Reklam

Hiç sönmeyen ateşiyle: Arthur Miller'ın Cadı Kazanı

Hiç sönmeyen ateşiyle: Arthur Miller'ın Cadı Kazanı
21 Ekim 2021 - 11:10
Neslihan Yiğitler 
“Trajik durum: İki yüksek değerin çatışması üzerine seçim yapmak zorunda kalan kahraman, kendi hür iradesiyle birinden birini tercih etmek durumunda kalacaktır. Karar verdiği eylemin sonucunda felaketler olduğu bilerek, eylemini sürdürür. Kahramanla birlikte okur/izleyici de oyunun bu çıkışsız olay örgüsü karşısında hangi değerin en doğru seçim olduğuna karar veremeyecek, kendini kahraman yerine koyarak bir ikilik içinde kalacaktır.” Sahne sanatlarında trajik durum için yapılan en genel tanım bu. Bu tanımın metne en iyi yansımış haliyse Arthur Miller’in 1950 yılında kaleme aldığı “Cadı Kazanı” isimli oyunu.

1690’lı yılların Salem kasabasında geçen eser, dindarlar, Kızılderililer, köylüler arasındaki kargaşa, şiddet ve korkuyu konu ediyor. Çatışmalarla dolu birçok olayın dorukta olduğu bu dönemde birkaç kadının ormanda ayine benzer bir şekilde dans etmeleri ve yarım kalmış bu danslarının sonunda hastalanmalarıyla birinci perde başlar. Köyün ileri gelenlerinin “hiçbir mantıklı bir nedene dayanmadan başlattığı soruşturma” adeta bugünlerimize bir gönderme olarak kurguyu sürdürür.
Amerika’da yaşayan aydınların, sanatçıların düşünceleri nedeniyle vatan haini suçlamasıyla karşı karşıya kaldıkları bir dönemde kaleme alınan eser, yalnız yazıldığı ülkede değil, özgür düşüncenin kısıtlandığı, bağımsızlığı tehdit altında bulunan her nerede okunuyorsa okunsun etkisini bırakmıştır.
Tetikleyici olayın aktarımıyla birinci perdenin sonlandığı oyun, din baskısı yüzünden söylenen bir yalanın peşi sıra yargılanan, bağımsızlığı kısıtlanan, yaşamı tehdit altında bulunan kişilerin mahkemesiyle devam eder. Toplu histeri işte burada başlar. Birbirini suçlayan kişiler, din adamları, köylüler ve ötekileştirilenler tüm bunların patlamasıyla oyunun vazgeçilmez tiratları ortaya dökülür.
 “God is dead”/ “Tanrı öldü.”
Bu eşsiz replik, sinemada Daniel Day Lewis’in dört dörtlük oyunculuğuyla yaşam bulmuştur.
Eserin aynı zamanda 1940’ların senatörü Joseph Mc Carthy’nin Amerika’yı komünistlerden temizlemek için başlattığı kampanyayı sembolize ettiği tanısı birçok araştırmada yer bulmuş ancak eserde vurgulanan en önemli durum “Kadınlara duyulan, onların bilgeliğine, insanlığına duyulan öfkenin din üzerinden toplumsal histeriye dönüştürülmesi ve din adamları aracılığıyla eyleme dökülmesidir” kanımca. Ve öyle görünmektedir ki din ile kadın barışmadan, din kadına hak ettiği yüceliği vermeden yüzyıllardır süre gelen bu tartışmalar, olaylar, trajediler sona ermeyecektir.
Eserin sorduğu soru, önermesi bu kadar önemliyken kitabın ortasına gelindiğinde anlaşılır hale gelmesi kimilerine göre üstünlük (merakı sürdürmesi açısından) kimilerine göreyse eseri zor okunur kılsa da önermesinin sağlamlığı ve sorduğu sorunun verdiği katmanlı doku eserin bugüne kadar güncelliğini, etkisini ve okunurluğunu sürdürmesini sağlamış.
Yazar Arthur Miller, Yüzyılımızın en önemli dram yazarlarından biri sayılmakta. (1915-2005). Kahramanları genelde acımasız dünyada vicdanları temiz kalarak yaşamak isteyen bireylerden oluşuyor ama Miller kahramanlarını rahat bırakmayarak onların başına hep bireysel suç ve sorumluklarından oluşan çatışmalarla çorap örmekte. Olay örgüsü süresince başkişileri hep vicdanlarıyla çatışıyor ve aklanmaya çalışıyor. İyi ki de böyle çünkü biz de onun eserlerini okuma, izleme fırsatını yakalıyoruz.  
1949 yılında “Satıcının Ölümü” isimli eseriyle Pulitzer Ödülü alan yazar, 1956 yılında ünlü fotomodel Marilyn Monroe ile hayatını birleştirmiş. Birliktelikleri Monroe’nun vefatına kadar da sürmüş. “After The Fall” isimli eseri bu trajik olayı işliyor.
“Trajedi ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. Benim amacım, toplumu yıkmak değil onu yeniden kurmaktır. Burada kurulu düzenle özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. Ben, iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. İnsanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak.” Diyerek eserlerini kaleme alan Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” nı dilimize Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol çevirmiş. Birçok kez sahneye aktarılan eseri ilk kez ismini anmadan geçemeyeceğimiz değerli oyuncu Cüneyt Gökçer dramatize etmiştir.
Hiçbir kadının, hiçbir bireyin “Cadı Kazanı” na atılmadığı, düşünceleri ve inandıkları yüzünden yargılanmadığı bir dönem yaşanacak mı? Bu sanata nasıl yansıyacak göreceğiz…