Reklam

Yetmiş iki

Yetmiş iki
05 Mayıs 2021 - 12:12
Nihan Göğman
Cihan bir gözü annesinin önüne yığdığı çamaşır dağında, bir gözü önündeki leğenin fokurdayan sıcağında, daha on altısına basmadan kırk gösteren, ucuz toz deterjanından kızarmış ellerine bakarak için için kinlendi. Kolay mı bir dede, üç çocuk, anne, beş kişinin kıyafetini yıkamak? Dışarıdan birinin hafifçe ayak ucunu yükseltip başını uzattığında, rahatça içeriyi görebileceği döküntü avlunun, bir ucundan bir ucuna gerilmiş kırmızı telli çamaşır ipi, Cihan’ın ellerini parçalayarak temizlenecek çamaşırların asılmasını bekliyordu. Çamaşırlar asılıp da çamaşır yıkanan alan toplandıktan sonra annesi Cihan’dan bahçedeki tuvalete su taşımasını istedi. Cihan yeşil bahçe hortumunun ucunu yıkadı, mavi tuvalet ibriğini doldurdu sonra da tuvaletin içine altı delinircesine çalıverdi. Sanki gece karanlığında tuvalete inecekler. Herkes merdivenin ucuna işeyip geçecek! 

Annesinin sürekli köhne diye söylendiği evin içine girmesine sevinirken, dedesinin sırtında takım çantası, çürük avludan dışarı çıktığını görünce üzüldü. İki gündür bali koklayamamak ne demek!  Tuvaletin karşısında dikilen ceviz ağacının altında azıcık çömeldikten sonra annesinin yan avludan Dilek Yengeyle konuştuğunu işitti.
‘Ya öyle işte Dilekçiğim ta geçen sene gelip söz verdi Hayri başkan, tuvaleti de çeşmeyi de içeri alacağız, bir de oda ekleyeceğiz demişti ama ses çıkmadı daha.’
‘Aman abla sen ne bakıyorsun bunların dediklerine. Nerde görülmüş belediyenin bizim gibi fakir fukaraya yardım ettiği. ‘
‘Orası öyle be Dilek. ‘
‘Öyle tabi.’
‘Dilekçiğim Cihan sabah ekmek yoğurmuştu şu dandik fırınını versen de pişirsek.’
‘Tamam abla, gönder kızlardan birini.’
‘Cihan! Cihan!  Nerdesin kız?’
Cihan annesinin ne isteyeceğini bildiğinden çıkıverdi avludan. Dilek yengenin muşmulayı andıran suratına bakmamaya özen göstererek dandiği kaptığı gibi bir koşu eve getirdi. Evin beyaz sıvalı, yer yer içine çökmüş yer yer dışına pırtlamış orantısız duvarlarını, ekşimiş maya kokusuyla yalayan ve üzeri delik ay tabanını andıran ekmek hamurunu, su ile ıslattığı elleriyle tepsiye yaydırarak dandiğe koydu. Annesinin talimatı üzerine; yarı gövdesi kirece bulanmış üç zeytin, renkleri çocukluğunun en şık küpeleri hatmi çiçeklerini hatırlatan iki bardacık eriği, Dilek yengenin varlığını gereksiz kılan muşmula ağacından oluşan arka bahçeyi, hasmane bakışlarından mustarip bir kösede saklanmış çalı süpürgesi ile süpürüverdi.  Bütün mahalleye hâkim cevizlerin çığırtkan sesi ve nanelerin diğer kokuları hizipleştirdiği haylazlığın zuhur ettiği zihniyle bahçeyi süpürmeden önce ıslatmayı unuttu. Saçları üstü başı toz oldu ama üzülmedi. Nasılsa aksam yetmiş ikilik Halil’de banyo var.
Annesi akşam olduğunda iki kızını ve örgüsünü alarak yarım anneliğin getirisi olan vurdumduymazlık ile yarım saattir kapı eşiğinde çitlediği çekirdeklerin kabuklarını, ertesi gün Cihan’ın süpüreceğinden emin yere atarak, küskün olan bütün havaları soluyan, banyodan mahrum evinin çürük avlusundan çıkıp, karşı kaldırımdaki yetmiş ikilik Halil’in evine sekiverdi.
Banyo zamanı geldi. Cihan, yetmiş ikilik Halil’in kendi evlerinde banyo yaptıkları yere nazaran oldukça lüks kalan banyosundaki oturakta oturup şofbenden akan kaynar suyun sıcaklığına bıraktı kendini. On altı yaşının getirdiği iflah olmaz tatminsizliğin etkisiyle sıcacık hissettiği bu banyoyu her gün yapabilme isteğini, ruhundaki masumiyetin açmaya çalışan eşsiz tomurcuklarına yeğledi. Sıcak banyodan çıkıp da sıcak sobanın yanına oturunca sızlayan ayaklarını altına aldı, deterjandan acıyan elleriyle ıslak saçlarını düzeltti ve yetmiş ikilik Halil’in bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi. Ne yapsaydım yani adama surat mı assaydım? Sonra banyo falan hak getire. Güneşte ısınsın diye saatlerce ılık su mu bekleseydim? Maşınga üstünde fokurdayan iki güğüm suyla mı yetinseydim?
