Reklam

Kirazın tadı

Kirazın tadı
11 Mayıs 2021 - 14:06
Meral Toker
Göz kamaştırıcı bir ışık vardı etrafta.  Yapay bir ışık değil, güneş ışığıydı ama en sıcak yaz gününde olduğundan daha parlaktı. Çöl gibi bir yerdeydi. Gözlerini çok fazla açamıyordu. Sesler duyuyordu; homurdanma gibi sesler. Sonra sesler yavaşça artarak kulak tırmalayıcı çığlıklara dönüştü. Çığlıklar belirli bir yönden değil de her yerden geliyor gibiydi. Gittikçe yaklaşıyor ve gittikçe artıyordu. Yaklaştıkça garip şekiller belirmeye başladı. Bunlar, bunlar sanki… Evet dev düdüklü tencereler minnacık ince bacaklarıyla son hız kendisine yaklaşıyordu. Sema o anda korkuyla ters yöne doğru koşmaya başladı ama her yerdeydiler. Bir o yana bir bu yana kaçmaya çalışıyor ama hiçbir yere gidemiyordu. Ayağından bir şeylerin çekiştirdiğini fark etti. Bir tür sarmaşık bileğine dolandı önce sonra bütün vücudunu sardı kumun derinliklerine çekti ama ölmedi aksine sonsuz bir düşüşte gibiydi. Düşüş beyaz bir toz bulutunun üzerinde son buldu; yumuşacık, hiçbir yeri incinmeden.  Burası bembeyazdı. Yürümeye başladı yeniden, uzunca bir müddet yürüdükten sonra dev bir kavanoz gördü. Mutfak lavabosunu ovmak için her zaman kullandığı toz karışım dev bir kavanoza dönüşmüş önünde duruyordu. Sema olup bitene anlam veremiyordu. Bu kavanozdan korkup kaçmaya çalıştı yeniden ama ayakları yoktu. Dirseklerinin üzerine sürünmeye başladı. Kavanozun içinde bir fırtına koptu o anda ve toz karışım sıcak bir kar olarak Sema’nın üzerine yağmaya başladı. Hala dirseklerinin üzerinde sürünürken tanıdık bir şarkı duydu. Ritmik bir ses. Telefonun alarmı çalıyordu. Uyandı. Kan ter içinde kalmıştı. Bir süre anlamsız gözlerle odasına baktı. Rüyasına ve kendisine anlam vermeye çalıştı. Nihayetinde yataktan çıkmayı başardı.
     Kapının önünde onu işe götürecek servisin gelmesini bekliyordu. Bahar sabahının insanın içini gıcıklayan serinliğinde gözü karşı apartmandaki ağaca takıldı Sema’nın. Ne ağacı olduğunu bilmiyordu-bir kiraz ağacıydı aslında- bembeyaz çiçeklere bürünmüştü. Beş metreden daha uzun değildi ve gövdesinin kalınlığına bakılırsa çok yaşlı da sayılmazdı. O kadar güzel, o kadar    görkemli görünüyordu ki Sema uzun süredir daha güzel bir şey görüp görmediğini merak etti. 
     
