Reklam

Bir kilo ölüm kaç kiralık ömre bedel

Bir kilo ölüm kaç kiralık ömre bedel
01 Mart 2022 - 12:33
Demet Güney
Saat on altıya yaklaşırken ofistekiler ufaktan toparlanmaya başlamıştı. Dördüncü kahvemi fincana doldurup masama geçerken hala ne yazacağımı düşünüyordum. Nerden başlamalıyım bilmiyordum. Aslında kafamın içinde sürekli konuşuyorum olay zincirini kurmuştum ama bilgisayarın açık Word sayfasına tek kelime bile yazamamıştım. Omuzlarımın iki parmak altına kadar uzanan dağınık saçlarımı el çabukluğuyla toplayıp mavi tükenmez kalem ile tutturmuştum. Ne zaman strese yenik düşsem hırsımı hep saçlarımdan alırdım. Bir avuç saç bile o an insana taşınması zor bir yük gibi geldiğinden mi saçımın bir telinin bile yüzüme dökülmesinden hoşlanmazdım. Odanın penceresini sonuna kadar açıp kahvemden bir yudum alırken dün aldığım nergislerin kokusu kahvenin kokusunu esen rüzgarla bastırmıştı. Ne güzel bir ferahlık keşke zihnim soğumaya başlayıp içime çektiğim kokunun nahoşluğunda düşüncelerim hızlansa.