‘Neriman bir çamaşır makinesi alamadınız be.’
‘Sorma Halil amcacım biliyorsun babamı. Tek derdi içki. Geçen Avukat Behçet’in verdiği buzdolabını sattı eskiciye. Kızlar olmasa tek başıma çok zor.’
‘E kızları gönder bana atsınlar makineye.’
‘Olur mu öyle şey Halil Amca.’
‘Yahu niye olmasın? Titizim ben her gün iki gömlek bir pantolon çalışıyor zaten makina. Bari boş çalışmaz.’
‘şu banyo işinden yeterince yük oluyoruz zaten.’
‘Ne yükü Neriman... İçin rahat edecekse arada bir evin işini görsünler, yaşlılık malum.’
‘Olur tabi olur. Allah razı olsun Halil amcacım. Ne yapsak ödeyemeyiz hakkını.’
‘Helal olsun. Ne zaman çamaşır olursa sen gönder Cihan’ı...’
Cihan annesi ile yetmiş ikilik Halil arasında yapılan anlaşmadan memnun, çamaşır yıkacağı zamanlarda iri ceviz ağacının altında kuracağı düşleri düşündü, deterjandan yanan ellerine bakıp gülümsedi. Sabah olup ta annesi yevmiyeli tarla işine gidince; tek camlı, ahşabı kirli dolaptan oldukça miskin görünen tereyağını çıkarıp yeni pişirdiği ekmeğin sıcacık buharına katarak hapsolduğu bu evi düşündü.
İki metrelik birinin başını vurma tehlikesine karşı, daima kamburunu çıkararak gireceği ömrü kısa kapılar…duvarlarının insanı recim edecek kadar günahkâr göründüğü iki küçük oda. Her iki odada da birbirini süzmekten vazgeçmeyen despot divanlar. Divanların üzerlerinde işlemeleri kâh sökülmüş kâh patlamış kişiyi yaslandığında boşluklu bir ifadesizliğe sürükleyen renk firarı minderler. Ahşabı tozdan seçilmeyen küçük bir sandık ile kapı arkalarına konumlandırılmış kasvetli yüklükler. Her odanın penceresinde çoğu yeri delinmiş olmasına rağmen Cihan’a devasa bir esaret fikri yükleyen sineklikler. Bu iki küçük odayı birbirine bağlayan içindeki kişiye hükmetmeye muktedir pespaye bir salon.
Cihan o gün kendini yormamaya karar verdi. Her har gürde kilitlenen kapıların zorla açılmasından mütevellit gevşemiş kilit yerlerini, çukurlukları tozlanmış yontularını silmedi.  Kahverengisi eskimiş maşınganın önünde biriken küllü odun artıklarını süpürmedi, iplikleri sökülmüş halının altına ittirdi. Herkes uyuduktan sonra tuvalete gidiyorum bahanesiyle dedesinin takım çantasından arakladığı baliyi kokladıktan sonra, üzerinde sızdığı salon divanının, altına yerleştirilmiş soğan, patates, mandalina poşetlerini üstünkörü düzeltti. Divanın üzerinde serili, rengini adeta kusan örtünün kıvrımsız köşe yerlerini elleriyle düzeltirken, eteklerindeki kıvrımları üzerindeki güllerin yeşilinden tiksinerek aşağı doğru uzattı. Biraz dinlenerek, biraz tiksinerek en önemlisi hiç çamaşır yıkamadığı için yanmayan ellerine gülümseyerek ve ceviz ağacının altında bol bol düşleyerek günü bitirdi.
Neriman hanım ertesi sabah işe gitmeden Cihan’a leğene doldurduğu çamaşırları gösterip yetmiş ikilik Halil’e götürmesini tembihledi. Cihan yetmiş ikilik Halil’e götürdüğü çamaşırları verirken utandı. Yetmiş ikilik Halil çamaşırları makineye doldurdu, Cihan’a sabah aldığı sıcak poğaçalardan ikram etti. Cihanı eve gönderirken de utancından kızaran yanaklarından öptü. Cihan rahatsız olsa da çamaşırların kara dönmüş beyazlığından ve yediği sıcak poğaçalardan memnun sesini çıkaramadı. Ertesi gün renkli çamaşırları götürdü, çamaşır yıkanırken de evin merdivenlerini yıkadı. Islanmasın diye diz kapaklarına kadar sıyırdığı kemikli bacaklarının çıplaklığına bakan yetmiş ikilik Halil’in eve giderken dudağının kenarına kondurduğu öpücükle peydahlanan sıkıntıyı da dile getiremedi.  O günün akşamı Neriman Hanım kızlara banyo yapmaya gidileceğini söylediğinde Cihan’ın midesi bulandı.  İçine bir kişinin anca sığabileceği, karesi bozulmuş, taşları ağnamış, köşelerinde gündüz yıkanan bulaşıklardan kalan artıkların biriktiği sadece karşıdan bakana mazbut bir görünüş sergileyen lavaboyu düşününce mide bulantısı geçti.
