Reklam

İmroz

İmroz
22 Mart 2022 - 17:57
Nilüfer Çeken Özbay 
Ne zamandır temizlenmedim. Süpürülüp silinmedim. Bakımsızlıktan dökülüyorum. Duvarlarımdan çektiğim soğuk iskeletimi içten içe çürütüyor. Yıkılmamak için benim verdiğim çabayı Amara kendisi için vermedi. Böyle miydim daha önce? İhtişamım dillere destandı. Her sabah halılarım kaldırılır bir güzel silkinir, güneşlendirilirdi. Döşemelerim sabunlu sularla silinir, trabzanlarımın tozu alınırdı. Cumadan kapılarım, pencerelerim, avizelerim bir güzel parlatılırdı. Büyük salonumda hafta sonu yapılan eğlencelerde sirtakiler eşliğinde kırılan tabaklar günlerce konuşulurdu.
Eski sahiplerim ölünce hayırsız Vasilis beni hemen satışa çıkardı. Ne çabuk unuttu kış bahçemdeki sefalarını. İlk öpüşmesine ben tanıklık etmedim sanki.  Ahh o satışa çıkarıldığım yıl Kıbrıs’ta ne çatışmalar oldu? Hiç düşmedi milletin ağzından Türkiye’de yaşayan Rumların göçe zorlandığı. Yapamazlar diye düşündü herkes ama yaptılar. O zaman burada “Yapsalar da sahip çıkarız,” diye konuşanlar da bir şey yapmadılar. Gelenlere sahip çıkan falan olmadı.
Vasilis, İmroz’da göçe zorlanmış aileye beni gezdirirken daha, konu komşu başladı konuşmaya. Bir kısmı benim onlara satılmamı uygun bulurken bir kısmı buna şiddetle karşı çıktı. Nitekim Vasilis beni onlara oldukça yüksek bir meblağ ile sattı. Odalarımda dolaşırlarken yeni hanımım “Levi” dedi, “biz adalıyız. Deniz olmayan yerde nasıl yaşarız. Bağcılıktan başka iş bilmeyiz. Yol boyunca bir tane bağa rastlamadık.”
“İyi ya işte Elanor, burada bağ kuran ilk biz oluruz.”
“Kolay mı öyle asma yetiştirmek. Yıllarımızı alır.”
“Buluruz bir çaresini agapiménos.* İlk önce başımızı sokacak bir yerimiz olsun.”
“Fiyat bana çok geldi. Varımızı yoğumuzu bu eve yatırırsak sonra ne yapacağız? Hem çok büyük.  Gel beni dinle. Almayalım. Çok istersen kiralayalım. Kalan paramızla bir iş kurarız.”
“Büyük olması iyi işte. Torunumuzun doğumuna ne kaldı. Ferah ferah  büyütürüz. Üstelik damat ve ailesi gelince onlar da kalırlar.”
“Ahh Levi ahh.”
Levi, karısı ve vesveselerini koridorda bırakarak büyük salona girdi.
Amara, o sırada büyüyen karnının üzerine elini koymuş beni inceliyordu.
“Pateras**, insan burada kendini küçücük hissediyor. Bizim için fazla büyük.”
Adam kızına sarıldı. Saçlarını okşayıp “Gün geçtikçe aynı annene benziyorsun” dedi gülerek. “Alexis ve ailesi gelince burada kalırlar diye planlıyorum.” Göz kırptı. Karnına işaret ederek “Sen bunları düşünme onu düşün,” dedi. Amara’nın gözleri doldu.  Göz pınarlarında biriken yaşın hiçbir zaman dinmeyeceğini o zaman ne ben ne de o biliyorduk.
Satış işlemlerimden sonra yerleştikleri gün Amara ikinci katımda penceremin önünde ıhlamur olan odamı seçti. Eşyalarını yerleştirirken yanında getirdiği albümdeki fotoğrafları okşamaktan başka bir iş yapamadı. Annesi odasına girdiğinde ağlamaktan gözleri şişmişti.
“Ooo hadi ama böyle ağlamakla olmaz,” diyerek işe girişen yeni hanımım yardımcılarını da çağırıp birkaç saat içinde odaya çeki düzen vermişti. Son düzeltmeleri yine Amara yaptı. Evlenme törenlerinde kilisede çekilen fotoğraflarını başucundaki komodinin üzerine koyup yatağa doğru çevirdi. Böylece her gece Alexis’le göz göze uyuyup sabahları göz göze uyanmaya devam edecekti. Kocasının mendilini çantasından çıkarıp kokladı ve yastığının altına koydu. Valizdeki gömleği dolabına eşyalarının yanına astı. Yorulunca penceremin önündeki koltuğa oturup ıhlamur kokusunu içine çekti.
