Reklam

Edebiyat olay anlatmak için icat edildi

İyi romanlar, insanda var olan bir insanlık halini keşfetmek, altını çizerek dışarıya çıkarmak ve onu bir gerçek haline dönüştürmeye çalışan ya da bu yolda çaba gösterilen eserlerdir

Edebiyat olay anlatmak için icat edildi
07 Nisan 2021 - 14:05
Can Uğur

@canugur1987

Roman edebiyat tarihinin en öne çıkan türlerinden bir tanesi. Yazanlar açısından da okuyanlar açısından da bu türe hâkim olmak ve anlatılanları/ yazılanları özümsemek en önemli konuların başında geliyor. Edebiyat tarihimize baktığımızda hem romanları hem de roman karakterleri ile öne çıkan isimlerden olan Mehmet Eroğlu da bu alana dair sayısız eser veren kalemlerden. Eroğlu yazarlığını yanı sıra yazmak üzerine, edebiyat üzerine de çalışmalara yapan bir isim. Dergimizin kış sayısı için Mehmet Eroğlu ile konuştuk. Eroğlu’na hem romanın yazım süreçlerini hem de genç yazarların bu alanda nasıl yetkinleşebileceklerini sorduk.

Edebiyatla ilgili bir değerlendirmenizde ‘trajik insanı anlatmalıyız’ diye bir ifadeniz var. Neden bu gölgeli yanı anlatmak istiyorsunuz?
İsterseniz cevaba, ‘trajik insan ya da kahramanlar ilginçtir ve insanla ilgili, adına insanlık durumu dediğimiz halleri simgelerler de ondan böyle karakterleri yazmalıyız’ diye başlayayım... Eğer romanın odağında insan vardır diyorsanız ve iz bırakacak, unutulmaz bir karakter yaratma peşindeyseniz, böyle yaparsınız. Neden mi? Çünkü neredeyse bütün ölümsüz edebiyat kahramanları trajik karakterlerdir. Örnek: Oidipus, Aşil, Macbeth, Hamlet, King Lear, Romeo Montague, Othello, Henry V, Richard III, Cleopatra Brutus, Troilus, Kaptan Ahap, Emma Bovary, Kurtz, Lord Jim... Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. O nedenle saymaktan vazgeçiyorum. Peki trajik karakterlerin özellikleri nelerdir? Aristo’ya göre kahramanlarımız asil ve erkektirler, kişiliklerinde ölümcül bir kusur ya da hata vardır. Kibirlidirler, yaşamlarının bir anında alın yazgıları bir olay ya da yaptıkları hata (Lord Jim’i hatırlayın) yüzünden düzeltilmeyecek, sonu kötü bitecek bir şekilde değişir. Bu karakterler aşınmaz bir pişmanlığın pençesindedirler ve suçlarından, hatalarından ancak derin acılar çekerek arınabilirler. Özetle trajik kahramanları yazmaya karar verdiğinizde ortada anlatacak bir olay, (bazı edebiyat tarihçileri edebiyatın olay anlatmak olduğunu söylüyorlar) dolayısıyla sağlam bir aksiyon/ilgi çizgisi kendiliğinden ortaya çıkar. Trajik karakterler her zaman insanlık durumlarını ve güçlü duyguları simgelerler: Kararsızlık, kıskançlık, hırs, aşıklık hali, tutku, sapkınlık, sabit fikir, cesaret, alçaklık, fedakarlık, sadakat ihanet gibi... Trajik karakterler sonları hakkında bilgi sahibidirler ve umutsuzca alın yazgılarını değiştirmeye çalışırlar (Kahinler, Oidipus’a babasını öldürüp, annesiyle evleneceğini söylemişlerdir, dehşete kapılan kahramanımız bu yazgıyı değiştirmeye çalışır ama başaramaz). Peki, sıradan insanlar, kral, prens olmayan, zamanımızda yaşayan sıradan insan bir trajik kahraman olamaz mı? Tabii ki olur. Bu yargıyı doğrulamak için Dostoyevski kahramanlarını hatırlamak yeterlidir. Kısacası, trajik karakterlerden izler taşıyan roman kahramanları, bize olay yazmak için olay ve önermeler açısından olağanüstü olanaklar sağlarlar. Doğadaki canlılarda birlikte görülmezken, bütün erdemlerimizin anası olan merhamet ve zalimlik insanda yan yana var olabilmektedir. Trajik roman kahramanları işte bu gölgeli alanlarda boy atan temaları, önermeleri vurgulamak için yaratılır...

