Reklam

Huriye Tibet yazdı... Beyaz köpüklere mektup

Huriye Tibet yazdı... Beyaz köpüklere mektup
12 Nisan 2022 - 12:37

Huriye Tibet

Ayaklarımın yarısı boşlukta, parmaklarıma tepeden bakıyorum. Gözlerimi kapadım.
Bir, iki, üç hop suyun altındayım. Hızla dibe doğru giderken etrafımda gülen köpükler yukarı doğru çıkıyor. Ellerim yukarıda, ağzım büzüşmüş, çocuksu tedirginlikle dibe çekiliyorum. Yanımdan beyaz köpükleri ateşleyen bir füze geçiyor. Birazdan beni belimden tutacak ve birlikte yüzeye çıkacağız.

Henüz dört yaşındayken ne babam beni kaderime attığını, ne de ben balıkların en iyi arkadaşlarım olacağını bilemezdik.
Neticede, yıllar geçti, her kulaçta ana karadan uzaklaştım. Denizi çektim çekebileceğim kadar içime, içim deniz oldu. Annem yok oldu. Çizgi silindi.

Babam oltaları denize atıp durdu. Ben denizde yalnız yüzerken, O karada ufka tek başına bakıyordu.

“İlkokulu halanın yanında bitireceksin.”
“ Neden?”
“Babanın işleri yoğun, seni okula hazırlayıp, karşılayamaz.”


Nefret ettim halamdan. Hissettiğim basınç yüzeydekine göre çok daha fazla, kim bilir? belki de bu yüzden.
İki dünya arasında sıkışıp kalan, zokada bir balık gibiydim, sersem.  Her an biri beni acıyıp denize geri de atabilir ya da biraz daha oyalayacak kovaya.

Zamanla, nerede derinlerde bir çalışma var kendimi orada buldum.
Dürtülerimi ayaklarımla ittim. Nefesimi tuttum, haykırmadım. İnkar ettim, ettikçe dibe daldım. Dipte tek başımayım. Ne kadar nefesim yeterse o kadar kayboluyorum.  Babam çırpınışlarımı görüyor ama ses çıkarmıyor.

“Sağ ol, güzel hediye. Ama az kullanacak gibiyim.”
“Biraz karaya da takıl istedim. Gülme, samimiyim.”
“Benim karaya takılmam olsa olsa oltayla olur. Yürüyüş ayakkabısıyla değil.”
“Ne kadar yıpratıcı olduğunu biliyorsun, emin misin devam edeceğine?”
“Evet, dedim ya. Hem parası da iyi biliyorsun. “
“Biliyorum.  Umarım kazancının bir hedefi olur.”
“Yine aynı konuya dönmeyelim.”
“Niye? Annen de istiyordu. Hiç olmazsa ….”
“Lütfen sus. Tekrar, tek erkek çocuk muhabbetine girmeyelim.”
…..
O’nu gördüm. Ben de köpükler çıkartan onu .Direnmekten vazgeçtim. Soluğum düştü, basıncım arttı, kalp atışlarım hızlandı, bilincim kaybolmaya başladı. Bu bir vurgun değil, anladım. Avazım çıktığı kadar bağırdım balıklara, ben buyum. duydunuz mu?

….

Her cümlenin sonunda “oğlum” demek istediğini hissederdim. Çekinirdi. Keserdi, eksik kalan, belki de sevgisiz bırakan buydu.

“Niye böyle oldu?” 
“Sürekli bana bunu sorarak geçirdin ömrünü. Bari şu an huzurlu ol.”
“Ne düşüneceğimi bilmiyorum. Hata bende mi?”
“Ne hatası? Lütfen baba. Sıkma canını. Sana yaramıyor.”
“Anneni göreceğim yakında. Ona ne diyeceğim?”
“Hala aynı şeyleri söylüyorsun? Benimle ilgili hiçbir şey düşünme. Ben iyiyim. Sen de iyi bir babasın o kadar.” 
“Bilmiyorum. Yapabileceğim bir şey var mıydı?”
“Kaç kez söylemek gerekiyor sana...”
“Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum.”
“Doktor söylüyor işte. Aynı düşünce seni yıllarca kemirmiş. Hastalığını da ilerletiyor, lütfen.” 
“İlerlesin önemli değil. Doğru ne?”
“Bütün gençliğim bu soruyla geçti yeter artık.”

Deniz kara bulut gibi.  O, önden atlıyor. Köprü ayağı için tel gereceğiz. Yetmiş metreye inmek için arkasından dalıyorum.  Gergileri gerip bir beton plağı arasına koyacağız. Benden beş metre önde ilerliyor. Düzenli aralıklarla, suyun muzipliğinden nasibini almış sarhoş işaret levhalarını görüyorum. Her şey sıradan, yine de garip tedirginliğim var. Tek tük gördüğüm balıklar yasta gibi. Alana ulaşınca göz göze gelmeye çalışıyoruz. Akıntının berraklaştırdığı bir noktada birbirimize bakıyoruz. Son kez olduğunu bilmeden, balıklar  görmeden. Yukarıdan salınan telleri gergi noktalarına yerleştiriyor. Tellerden biri fırlıyor. Tüpün kordonu kesildi. Ardından kopan diğeri O’nu savuruyor. Yapmam gerekenleri ciddiyetle yapıyorum. Nefesim düzenli. Suyun izin verdiği dirençle koşuyorum. Babamın hediyesi ayakkabılar geliyor aklıma. Yukarıya her türlü işareti gönderdim, birazdan yardım gelecek. Yanına ulaştığımda bir demir parçasının  sırtına batmış olduğunu görüyorum.
Oksijenimi ona verip, kaldırıyorum bedenini.  Yardım edenim her zamanki gibi kadim dostum su. Kollarımda sanki bir ölü balık, yanımdan geçen balıklar ölü balığa bakıyor. Geride bıraktığım beyaz köpüklere kırmızılar karışıyor. Bakmıyorum.  Hissediyorum. Balıklar fısıldıyor. Denizde hiçbir şey gizli kalmaz.
Çıktığımda tozlu gri yüzey balıkların dedikodularıyla kirlenmiş,  gök yüzü kirlenmiş mi henüz bilmiyorum.
 
Derinlere taşıdığımız balık sessizliğimizi, en tepede avazımız çıktığı kadar bağırıp bozacaktık. Belki de bu tepede, şimdi babamın seyrettiği bu gri gökyüzünde.
Kayalığın ucunda boşlukta duran ayaklarıma bakıyorum.  Bir tekne  kenarından denize atlar gibiyim. Çıplağım. Kulağımda babam doğruları fısıldıyor. Aşağıya baktıkça beyaz köpükler çıkararak en derine kaymak istiyorum. Ben kaydıkça, beni yukarı çeken el bu sefer aşağıya itecek, kırmızılarla birlikte.