Sonbahar geldiğinde Alexis ve ailesinin buraya gelemeyeceği kesinleşti. Hükümet, yalnızca Türk vatandaşı olan Rumları kabul etmiyordu. Bu durum Alexis ve ailesini çaresiz bıraktı. Çaldıkları her kapı yüzlerine kapandı. Kocası son mektubuna kadar mutlaka bir yolunu bulacaklarını ve kavuşacaklarını yazıyordu.
Bir şubat akşamıydı sancıları tuttuğunda. İkinci katımdan “Sobaya odun… Sıcak su nerede? Kapının önünden çarşafları biri alsın… Haydi biraz daha hızlı…  Anneyi kaybedeceğiz… Doktor nerede kaldı?” sesleri yükseliyordu.  Katımın telaşı yerini derin bir sessizliğe bırakarak sabah dört sularında sona erdi.
Amara, iki gün baygın kaldıktan sonra kendine geldi. Açıklama yapmak annesine düşmüştü. Kesik kesik cümleler duyuyordu. “Seni kurtarabilmek için i ómorfi mou kóri***… Çok çaresiz kaldık… Doktor elinden geleni yaptı… Daha çok gençsiniz… Erkekti…”
“Ahh adını Alexis koyacaktık. Öyle konuşmuştuk. Kız olursa da Amara olacaktı” dedi, duyulmayan bir sesle.
Annesi Alexis’e haber verdiler mi diye sorduğunu sandı. “Baban telefon etti,” dedi.
Amara gözlerini kapatıp Alexis’i hayal etti. Ama gözünde bir türlü canlandıramadı. Yorgun uykuya daldı. Rüyasında kocasını gördü. Parmaklarıyla dokundukça yüzü siliniyordu. Tüm vücudu parça parça döküldü ayaklarının ucuna. Onları avucuna toplayıp İmroz’un denizine “Elveda,” diyerek savurdu.
Uyandığında annesi odasının perdelerini açıyordu. Hizmetçi sobasını harlamaya çalışıyordu. “Çıkın dışarı,” dedi. İtirazları dinlemeden kapı dışarı etti ikisini de. Önce bebeği için hazırlanan eşyaları aldı, yere çöktü, onlara sarıldı. Sonra albümü çıkardı dolabından.  Tek tek inceledi. Alexis’le birlikte en son çektirdikleri hamile olduğu fotoğrafı yüreğine bastı. Etrafa göz gezdirdi. Bebeğin beşiği için tavanıma takılan çengeli görünce hafif gülümsedi. Seni sallamaya geliyorum deyip doğruldu. Yatağından çarşafı sıyırdı.
Hanımımın çığlıkları tüm sokağı inlettiğinde öğlen vaktiydi. Yemek götürmek için girdiği odamda karşılaştığı manzara aklını başından aldı. Kızının sarıldığı bacaklarından uzun bir süre kimse koparamadı. “Kurtardım onu hayır, hayır yaşıyor.” diye günlerce sayıkladı. Yıllarca da başka tek cümle etmedi. Beyefendi her şeyi içinde yaşadı. Torunundan ve kızından sonra eşini de kaybettiğini anlaması uzun sürmedi.
“Kaliméra agápi mou** **Hadi kahvaltını et…  Ama bu böyle olmuyor agapiménos.  Ağzına lokma koymamışsın yine… Ahh Elanor kızımız artık yok… Elanor lütfen yapma böyle,” konuşmaları ile geçen günlerde hep aynı şey tekrarlanıyordu. Beyefendi odadan çıkınca sırtını duvarıma dayayıp istavroz çıkarıyor “Tanrım bize yardım et” diyordu.
Hanımımın bakımı gün be gün tamamen Levi’ye kaldı. Önceleri birkaç iş peşinde gitti geldi. Elanor bir gün evden çıkıp kaybolunca onu bulana kadar ecel terleri döktü. Bir daha işe falan gitmedi. Alacaklılar geldiklerinde hiç sesini çıkarmadan mobilyalarımın, halılarımın, perdelerimin götürülüşünü izledi. Her akşam karşısında uzosunu yudumladığı gün batımı tablomda bile kılını kıpırdatmadı. Yardımcılar ödemelerini alamayınca evi terk ettiler. Sessizlik her köşemi ele geçirdi. İçten içe çöküşümüz böyle başladı.

*Canım, hayatım vb. sevgi sözü
**Baba
***Güzel kızım
****Günaydın sevgilim