Karakterlerinize baktığımızda duyguların iç içe geçtiği insanları görüyoruz. İyi ve kötü kavramları sizin karakterleriniz için çok anlam ifade etmiyor. Bu giriftliği bilinçli mi tercih ediyorsunuz?
İyilik ve kötülük bir yorum meselesidir... Ama önce iyilik ve kötülük hakkında birkaç tespit yapalım. Ya da yıllar boyunca yaptığım gözlemleri özetleyeyim: Kabul edilmesi zor olsa da kötülük, en çok sevdiğimizde bile vardır ve doğal, gerçek bir varlığa sahiptir. İyilikse yapaydır; sonradan ediniliyor olması da yapaylığının bir kanıtıdır. Kötülüğün tutarlı bir bilinci varken, iyilik genellikle bir içtepidir. Bu yüzden iyilik için çoğunlukla içgüdüler yeterliyken, kötülük için mutlaka hayal gücü gerekir. Edebiyatta iyilik-kötülük meselesine gelirsek… Picasso, sanat iffetsizdir diyor. Savı bir adım daha ileriye taşıyalım: Edebiyat, sevaptan çok günaha, iyilikten çok kötülüğe eğilimlidir. Oidipus, Aşil, Macbeth, Hamlet, King Lear, Othello, Brutus, Kaptan Ahap, Emma Bovary, Kurtz. Bu karakterlerin hangileri ile aynı binada gönül rahatlığıyla yaşayabilirsiniz? Kötülük, roman yazan birisi için keşfedilmeyi bekleyen geniş, gizemli bir karakterler ormanına benziyor...
İyilik insana sınır çizer, konu kötülükse böyle bir sınır yoktur. Kötülük bu yüzden edebiyatın malzemesidir, sanatta özgürlüktür... İyi olmaya gelince? Doğruyu söylemek gerekirse ben erdemli olmayı, iyi olmaktan daha çok önemserim. Çünkü iyilikler, tanımı çoğunlukla başkaları tarafından yapılmış, sınırları onlar tarafından çizilmiş kavramlardır. Biraz eşelediğinizde, iyilik diye adlandırılan birçok kavramın aslında bizleri bir şeylere zorlamak için kullanıldığını fark edersiniz... Ahlaki, toplumsal, dini kriterlere göre iyilik nedir, neyi amaçlar, en az iki kez düşünmek gerek! Vurgulayayım: Erdemli olmak her zaman iyi olmaktan evladır. Çünkü erdemler saftır ve yüreğimizin yanındaki vicdandan doğar. Vicdan, karşındakiyle bağ kurmayı, benliğinizi onların benliklerine açmayı getirir; acımayı öğretir, acıma merhameti, merhametse adalet ve eşitlik kavramlarını doğurur. Sözcük anlamında iyi, yani değerli olan bu erdemlerdir... Kötülük için bir mazereti de ekleyeyim: Birçok kötülük aslında dini ve ahlaki iyilik kavramından filizlenmiştir. İyiliğin terazisinde ölçü olarak kullanılan ahlakla da ilgili iki görüş: Sık sık değişir. Şöyle de diyebiliriz, ahlak iyi ile kötünün zoraki uzlaşmasıdır ve her zaman bedene eziyetle sonuçlanır. Cevabı bağlarsak, yazarı böyle düşünen roman kahramanları için iyilik ve kötülük kavramlarının birbirinin içine geçmesi olağan bir durum değil mi? Son hatırlatmalar: İyilerin bizi yanıltma olasılığı kötülere göre daha fazladır... Acısız öğrenilen iyilik her zaman sığdır. Ve kötülüğe eğilimimizin ardında bazen özgürlük isteğimiz vardır, şeytana uyup, Tanrı’ya sırtımızı bu yüzden döneriz.

Hafıza, unutmak, hatırlamak eserlerinize isim verecek kadar sizi ilgilendiriyor. Neden bu kadar önemli bu kavramlar?
Anılaştıramadığımız (yani unutamadığımız) geçmiş, bu geçmişin bıraktığı, aşındıramadığımız acılar bize yazma olanağı verir. Kişiyi yaratıcı olmaya iten geçmişin, inatçı acıların ve onulmaz pişmanlığının yuvası, mayalanıp kabardığı kazan, belleğimizdir. Başka bir deyişle bellek geçmişle, acı çekmekle yani vicdanımızla bağlantılıdır. Hem bir yazar hem de bir insan olarak bellek, unutmak, hatırlamak kavramları benim için, bu nedenle önemlidir. Belki farkında değiliz ama bellek ve vicdan sanıldığından daha iç içedir. Öyle ki, bellek zaman zaman uykuya dalan, tembelleşen vicdanı uyarıp, uyandırır. Bellek, vicdanın, erdemlerimizin sigortasıdır da desek çok yanılmış olmayız... Lekesiz bellek yoktur. Bellek yoksa suç da pişmanlık da yoktur. İşte bu yüzden önemlidir. Pişmanlık bize erdemlerimizi hatırlatır. Unutmaya gelince, aslında unutma yetisi, eli sıkı Tanrı’nın biz insanlara bağışlarken cömert davrandığı bir konudur. Çoğumuz da bu cömertlikten yararlanır, unutarak yaşamayı seçer ve deneriz. Ama bu her zaman mümkün müdür? Değildir. Çünkü insanlar başarıları ve mutluluklarından çok acı ve utançlarını hatırlarlar. Başka bir deyişle her an bellekleriyle baş başadırlar. Bellek, vicdanın kalk borusu, unutma uyarısıdır. Evet, insan unutmaya, geçmişi örtmeye, acılarından kurtulmaya eğilimlidir ama bazı konular da vardır ki insan en son unutan olmak ister... Ben de o insanlardan birisiyim, bellek benim için bu nedenle çok önemli.

