burada hayat. Yollar düzgün. Evler bakımlı. Bahçe içindeydi. Neredeyse her evin bahçesinde bir araba vardı. Sessiz ve sakindi sokaklar. Havada dolaşan huzur bedenimi sarmıştı sanki. Nasıl yapacaktım? Kendimi örgütte kanıtlamak istiyorsam savcıyı vurmam gerekiyormuş. Bir insanı nasıl öldürebilirim ki? Belimdeki tabancanın ağırlığı gittikçe artıyor sanki. Günler boyu anlatmışlardı. Bu onlara vurulacak büyük bir darbeydi. Haklıydık. Silahı şöyle tutacaktım böyle ateş edecektim. Mutlaka ölmeliydi. Bu benim örgütte güvenilirliğimi gösterecekti. Her şey davamız için değil miydi? Savcının evinin bitişiğindeki bahçe duvarının kenarına sindim. Her yanımdan ter boşalıyordu. Evden çıkacak mıydı? İzne ayrıldı kollayacaksın yolunu demişti dava arkadaşlarım belime silahı koyarlarken. Acıkmıştım. Babam günlerdir tedirgin yüzüme bakıyor bir şeyler söylememi bekliyor oğul kendini yakma diyordu ara sıra. Bu sabah çayı demlemiş kuru kahvaltı yapalım demişti de işim var deyip çıkmıştım yüzüne bakamadan. Bakmıştır ardımdan.  Kızı gördüm o sırada. Kitaplarına sıkı sıkı sarılmış yüzünde kocaman bir gülümsemeyle sokağa girmişti. Savcı da tam o sırada evden çıktı arabasına bindi geri geri sokağa çıkacaktı. Tam zamanıydı. Ya kız? Hızlı hareket edip savcıyı vurup kaçardım. Kız önemli değildi. Silahı çektim bahçeden fırladım savcıya yönelttim kız baba diye seslendi adam kıza döndü gülümsedi kız ön pencereye doğru eğildi ben tetiğe bastım. Tetiğe ben bir kez bastım. Kız düştü savcı Nisan diye bağırdı ve arabadan fırladı geri döndüm hızla sokağın başına yöneldim ki onla göz göze geldim. Korkularımız ve şaşkınlıklarımız çarpıştı bir an havada. Geçip gittim yanından.

Savcının kızı öldürüldü. Ertesi gün bütün gazeteler bunu manşetten verdi. İzmir de yer gök arandı. Örgüttün gözünde değerim arttı. Hedefi ıskalamıştım ama iyi iş çıkarmıştım kabul ediyorlardı. Beni kısa sürede İzmir’in dışına çıkardılar. Eğitildim. 80 darbesinden sonra yurtdışına kaçtım. Artık siyasi suçluydum. Yirmi beş yıl sonra bir Hıdırellez günü döndüm İzmir’e. Yanımda kanlar içindeki okul formasıyla gülümseyen bir kız çocuğuyla aynı sokağın başındayım. Her yıl 6 Mayıs’ta geldi buldu beni. Neden dedi neden vurdun beni? Hiç cevabım olmadı, olamadı.

İkisi de burada. Katilim ve şahidim. Az önce indim otobüsten. Mektup yazmış bana. Binerken usulca sokulup verdi. Sonra yine birkaç sıra arkamda oturdu. Kalbim çarpa çarpa okudum. Buluşalım diyor. Melek sinemasına güzel film gelmiş Cumartesi gidelim mi birlikte diye soruyor. Babamı bilmiyor ki. Hayatta izin vermez bana. İndim, peşimden geliyor biliyorum. Eve yaklaşırken babamın arabayla çıktığını görüp seslendim. Döndü gülümsedi bana. Ön cama doğru eğildim. O sırada duydum sesi. Bir yanma hissetim kürek kemiklerimin arasında ılık bir şey ve büyük bir acı birbirine karıştı. Babam Nisan diye bağırdı. Aylardan Mayıs günlerden Hıdırellez’di. Akşam ateş yakıp dileklerimizi asacaktık gül dallarına. Babamın izin vermesini dileyecektim Hızır’la İlyas’tan. Sonra tüm o bağrış çığrışın arasından sessizce sıyrılıp, unutmamak için bugünü havda asılı Mayıs’a ait ne kadar koku varsa topladım ve yavaşça karanlığa doğru bir adım attım.

Ben aldım giderken tüm kokuları Mayıs’a ait dedi yanımda kanlı formasıyla yürüyen Nisan. Yıllar sonra aynı sokağın başına gelmiştim. Sanki o da önümden yürüyüp sokağa girecekti. Mektubumu okumuş özenle katlayıp kitabının arasına koymuştu görmüştüm. Bak dedi başıyla sokağı işaret ederek. O zaman gördüm onu. Silahı ateşlediği Nisan’ın düştüğü yerde duruyordu, Yasin diye seslendim. Bunca yıl sonra ilk kez adını anmıştım. Yıllar onu da yıpratmış taşıdığı yükün altında ezip un ufak etmişti. Şaşkın ve korku dolu gözlerle baktı
-Beni ele vermedin.
-Kardeşimi mi polise ihbar edecektim?
-Affetmedin de. Ne sen ne babam.
-Neden geri döndün?
-Nisan istedi. Bunca yıl beni hiç bırakmadı. Ne seni ne beni. Katili bilen bir şahidi vardı ama konuşmadı. Nisan’ın ruhu hiç huzur bulmadı biliyorum. Artık buna bir son vermem gerek. Hepimizin huzura kavuşması gerek. Anlamıştım. Doğru olanı yapıyordu. Sessiz bir vedaydı bizimki. Onu orada bırakıp yürüdüm şehrin kalabalığına karıştım.

…..Eskiden de böyle kokardı bizim sokak Ahmet Beycim dedi Meziyet Hanım çayı koyarken. Bahçeler gitti hep ama bak yine de Mayıs güllerinin kokusu sarmış her yeri. Ahmet Bey televizyonda verilen bir habere takılmıştı. Duymak için biraz daha açtı sesi.
-Sayın seyirciler İzmir Bostanlı’da intihar eden şahsın üzerinde 1979 yılında savcı Kemal Berç’in kızı Nisan’ı vurduğunu itiraf eden bir mektup bulunduğunu söyleyen yetkililer olayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü dava dosyasının yeniden açılacağını bildirdiler.