Cihan çamaşır yıkatmaya gittiği sonraki günlerde dudak yanlarına ya da yanaklarına kondurulan öpücüklerin ödülü olarak bazen bir kutu kuru pastayla, bazen bir kalıp kaliteli peynirle, bazen de iki üç kuruşla döndü eve. Önce ceviz ağacının altında kurduğu düşleri terk etti onu, sonra da nanelerin haylaz kokusu. Bardacık eriğine baktığında çocukluğunu göremez oldu, Dilek yengenin neye benzediğini unuttu. Pişirdiği sıcak ekmeğe sürdüğü tereyağının tadını bir daha hiç alamadı. Neriman hanım yediği peynirlerden, pastalardan, dede deterjana ve su faturasına gitmediği için cebinde kalan şarap parasından, abla Cihan çamaşır yıkadığında buluşamadığı erkek arkadaşıyla Cihan evde yokken buluşmaktan memnun yaşadı.  Hiç kimse Cihan’ın bedenine değen küçük dokunuşların, dudak kenarlarında ve yanaklarında asılı kalan yapışkan öpüşlerin biçtiği kefeninin siyahlığından haberdar olmadı.
Neriman Hanımın kahvaltı hazırladığı bir pazar sabahı Cihan yetmiş ikilik Halil’e peynir istemeye gönderildi. Yetmiş ikilik Halil Cihan’a, gelmişken çamaşır makinesinin deterjan bölümünü temizlemesini söyledi. Cihan isteneni yaparken Cihan’ın arkasına geçip titrek elleriyle kalçasını kavradı. Cihan tepki vermeyince, sıyrılan pijamasının açıkta bıraktığı morlu kırmızılı varislerle örülü pörsümüş bacaklarıyla Cihan’a yapışıp, pantolonundaki ıslaklık Cihan’ın yırtık taytıyla birleşinceye dek durmadan sürtündü. Cihan saydı. Bir, iki, üç, dört…on beş….kırk sekiz…yetmiş iki. Yetmiş iki git gel, yetmiş iki kez tutulan matem, yetmiş iki sefil nefes, yetmiş iki kırık bakış. Cihan’ın donuk vücuduna yüklenmiş devasa müstehcenlik... yetmiş iki.
Yetmiş ikilik Halil’in meramına çözüm bulan vücudunun donuk soğukluğu altında üç beş dakika hareketsiz kalan Cihan, canlılığının kırılan kaburgası ile evden istenen peyniri alıp geri döndü. Peyniri sofraya bıraktı, iştahı olmadığını söyleyerek ceviz ağacının altına tünedi. Yaklaşık bir saat ceviz ağacının çığırtkan sesini dinledi. Sonra bir anda ayağa kalkarak, dedesinin ayakkabı tamiri için hazır ettiği takım çantasını bulmak için bodruma yürüdü. Eğe değil, makas değil, rulet değil, zımba değil,, bali değil ama görünür de kalsın. Biz ha evet biz. Ayakkabı bizi lazım bana. Cihan ayakkabı dikmeye yarayan ucu yorgan iğnesinden hallice kalın bizi alıp, üzerine yıkılacak gibi duran çürük avludan bir çırpıda karşı kaldırıma geçti. Öğle namazına gitmek için dün Cihan’a ütülettiği açık mavi pantolonla aynı renk yeleği üzerine geçirmiş takkesini düzelte düzelte yürümeye çalışan yetmiş ikilik Halil’in önünü kesti.  Bakkal Emine, çöpçü Nazif ve komşu annenin asmalarının gözü önünde acısından daha da sivrilen ayakkabı bizi ile yetmiş ikilik Halil’in boğazına üç beş delik açıp eve koştu. Mahalleye hâkim ceviz ağacının çığırtkan sesini bile bastıran inlemeli bağrışların kucağında, az önce kenara ayırdığı oval kapaklı balinin kokusuyla kendinden geçerken, elindeki ayakkabı biziyle ceviz ağacının dibindeki toprakta çizdiği sayının muazzam gerçekliğine bakarak sayıkladı. Yetmiş iki: on altı yaşındaki bir kızın pul pul soluduğu nefesteki bedbahtlık.