Reklam

Gündüz düşleri

Gündüz düşleri
06 Mayıs 2021 - 11:39
İlkay Genç 
Kapısına yakın bir yerlerde nal sesleri sustuğu sırada, Suna Hanım arka bahçedeki ceviz ağacının altında, kapandı kapanacak göz kapaklarına direnerek kanaviçesini işliyordu. Çeyizi için yaptığı bu kanaviçelere hiç ara vermemişti.
Kulak kesildiği ses pek yakınında aniden kesiliverince meraklandı. Ada sahipleri, sıcağın dokunduğu yaştaydılar. Ufak gezintilerini ya da iş güçlerini gölgelerini göremeyecekleri saatlerde yaparlardı. Adalılar dışarı çıkarken ada misafirleri genelde vapurlarına doluşmuş dönüyor olurlardı.
Suna Hanım, bahçeden küçük avluya kadar elindeki kanaviçesiyle yürüdü ve ön tarafa açılan salona vardığında elindekini ceviz mobilyanın üzerinde duran hepsi aynı form ve renkteki çerçevelerin önüne rast gele koyunca bir çerçeve yamuldu, hemen yanındaki de düştü. Geçmişini bir büfenin üzerinde duran çerçevelere sığdırmış, boş çerçeveye yaşanmamışın fotoğrafını koymuştu.
Durun şimdi siz, acelem var.
Pencereyi örten perdenin kanaviçeden eteklerini kaldırarak sağına soluna bakındı.
At arabası Behçet Bey’in kapısının önünde durmuş, en az atı kadar yorgun arabacı, omuzlarını düşürmüş bekliyordu.
Hayırdır inşallah niye çağırdı ki arabacıyı?
Öyle ya, biri gelmiş olsa yolcusunu bırakan arabacı devam ederdi yoluna.
Güneşin kavurduğu pencerenin önünde durmak da kolay değildi hani.
 Biraz daha duracak olursam benim içinde çağıracaklar bir arabacı.
Arabacı da bir hareketlenme oldu, gevşettiği dizginleri sıkıca kavradı. Görünürlerde hâlâ kimsecikler yoktu ama belli ki arabacı sesleri işitip davranmıştı dizginlere.
Suna Hanım işittiği boğuk seslerden neler olup bittiğini anlayamıyor ama pencereyi açıp dinlemeyi de kendisine yakıştıramıyordu.
Ah Behçet’im ah…Böyle perdeler arkasında mı meraklanacaktım senin için.
Arabacıya seslenilmiş olacak ki, arabacı başıyla onayladı söylenenleri, nal seslerini arkasında bırakarak uzaklaşırken, Suna Hanım’ı da yıllar evveline bırakmıştı yolunun üstündeyken.
-Ne demek gidiyorum Suna, hiç mi önemsemedin ne düşünürüm, ne derim?
-Öbür türlüsü çok zor olurdu Behçet’im. Hem kesin değildi ama işte oluverdi. Muallime olacaksam ne olmuş ki; hem sen de istemez misin senin gibi okumuş olayım.
Ne diller döktüm de ikna olmadın. Ne olmuş yani başka şehirde olacaksam. Sen de başka şehirlerde okuyup da dönmedin mi ?
Okumuş adamdı, iyiydi hoştu da sayılmak isterdi, dinlensin isterdi. Sorsaydım hayallerim yarım kalacaktı. O benim hayalim değil bugünümün ve geleceğimin gerçeğiydi ama anlatamadım, anlamadı.
Ter içinde kalan saç dipleri kaşınmasa biraz daha dinleyecektik hikâyesini.
Perdenin eteklerinden sarkan püskülleri, tarçın rengine çalan benekli elleriyle düzeltip, ağacının altına geri dönecekken çerçevelerin önüne bıraktığı kanaviçe işini hatırladı.
Çerçeveleri düzeltti. Okul mezuniyet fotoğrafı, ilk ve son mezun ettiği öğrencilerin fotoğrafları ve bir de boş bir çerçeve…
O zaman ki ada sakinlerinin birbirlerine çok yakıştırdığı bu gençler kendi yollarına gitmişler, Behçet Bey, tercih edilmemiş olmanın kırgınlığıyla ilişkilerine devam etmek istememiş, ama yaz tatillerinde Suna’yı her gördüğünde de içinin kabuk bağladığını sandığı yarası hep kanamıştı kanamasına ama onları bir araya getirmeye yetmemişti.
Göğsüne sıkıca bastırdığı boş çerçeveyi yerine koydu. Güneş alan salonun tek gölge yeri bu fotoğrafların olduğu yerdi. Zaten ziyaretine gelen bir iki emekli öğretme arkadaşı dışında geleni gideni olmadığından, oymalı ceviz koltukların üzerine beyaz çarşaflar örtülmüştü; kolları havada asılı duran ve kimselerin yanaşmasına izin vermeyen korkuluklar gibiydiler.
Bitkin hissetti. Her yolculuk yorardı da, hatırlayamadığımız için çoğu yerini tamamladığımız hatıralara yolculuk en zor olanıydı.
Biraz uzansam iyi olacak.
Mutfaktan geçerken camın önüne koyduğu menekşenin yapraklarının küsmüş de arkadaşlarıyla oynamak istemiyormuş gibi duran haline bakarak iç geçirdi;
Sen de mi vazgeçtin benden yoksa.
Uzanmak için odasına geçmeden önce mutfak masasında bir gece önceden kalmış kurumuş bir dilim ekmeği ve bitiremediği yemeğini toparladıktan sonra, camın önündeki mor menekşesini suladı.
Şuncacık iş bile yoruyor seni ey Gidi Suna Hanım, artık vakit daralıyor demek!
Uzun ve dar koridordan geçip yatak odasına geçti. Pencereyi araladı ve beyaz tül perde ufak salınımlarla odada hareket etmeye başladı. Üzerine, pamuklu yakası fistolu yarım kollu beyaz geceliğini geçirdi.
Yatağına uzandı; niye geldi bu arabacı Behçet’imin kapısının önüne?
 Başucundaki komodinin üzerinde duran fotoğrafı iki eliyle sıkıca göğsüne bastırdı ve yavaş yavaş salınan incecik beyaz tül gözlerini usul usul örttü. Ceviz ağacının altında oturan Suna Hanım, yaklaşan nal seslerinin kapısının önünde durduğunu işitti. Behçet Bey’in arabadan uzanan elini tuttu. Adadan kalkan son vapura yetiştiler.