Reklam

Çekirdek ailenin ötesinde: Kahraman ve cellat

19. yüzyılda “hayali bir cemaat” şeklinde kurgulanan “ulusun” en küçük birimi olarak aile de milliyetçi söylem etrafında yeniden kurgulanır. Artık, büyük evlerde maaile yaşamak iktidar için verimsiz bir durum sayılır.

Çekirdek ailenin ötesinde: Kahraman ve cellat
23 Haziran 2021 - 11:56
Metin Yetkin
[email protected]


Şeniz Baş’ın, ailenin karmaşık yapısını çocukların gözünden anlattığı ‘Kahraman ve Cellat’ kitabı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Birçok çocuk ve ilk gençlik eserine sahip olan yazar bu kitabında çocuğun aileyi algılayışına ve aile bireyleri arasında kültürel kodlar tarafından şekillenen ilişkilere odaklanmış.
            İnsanın ilk travmasını güvenli bölgesi olan anne karnından çıkmasıdır. Yeni bir bağlama geçiş yapan bebek anneye bağımlı bir yaşama başlar. Emeklediği andan itibaren bağımsızlığına ilk adımı atan bebeğin psiko-motor becerileri giderek gelişir ve sekiz yaşından itibaren rol modellerden etkilenerek soyut şemaları çözmeye başlar. On iki yaşından itibaren ise kimliğinin ve rolünün peşine düşer. Bu bağlamda çocuk gelişim sürecinde aile, onun karakterini şekillendiren aslî bağlam olma özelliğine sahiptir. Nitekim, ‘Kahraman ve Cellat’ kitabında uzun yıllar çocuklar üzerine çalışmış olan Şeniz Baş çocuğun aileyi nasıl algıladığından yola çıkarak ailenin karmaşık yapısını ve insan üzerindeki etkisini irdeleyen öyküler kaleme almış. Öte yandan Türkiye toplumunda kültürel kodların aile yapısını şekillendirme biçimi de irdelenmekte.
            19. yüzyılda “hayali bir cemaat” şeklinde kurgulanan “ulusun” en küçük birimi olarak aile de milliyetçi söylem etrafında yeniden kurgulanır. Artık, büyük evlerde maaile yaşamak iktidar için verimsiz bir durum sayılır. Böylece anne, baba ve çocuğun -ya da çocukların- bir apartman dairesinde yaşadığı “çekirdek aile” kurgusu söz konusudur ve aile içi iktidarın temsili de baba olarak belirlenmiştir. Baba, tıpkı öğretmen, patron vb. gibi var olduğu için saygı duyulması, biat edilmesi gereken otoritedir. Onun tökezlemesine, düşmesine dahi izin verilmez. Kitabın daha ilk sayfasında baba odaklı çekirdek aile yapısı Gülce tarafından gözler önüne serilir:
            “Biz, beş kişilik çekirdek ailenin bedenen görece sağlıklı, ruhen bariz örselenmiş fertleri, elimizden geleni ardımıza koymadık. Hatta yetmedi başka organlarımızı da yardıma koştuk. Babam tüm günahlarından arınmış, sevaplarını yanına değnek yapmış, hayallerini bilinmeze, dertlerini bize havale etmiş olarak hayata devam ediyor.”
            Nitekim, okuldan ibadethaneye, ibadethaneden tımarhaneye kadar her yer aile formunda kurgulanmış ve her ailede bir baba belirlenmiştir. Böylece tahakküm dispositifleri insan doğar doğmaz onun hem aklına hem de bedenine hükmetmeye çalışır. Giorgio Agamben, bu yelpazenin ne denli geniş olduğunu şöyle anlatır: 
            “Yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, önleme, modelleme, denetleme; bu varlıkların vücut diline, davranışlarına, fikir ve söylemlerine dayanak teşkil etme yetisi olan her şey. Yani sadece hapishaneler, akıl hastaneleri, panoptikon, okullar, dinler, fabrikalar, disiplinler, yasal önlemler değil… Fakat bunlardan başka gazetecilik, yazarlık, edebiyat, felsefe, ziraat, sigara, internette gezinme, bilgisayarlar, cep telefonları ve dahası belki de dil var… dil en kıdemli dispositif belki de.”
            İşte, bu geniş yelpazenin ilk bağlamıdır aile. İçerek sorumluluklarından kaçan, bu yüzden hastalansa dahi aileyi “sobadan kurtaran” ve yüzüne “gururla bakılan” baba figürünün gölgesindeki aile hayatı anne otoritesiyle dengelenmektedir. Anne bakışlarıyla dahi Gülce’nin hareketlerini kontrol eder, bayramlarda rahat rahat şeker yiyemez mesela, yahut elbisesine meyve suyu dökünce azar yiyeceği için ağlar. Oysa anne bunu görmez, onun elbisesi kirlendiği için ağladığını sanır. Ev işlerinin bir kısmını üstlenen Gülce öte yandan kardeşi Cem’in sorumluluğunu da üstlenmektedir. Üstelik, ona karşı anne-babasından daha şefkatlidir. Cem altını ıslattığında çocuğun korkusuna şahit olan Gülce ailesine karşı öfke duyar:
            “Öylesine korkuyor ki, annemden ve babamdan nefret ediyorum onu bu kadar üzdükleri için. Titriyor neredeyse. Daha minicik o!”
            Görüldüğü gibi Gülce abla ve anne rolleri arasında gidip gelmektedir. Babayla simit yemek gibi sıradan şeyler ise onun ödülleridir çünkü annesi “kontrol memuru” babası ise “arkadaştır” onun nazarında. Her akşam baba için sofra kurulur. Baba bu sofralara nadiren gelir, her akşam onun anahtarı çevirdiği vakit gelen “tık” sesi beklenir. O gelmeden aile olunmaz zira. Babanın gelişi evcilik oyununu -mış gibi yaparak devam ettiren bir olgudur. Ancak küçük kız kardeş Deren, Gülce’ye rakip olacaktır çünkü “Baba geldi!” nidasının yeni temsilcisi artık odur. Bu sebeple aile içi çatışmalar sürekli çeşitlenir, sabit olan tek şey babanın konumudur.
            İşte, tüm bu karmaşık yapıya temas ederek hem Gülce’nin hem Cem’in hem de Deren’in gelişim süreciyle beraber aile biriminin karmaşıklığını farklı açılardan irdeleyen bir roman ‘Kahraman ve Cellat.’
            “Sonuçta anlıyorum: Görünen o ki cellatla teşriki mesaimiz daha yıllarca sürecek.”