Reklam

Ahşap gıcırtısı

Ahşap gıcırtısı
24 Aralık 2021 - 11:21
Burçin Laçin
Üç gündür yukarıdan gelen eskimiş ahşap döşeme gıcırtısını duymuyordu. Rutubetten çürümüş ahşabın gıcırtısı onu deli ederdi. Mecbur olmasa dedesinin bu eski evinde asla yaşamazdı. Şehirdeki tek akrabası olan dedesi birkaç sene evvel ölünce evi öylece kalmıştı. Zeliha, yıllar yılı kocasıyla refah içinde yaşamış hiç para sıkıntısı çekmemişti, ta ki boşanana kadar. Yine de kendi ayakları üzerinde durmaya kararlıydı, ailesine, köyüne dönemezdi. Önce bir lokantada iş bulmuş ama koku hassasiyeti başına bela olmuştu. Öğürmek ve kusmak arasında gidip gelirken çocukluğundan kalma bu belayı yeniden hatırladı. O kötü, kesif koku. Çocukken annesinin beslenme çantasında günlerce unuttuğu haşlanmış yumurta kokusuydu. Uzun süre burnundan gitmemişti bu çürümüş koku. Nihayet kendine göre bir tezgahtarlık işi bulup çalışmaya başladı. Penceresine birkaç saksı çiçek almıştı bile, bundan böyle umudunu güzellikten yana kullanacaktı. Çok sulamaktan çürüyen çiçeklerle birlikte umudu da soldu. Yeniden içinde saklı umudu bulmaya kendine bakarak yakalamaya çalıştı. Evlilikleri boyunca kocası izin vermediği için sürmediği ojeler, her gün başka renkte parıldayarak tırnaklarını süslüyordu. Fakat havasızlıktan tırnakları da çürümeye başladı. “İnsan belki de tırnaklarından çürümeye başlardı.” diye düşünürken asıl ruhunun nasılda çürüyüp bozulduğunu unutuyordu. Eski, üzerinde siyah çizikler olan aynasının karşısına geçti. Yüzündeki kırışıklara, sonra gözlerinin içine baktı uzun uzun… Kalbinin derinlerinde uykuya dalmış küçük kızı gözbebeklerinde ararcasına baktı. Yanıp kor olmuş bir ahşap parçası gibi ruhuna dokunduğu anda, ruhunun etrafa savrulan küller gibi dağılmasından korktuğu gözlerindeki yangından anlaşılıyordu. Akşam olmak üzereydi. Aklı yine ahşap gıcırtısına gitti, birkaç ayda o sinir bozucu sese bu kadar alıştığını fark edememişti. Üst katta da yaşlı, kendi halinde bir kadın oturuyordu. Rastgele bir karşılaşmalarında, durup dururken; oğlunun olduğunu, onu sık sık ziyarete geldiğini, söylemişti, yalnızlığını inkâr edercesine! Yukarıya doğru baktı. Tavanda asılı üst katta adım attıkça sallanan eski moda kristal uzun taşlı avizede de hiçbir kıpırdama yoktu. Derin bir nefes aldı, sanki hayatın bütün yorgunluklarını gidermek istercesine. Aldığı derin nefeste burnuna gelen kötü kokuyla mutfağa koştu. Dünden beri çıkarmaya üşendiği çöpteki haşlanmış yumurta kokusu bütün evi sarmıştı. Kendi tarihini tekrarlayan bir kapana sıkışmış gibi umutsuzca ağladıktan sonra çöpü dışarı çıkardı, apartmanın önünde üst katın ışığına baktı. Koyu renk perdeleri çekilmiş evde hiç ışık yoktu. “Oğluna gitti herhalde, eh iyi olmuş” diye söylendi. Eve geldi çürük yumurtanın kesif kokusu çıksın diye bütün pencereleri açtı. İnce bedeniyle cereyanda kalsa da aldırmıyor, oradan oraya geziyordu. Kendi evinin çürümüş ahşap gıcırtısının sesiyle, aklına sığmayıp dilinde dolaşan sözcüklerin sesi bir olmuş evde yankılanıyordu; “Oğlu var gitmiş işte, ben ne olacağım yaşlanınca? Olamadı ki bir yavrumuz. Ah Rıza ah… Olmayıversin, dinlemeseydin annenleri, bırakmasaydın beni, gül gibi geçinip giderdik.”
Dışarının soğuğunu bedenince iyice içinde hissettiğinde durdu, elleri buz kesmişti. Zorlukla pencereleri kapattığında gece olmuştu. Yatağına yattığında ise yine o çürük yumurta kokusu burnuna geldi. Hatta bu sefer daha yoğun, daha kötü bir kokuydu. Gözlerini tavana diktiğinde, gözleri karanlığın içinde bir çift fener gibi parıl parıl parlıyordu. İçine serpilen korkuyla kalbi daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Tanıdık gelen bu korku Rıza’yı hatırlattı; en son kavgalarında Rıza bir an bıçağı eline aldığında kalbi aynı böyle çarpmış, gözleri aynı böyle açılmıştı. Neyse ki çabuk sakinleşmiş de canını kurtarmıştı. Korkuyu evinde bırakıp eski dik beton merdivenlerden yukarıya çıktı, kapıyı çaldı ama kimse açmadı. Kapının kolunu çevirdiğinde kapı açılıverdi. İçeri girdiğinde aynı kötü kokuyla boğuldu, oracıkta öğürmeye başlamışken içeride yatan yaşlı kadını gördü. Bu koku yaşlı kadının bedeninin çürümüşlüğünden başka bir şey değildi. Cansız bedenine yaklaştı, korkusuzca dokundu. Yalnızlığına, kimsesizliğine dokundu. Çürümüş hatta kokuşmuş bedenine dokunduğunda yaşlı ruhunun yanıp kor olmuş ahşap parçasının külleri gibi bir anda esen rüzgârda uçuşarak gökyüzüne çıktığını gördü.