Bir edebiyatçı olarak eserinizin çoksatar olmasını ne kadar önemsersiniz? Bu duygu sizin yaratım sürecinize etki eder mi?
Hep söylerim, eserleri çoksatan olmak, yazar ve yayınevi için iyi haberdir. Soruya gelince, öyle bir yazar olmadığım için çoksatmayı önemsemem dememin pek de önemi olmaz herhalde. Sadece birkaç değerlendirme yapabilirim: Çok satmak değil, sürekli, (on yıllarca, hatta yüzlerce yıl) satmak önemli. Kim eserleri neredeyse otuz asırdır satan Homeros’u kıskanmaz? Bugün ülkemizde İlyada ve Odysseia yılda kaç adet satıyor, bilen var mı? Çok satanlar listesinde bu iki kitabın adını hiç gördünüz mü? Cevap: Çok satmazlar ve listelerde hiç görmedik... Ama dediğim gibi, bu kitaplar 2700 yıldır satıyor. Şunu da ekleyeyim: Yazarken ne kadar satar, nasıl yazmalıyım diye düşünmek, bana sorarsanız edebiyat ya da yazmak ve yazarlıkla ilgili bir konu değil. Bu piyasa araştırması yapan, halkla ilişkiler uzmanlarının sorunu.

Bir sanatçı eserini meydana getirirken toplumun değer yargılarıyla nasıl bir ilişki kurmalı?

Değer yargılarını sadeleştirin, altından yasaklar çıkar. Değer yargılarının bütününe ahlak diyorsak, bu kavramın son tahlilde bizi bir şeylere zorlamak, sınırlamak için icat edildiğini unutmamalıyız. Sanatçı, yaratıcı, değer yargılarına aldırmamalı. Başyapıtlar düzene aykırı, yıkıcı eserlerdir. Picasso’nun sanat iffetsizdir dediğini de unutmayın. Sanat ahlaksız bir uğraştır. Bir not daha: Ahlak kavramında da cinsiyetçilik iş başındadır: Erkekler tarafından düzenlenmiş ahlak sistemi, en çok kadınların etrafına duvarlar inşa etmek için kullanılır. Sonuç, değer yargılarını gözetmek, bir anlamda okuru gözetmek demektir. Yazar kesinlikle bundan kaçınmalı, çünkü okur bir ortalamayı temsil eder. Hepsine edebiyatsever demek mümkün değildir... Hatırlayalım: Sanatın isyana açılan büyük bir kapısı vardır. Sanatçı, o kapının kanatlarını ardına kadar açık tutar.

Genç yazarları da dikkate alacak olursak bir roman yazmak istendiğinde o ‘romanın konusunun’ önemi nedir?
Eserin önemi konudan çok önerme, o önermenin gücüyle doğru orantılıdır. İyi romanlar, insanda var olan bir insanlık halini keşfetmek, altını çizerek dışarıya çıkarmak ve onu bir gerçek haline dönüştürmeye çalışan ya da bu yolda çaba gösterilen eserlerdir. Cervantes Don Kişot’u yazıncaya kadar, Don Kişotluk denilen insani özelliğin, insanlık durumunun adı yoktu. Bu örnekten de görüldüğü gibi, konu/önerme güçlü, evrensel olunca, başka unsurların o denli önemi kalmıyor: Yapı, üslup gibi... Romeo-Juliet: Aşk ölümü aşar, yener. Othello: Ölçüsüz kıskançlık hem kendimizin hem de yakınlarımızın mahvına neden olur... Akılda tutulmasında fayda olan diğer bir husus, edebiyatın olay anlatmak için icat edildiğidir.

Bir yazar adayı için yetenek ve çalışma arasındaki bağ nasıl olmalıdır.
“Ben yeteneksiz bir dâhiyim...” Söz Einstein’a ait. Einstein benim de sık sık tekrarladığım bir gerçeği vurguluyor: Yetenek yoktur. Yetenek dediğimiz düş gücü ve yaratma cesaretiyle desteklenen enerjik bir kararlılıktan ibarettir. Çok çalışmadan, kendinizi adamadan, yaratıcılık mümkün değil. Yazmak uzun vadeli bir süreçtir. Romanlar geleceğe yazılmış mektuplardır da diyebiliriz...

Bu söyleşi Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin kış sayısında yayımlanmıştır.