 “Sema!” Dönüp baktı. Servis arkadaşı Aysel hem koşuyor bir yandan da Sema’ya sesleniyordu. Geldiğinden nefes nefese kalmıştı. 
“Servisi kaçırdım sandım. Uzaktan da sen misin değil misin emin olamadım bağırmak zorunda kaldım kusura bakma.”
“Yok önemli değil.” Aysel Sema’nın bir şey söyleyip konuşmayı devam ettirmesini bekliyordu ama Sema’nın aklı hem gördüğü rüyada hem de gördüğü çiçeklerdeydi. Bir süre sustular.
“Bu ağaç hep burada mıydı, yoksa yeni mi dikildi, biliyor musun?” Sema sorusuna kendi de şaştı, zira bu büyüklükte bir ağacın dünden bugüne yetişmiş olmasına imkân yoktu.
“Olur mu hiç? Sen buraya taşınmadan önce bile vardı o ağaç. Her yıl kiraz verir ama apartmandan kimse yemez hep dökülür boşa gider canım kirazlar. N’oldu, neden sordun?
“Hiç.” Servis geldi. Konuşmadan servise bindiler.
   Sabah bindiği servis akşam yeniden evine bıraktı Sema’yı. Çantasını vestiyere bıraktı, trençkotunu çıkarıp aynı vestiyere astı.  Çıkarken kapının önünde bıraktığı terliklerini giydi. Yıkanıp üzerini değiştirdi, mutfağa gitti. Buzdolabında her biri tek tek saklama kabına konmuş ve hafta içi için önceden hazırlanmış yemek kaplarından birini çıkardı. Yemekten sonra mutfağın lavabosunu ovdu. Uzun yıllardır aynı zamanda aynı şekilde yapılmış işler artık bir alışkanlıktan ziyade Sema’nın derisine kazınmış bir dövme gibiydiler. Mutfağın lavabosunu ovduktan sonra, bilgisayarını açtı, bitmemiş işlerden birine bakması gerekiyordu. Birkaç saat çalıştıktan sonra saat tam on ikide yattı. Aslında işi bitmemişti ama Sema yatma saatini asla kaçırmazdı.
Gece birden uyandı. Aklında, zihninin derinliklerinde onu meşgul eden bir şey vardı. Sanki bir dişli çark dönüyor, aklının gerisinde işliyor, Sema’dan bağımsız, Sema’dan önce düşünüyordu.
İlk başta bu düşünce kırıntısının ne olduğunu anlayamadı. Gözünün önünde bugün yıllardır    sokağında duran ama kendisinin ilk kez gördüğü ağaç vardı; beyaz çiçeklere bürünmüş. Çiçekler miydi yani Sema’yı uykusundan uyandıran? Evet çiçeklerdi gerçekten de. Sema bunu fark ettiği an terledi, yüzünü al bastı, kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Çiçeklerdi tabii. Zaman geçiyor, kıştan bahara giriliyor, kupkuru dallar cümbüşleniyor, her şey değişiyor güzelleşiyor ama Sema hep aynı yerde, durduğu yerde duruyordu. Sabahları aynı saatte kalkıyor, yumurtasını aynı şekildi pişiriyor; yıllardır aynı marketten alışveriş yapıyor, temizliği hep aynı gün yapıyor, şampuanını dahi değiştirmiyordu.
     Ne yapacağını bilemediğinden yataktan çıktı. Gitti pencereyi açtı. Serin bahar havası yüzüne vurdu ama fark etmedi bile. Ne kadar zamandır böyle yaşadığını düşündü. Düzenli, sakin bir yaşama sahip olmak ne zaman bir kıskaç halini alıp onu kendi çemberinin içine kapatmıştı da Sema fark etmeden bir fare gibi çemberin içinde dolanıp durmuştu?
     Kalbinin çarpıntısı geçmedi. Yatağına girdi tekrar, bir cenin gibi büzüştü. Ateşlenmiş gibi titriyor, gözyaşlarını tutamıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. 
     Sabah ilk iş, çalıştığı yeri aradı. Hasta olduğunu birkaç gün gelemeyeceğini söyledi. Gerçekten de hasta hissediyordu kendini. Midesi bulanıyor başı dönüyordu. Elde ettiği bu yeni bilgi o kadar yorucuydu ki Sema için bu bilgiyle nasıl baş edeceğini bilemiyordu.
    Üçüncü günün sonunda hayatına böyle devam edemeyeceğini, elde ettiği bu yeni bilgiyi görmezden gelemeyeceğini anladı.  Akşamüstüydü, tüm gökyüzü pespembeydi. Sema evin içinde sahibini kaybetmiş bir köpek gibi dolanıp durdu bir müddet. Odasının dolaplarını açtı açtı kapattı, mutfağa gitti oranın dolaplarını açtı açtı kapattı, banyoya gitti dolapları açtı bu sefer görerek baktı. Ayrı ayrı kategorize edilmiş şişelerden yükselen keskin temizlik kokusu çarptı burnuna. Hayır takıntılı biri değildi o; yalnızca düzeni ve alışkanlıklarını seviyordu. Peki şimdi neden böyle hissediyordu? Yıllarca üzerinde yük taşındıktan sonra serbest bırakılmış bir eşek gibiydi. Ne yapacağını, nasıl var olacağını bilemiyordu.
      Durdu. Yalnızca durdu. Bir şey yapmadan bekledi. Neden sonra ancak güneş batınca acıktığını anladı. Evde yiyeceği vardı, biliyordu. Tek tek etiketlenmiş saklama kaplarının içinde hazır yiyecekler. Derisine kazınmış dövmenin çıkması kolay değildi elbet. Ama Sema inat etti, başka bir yemek hazırladı kendisine. Yemekten sonra mutfak lavabosunu ovma dürtüsüne karşı koydu. Hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Üzerine bir hırka alıp dışarı çıktı. Karşı apartmandaki ağaca baktı yeniden. Sokak lambasının ölü ışığının altında bile ne kadar canlı gözüküyordu. Çiçekler yerini yapraklara bırakmış, güzelim ağaç yemyeşil olmuştu. 
     Karar verdi Sema, mutlaka bu ağacın kirazlarının tadına bakacaktı.