Şu an tek ihtiyacım olan şey Hızlanmak… Kısıtlanmadan… Özgürce… O sıra da müdürden övgü dolu sözler alan Hasan biraz şımarık biraz sırıtık Cem ile odaya girdi. Hasan konuşmaya başladığında yarısını anlar yarısını tahmin ederek tamamlarsınız çünkü çok hızlı konuşur ufaktan da şive girince işin içine temelli çıkmaza girerdiniz. “Cem, nasıl mutluyum bu akşam iş çıkışı birer soğuk bira içelim mi?” diye soruyordu odanın ortasına doğru yürürlerken. “Çok isterdim hanıma söz verdim eve çok geç kalmayacağıma. Dün halı saha sonrası baya geç saatte gittim eve Hasan” dedi. Cem daha sakin ve ağırdan alarak konuşurdu. Onun da her sözü ağdalı söylemesini dinlerken yorulurdum. Ama en azından anlaşılırdı. Pencere önünde durup sessizce onları izlerken ağzının içi heyecandan iki misli tükürük dolan Hasan bir çırpıda bana dönüp; “Sen bari ortak ol Aslı mutluluğuma “dedi. Hiç oralı bile olmamış bir tavırla “bu kadar mutlu olacak ne oldu Hasan. Mutlu olmak bu kadar kolay mı?” dediğimde bu cevabı beklemediğinden olsa gerek Hasan göz bebeklerini büyütüp yutkundu. “Basit bir soru sordum Aslı hayırsa hayırdır. Ne demek neden bu kadar mutlusun. Kıskançlık mı bu yoksa? Bakıyorum da hala yazacak bir şeyler bulamamışsın.” Ortamın sakinliği, kapattığım pencereyle odanın dışında kalmıştı.
Masama doğru yönelirken yanında durup gözlerimi kısıp sakince “sadece bu kadar kolay nasıl mutlu olunur bilmiyorum demek istedim.”
Ortamın gerginliğini azaltmak istercesine Cem’in yüzünde saçma bir gülümsemeyle “Yapma be Aslı mutlu olmayı insan nasıl bilmez. Bak mesai bitmek üzere ve bugün Cuma. Üstelik evinin kapısını açan bir eş iki çocuk varken daha ne olsun” dediğinde kendimi tutamadım. “Kapısı açılan evin içinde sen gerçekte ne kadar sensin Cem. Dediğin kadar mutluysan başka zamanlarda aradığın kısa yollu mutluluk çabaların neyin nesi?” deyiverdim. Çünkü tahammülüm kalmamıştı artık yalanı doğrulukla kapatana, mutluluk pozu kesenlere. Her şey bu denli güzelde bizim payımızda niye huzursuzluk var. Boş beleş huzur pazarlayanlara olan öfkem kabarmıştı belki biraz ileriye gitmiştim ama söz cümle de yerini bulduktan sonra yüklemi üstlenmek zorundasındır. “Derdin ne senin söylesene doğrudan. Mutluyum tarifi de yok. Kaleminde öfke bitirene kadar sevginin altını masanda hiç kullanmadığın pembe fosforlu kaleminle çiz. Belki sende kıyısından köşesinden mutlu olursun?” Hasan’ın titreyen sesinde kızgınlığını hapsetmeye çalıştığını anlıyordum. Öfke birikmek sanki keyfimizden yaptığımız bir şey. Her şey bu denli bilinmezlik içinde sıkışmışken, söylenmeyen sözler sırtımızda kamburlaşmışken başlayacağım sizin mutluluk pozlarınıza demek istedim. Elimdeki fincanı hızla masaya bırakırken kahvenin birazını masaya döktüm. İçimden “sakin Aslı” diye temkinde bulunurken geriye döndüğümde Hasan ile Cem tam ortasında duruyordum. Sesimi kontrol etmeye çalışırken; “Hayır anlamıyorum sadece sanayileşmiş bir mutluluk hayatımızın merkezinde sahiciymiş gibi duruyor ve nasıl oluyorsa da kimse mutsuz değil. -Evli, çocuklu ve mutlu- denildi herkes onun peşinde şimdilerde. Aynı çatı altında maskeli balo misali iş sözleşmesi evliliklerle doldu taştı rezidanslar. Sloganları da bak, gör, izle ben mutluyum. Öyle değil ama insanoğlunun uydurmasıdır hayatta yedi yirmi dört mutlu olma çabası. Abartmadan yaşamamız gereken anlarımız, sevinçlerimiz varken bu abartılı hallerde midem bulanıyor artık. Sahici olmak ne kadar acı verebilir insana da bu denli kaçıyoruz gerçek olmaktan. Belki haddimi aştım ama işini layıkıyla yapmak zaten senin mesleki etiğin değil mi Hasan? Övgü almak şımarma sebebi ya da kutlama sebebi olmamalı. Normalde olması gerekenler insana bir lütuf gibi sunulması onuruma dokunuyor ve sizde yemi yiyen balık misali beş saniye içinde öncenizi unutuyorsunuz. Müdür Bey kalemlerimizin akışına tatlı sert yön veriyor farkında değil misin? Ne yazacağıma ben değil o karar veriyor. Özgür olmadığımız bilgisayarın başında nasıl oluyor da bu denli tebessüm edebiliyorsunuz. Söylesene gerçekten bu hafta ne yazmayı planlamıştın?” Bu soruyu sorarken cevabı biliyordum.
On beş metrekarelik odayı üçümüz paylaşıyorduk. Ne düşündüğümüzü gündemi sürekli tartışırdık. Dört gün önce dövüşür gibi dokunduğu klavyesinde yazısını yazarken yakıp söndürdüğü sigarasında bir tutam küfür basıyordu kül tablasına. Erken çıkacakken Hasan’ı neyin bu denli kızdırdığını öğrenmek için iş yerinde biraz daha oyalanmıştım. Oda da baş başa kaldığımızda ne yazdığını sordum. “Bu ülkede yazı konusu arıyorsan ya cahilsindir ya körsündür” dediğinde son olaylar hakkında yazdığını anlamıştım. Sigarasından son bir nefes daha çekerek kül tablasına izmaritini atarken beni dipsiz kuyulara atan o soruyu sormuştu Aslı” Bir günde üç farklı ilde yaşanan cinayet haberlerini düşününce oracıkta içimden büyük bir can parçası kopmuştu.
“Peki Müdür Bey’e gösterecek misin yazını” dediğimde bugün beni bu denli kızdıran ateşin fitili yakmıştı. “Yazımı geçen hafta evlenen şu ünlülerin balayı hakkında yazıp teslim ettim çoktan.” Şimdi yüzüne kusarcasına sarf ettiğim sözlerin gerçekliğinde masasından çantasını alıp odadan hızla ayrılırken biraz yüksek sesle “tavan arasına kaldırdığın onurunun nasıl tozlandığını izliyor olacağım” diye seslendim. Ağırdan toparlanan Cemden bir küçük özür diledim. Çünkü içimde tutamadığım öfkem sahtekarlıkla sahici görünme gayretine karşıydı Cem’e değil. Oda da tek başıma kaldığımda olan bitene anlam vermek istercesine ellerim başıma götürüp sandalyede gözlerim kapalı geriye doğru yaslandım. Ve o an ne yazacağıma karar verdim. Onurunu açık arttırmada satışa sunanların elinde biraz daha kalmaya devam edersem sonunda boğulacağımı biliyordum. Çünkü ortak değerler çerçevesinde insani duruşlarımız değişikliğe uğrarken uzlaşmak her geçen gün uzaklaşıyordu. Geriye yaslandığım sandalyeden doğrulup, klavyenin tuşlarına hızla dokunmaya başladım.
Sığ Sularda Boğulmak
….