Reklam

Kalbine bakma köşesi

Kalbine bakma köşesi
27 Aralık 2021 - 11:52
Ayla Kileci
Beklenmedik bir biçimde, duyduğum anda zihnime damgalanacak sözleri söyleyiverdi. Dünya ayaklarımın altından kaydı. Artık hiç bir şey eskisi gibi değildi. Bocaladığımın farkına varınca bana yaklaştı. Yüreğimin her atışıyla şakaklarımın  zonkladığını hissediyordum. Sesinde ıstıraptan kaynaklanan bir hüzün vardı. İhtiyatsızca hatırladığım geçmişim beni boğuyordu. Nitekim ben de son bir kaç yılda işimi, eşimi, ülkemi değiştirip herkesi şaşırtmıştım. Aslında bana göre sıradandı bu değiştirmeler. Bankada insanları teftiş etmek, hep bir hata aramak, yeni tanıştığın insanlarla mesafeli durmak, öğle yemeklerinde bile yazacakların için ipucu aradığını sanıp konuşmamaya çalışan aslında neşeli ve orjinal kişilerle samimi olamamak, rapor yazmak, üsttekilerin yazdığı yönetmelikleri astlarına uygulatmak hiç hoşuma gitmese de para kazanma amaçlı yaptığım bir işti. Her iki ucundan yakılmış bir mum gibi hızla yanarak anılarım tükeniyordu.
Oturduğum yerden nehrin sıradışı manzarasına daldım. Ne de olsa Paris’e beni görmeye gelmiş biri ile bakıyordum defalarca yalnız seyrettiğim nehire. Zamanın her döneminde sıradan  koşulların dışına çıkmak için insan üstü çaba harcadığımı düşünüyordum. Mesaiden sonra tiyatro yapabileceğim bir gruba katıldım. Çeşitli sektörlerden bir çok insanın iş konuşmadan keyif alarak bir arada bulunduğu bir yerdi. Adımız ‘’Fazla Mesai Tiyatro Gurubu’’. Eğitim döneminde bir de güzel tirad ezberledim. Oyun seçiminde başrol olmasa da okkalı bir yan rol benim olmuştu. Provalarda gülmekten ve negatiflikleri üzerimizden atmış olmaktan dolayı mutluyduk. Fazla mesaideki provaların ertesi günü iş yerine daha keyifle giderdim. Sahnede bile kendini oynuyorsun ihtarını bir kaç kere alınca, kendi olmaktan kurtulmuş, rol yapmanın değişik ruh haline bürünüp tiyatro oyuncusu olma hevesine de kapılmıştım.
Aklımdan hemence bir vicdan sınavı yaptım. Dikey bir insan için bütünlüğünden bir parça kaybetmek yerini doldurana kadar huzur vermez.
‘’İnsanın en ciddi hastalığı bağımlılıktır.’’ dedi, aklımı okurmuş gibi.
‘’Senin gibiler yaşadıklarını yalnızca başkalarının arasındayken hissederler, onlar kalabalık yerleri tercih ederler. Büyük bir bankada çalışmak, tek başınalığından seni kurtarıyordu. Sinemalar, tiyatrolar, stadyumlar, ibadethaneler, gezmeler başkaları ile varolmanın ritüelleri senin için.’’
‘’Düşünceler, duygular, heyecanlar yani ruhsal durumum bu insanları kendime çekmek için davetiye gönderiyor.Etrafımdaki dünya heyecanım, tutkularım ve düşüncelerimle yakından alakalı’’
‘’Yapman gereken ilk iş kendini gözlemlemen olayları alış şeklin’’ dedi.
‘’Oldu bedenimi savaş alanına çevireyim, psikolojik köpüklerle dolu kara deliklerden girip çıkayım öyle mi?’’
Yıkıcı durumlar,olumsuz düşünce ve duygular aslında hiç durmaksızın bize ağır ağır zehir salarak zihnimizi  karıştırıyor. Bazen nereden başlayacağımızı bilememek  bu sürenin sonu olmalı.
‘’Sesini yitirene dek saatlerce ağladığın zamanları hatırlıyormusun?’’
Yukarıdakiler kategorisine aday olup bir kez kendimi oraya attığımda ‘ebedi saadete’ ulaşacağıma kendimi nasıl şartlandırmıştım. Çığırından çıkmış görünümdeki kargaşaya nasıl katılıp ‘rağmen kendimi varedebilme’ yolunda verdiğim uğraşıyı düşündüm. Hayatımız rağmen kelimesinin parantezinde geçiyordu.
Kendimi bir başka savaşın rüzgarına kaptırdığım günlerdi. Bir kez daha asıl gerçeklerin rüzgar tarafından bir yerlere savrulduğu günler. Yine ilk tercihimin öfkem olduğu günler. Babaannemin o günlerde bana anlattığı masalı hatırladım.
‘’Sana bir masal anlatayım mı?’’
Gülümsedi.
Gençten biri köyünden ilk defa şehre gelmiş. Gün boyu sokaklarda faltaşı gibi açılmış gözlerle dolaşmış. Bu kadar çok ev, bu kadar kalabalık insanı daha önce birarada görmemiş. Akşam kervansarayda uyuması için ona bir köşe göstermişler. Aklı şaşmış. Uyanınca kendine ait bacağı nasıl bulacağını düşünmüş. Çantasından çıkardığı kırmızı ipi ayak bileğine bağlamış. Köyden gelen bu taze yolcu ile eğlenmek isteyen diğerleri ipi çözüp yanında uyuyanın bileğine bağlamışlar. Sabah olunca genç bileğine bakmış, kırmızı ip yok. Kırmızı ip bağlı kişiyi tam kapıdan çıkarken farketmiş. Peşinden giderken kırmızı ipi de ona bağlı bedeni de kaybetmiş. Kendisi hiç iz bırakmadan yok olmuş. Bu şehire insanların kaybolmaya geldiğini düşünerek köyüne kaçar gibi dönmüş. Buruk bir şekilde sokaklarda yürürken bastonuna yaslanmış iki büklüm yaşlı bir kadına rastgelmiş. İki gözü kör olmasına rağmen hergün sokağa çıkıp, sohbet eden yaşlı kadın eski köy ebesiymiş. Şehirden ne havadisler getirdin genç demiş. Genç gerilmiş, durumu anlatmak istememiş. Sonra ebenin gözlerine bakarken kendine gelmiş. Kör ebe kırmızı ip aramadan kalabalıklar içinde karşılaştığı herkesi gözüyle değil kalbiyle görüyormuş.
‘’Beğendim. En kalabalık ortam artık sanal alem. Sanal gündemlerdeki kalabalığın ortasında kaybolmak kolay’’
‘’Hepimizin aydınlık ve karanlık yönlerimizi farkeden bizi kalbiyle görenlere ihtiyacımız var. Seninle empati kurabilmek hoş oldu’’
Güzel bir Soğan çorbası yiyelim hadi deyip  kalktığımızda Sacre-Coeur Bazilikasının (kutsal kalp) merdivenlerinde elini omuzuma attı, sana bugün için şahitlik edeceğim derken son cümlesi kulaklarımdan kalbime akıyordu.
‘’Bugünlerde sırtında kanat hissettiren ne var hayatında?