Reklam

Ümit Ünal'ın filmi, Fatma Nur Kaptanoğlu'nun metni

Ümit Ünal'ın filmi, Fatma Nur Kaptanoğlu'nun metni
28 Haziran 2021 - 12:22
Utku Yıldırım
Aşk, Büyü vs.. Eren kaderiyle yüzleşmek için Büyükada’ya gidiyor, vapurda Reyhan’ın her yerine hasretliği geçiyor aklından. Yirmi yıl önce Reyhan’ın yolladığı, Eren’in annesinin Eren’den sakladığı bir mektuptan yankı bu özlem. Eren’in bilincinde tutkuyu körüklüyor, karşılaştıkları zaman Eren sözcüklerin devamını, bir kısmını okuyor. Aşk kâğıttan bilince, bilinçten dile dökülüyor, Reyhan’da derinlere gömülmüşken Eren’in dudaklarının arasından fırlayan aleni, coşkulu feryat.

Aşk yirmi yıldan sonra hatırlanabilir, canlanabilir mi? Yüz yüze gelirler, Eren hatırlatmaya çalışırken Reyhan coşkunun yüzeye çıkmaması için uğraşır. Mesafe aşılamaz başta.
“Ateşten Atlamak”. Mesafenin niteliği farklıdır, Sonya’yla adını bilmediğimiz anlatıcı kadın (bundan sonra K diyelim) arasındaki coğrafi uzaklık bir yanağın kızarışıyla, bir sözün inceliğiyle aşılır, aşk büyür, Sonya ziyarete geldiği zaman kültürel uzaklık da belirir, o küçük sahil kasabasında yaşayamayacaklarını anlarlar. Necip Türk milleti eşcinselliğe pek sıcak bakmadığı için K’nin doğup büyüdüğü toprakların insanı tepki gösterecektir mutlaka, iki kadın arasındaki ateşi söndürmeye çalışacaktır. Kurtuluş uzaklarda, K gitmeye meyilli, belki de bu yüzden atladığı ateşi, biriktirdiği taşları, sahildeki insanları, annesini zihnine nakşeder, yitireceklerini anımsamak için. Nakışta gördüklerimiz gelecekte belirecek hatıralardır.

Akşit Göktürk, Ada: “(…) Yaratıcı bir yazar ise ada diye tanımlanan yer biçiminin doğal yapısında bulunan birtakım özelliklere, bu özelliklerin kendisine sağlayacağı anlatım olanaklarına ilgi duyar. Bu özelliklerin temelinde, bütün adaların paylaştığı, dışardan ayrılmışlık, kendiyle sınırlanmışlık gerçeği vardır. Her ada, bir bakıma bütünden ayrılmış, dünyayı ya da ana-karayı uzağında, dışında bırakmıştır.” (s. 12)
Eren’in bürokrat babası, kızıyla Reyhan’ın ilişkilerini öğrenince Eren’i Ankara’ya gönderir, Reyhan’la ailesini Büyükada’da barındırmaz. İki karakter de dışarının kaosuna atılır, biriciklik kalabalığın karmaşasında kaybolur. Ada dışındaki dünya bayağılıktır, yaşamları ve aşkları eskitir. Bu yüzden iki karakterin Ada’da tekrar bir araya gelmeleri oldukça anlamlıdır. Eren’in babasının ölüm ilanını gazetede gören Reyhan geri dönecek cesareti ancak o zaman bulur, belki de içten içe Eren’in gelmesini umduğu için her şeyin başladığı yere, eve döner. Yirmi yıl sonra ilk kez karşılaştıkları zaman, Eren’in ıslığını onca zamandan sonra duyduğunda bir anlığına beliren tebessümü aynı anda yükselen öfkesinin ağırlığıyla yüzünün sıradan çizgilerine dönüştürür Reyhan, bekleyişinin son bulduğunu anlar. Kayıp yılların yol açtığı yıkımla ne yapacaklarını bulmaya çalışmak kalır geriye.

            K bir adadır, topladığı taşları attığı cebinde yalnızlık şakırdar. Sonya’ya duyduğu aşkı kimseye anlatamaz, bilincinin dışı anlayışsızlıkla doludur. Adanın anlamı tersine dönmüştür bu kez, Sonya’nın geldiği dünya bir arada olmalarını mümkün kılacak tek mekân gibi görünmektedir. Hıdrellez gecesi ateşin etrafında toplanan kalabalık dışarısıdır, iki iç birbirinden ne kadar uzakta olsa da tutkuyla bağlıdır. Sonya’nın adalığa meylini de düşünürsek Bülent Ortaçgil’in şarkısını anabiliriz: “Adalar insanlar gibi / Su altından tutuşmuş elleri”.
           
            “Sen büyüye inanmıyorsun ki!
            “Ama sen inanıyorsun.”

            Sonya da inanmaz, K’nin ateşten atladığını, cebindeki kırk taşını bilse ne derdi? “Sonya olsa yanımda çok gülerdi bu halime. ‘İlahi,’ derdi, ‘nelere inanıyorsun öyle? Böyle huyların olduğunu hiç bilmezdim.’” (s. 48) Kırk taş bir yıl boyunca güneş görmeyecek, uyuduğu denize geri dönecek dilek tutarsa. Ateşlerden üç kez atlamak büyüyü üç kez bağlayacak, taşlarla birlikte kırk dört, Sonya’nın kavuşma arzusuyla birlikte kim bilir kaç?

Eren inanmıyor, Reyhan’ın yirmi yıl önce yaptırdığı büyüyü umursamıyor ama elinde tutunacak başka bir şey olmadığını anlayınca vapura binmiyor, Reyhan’ın evine dönerek büyüyü bozdurmaları gerektiğini söylüyor. Bir gün daha kazanıyor böylece, Reyhan’la geçireceği vaktin kıymetini bilmek istiyor, birlikteliklerinin son günü belki de.
Kısa bir serüven. Ada’nın en yüksek tepesine gömülen eşya, büyü kâğıdı, sonra yemek, günbatımına karşı söylenen şarkı. Büyü yaşamın kendisine dönüşüyor, yaşadıkları anların güzelliklerini fark ediyorlar.
K birkaç günün büyüsünü ömrünün geri kalanına yaymak istiyor, Sonya’yla birlikte geçirdiği zaman o kadar canlı ki en ince detaya kadar biçimli. Pantolondaki kum, ellerin güzelliği, yanakların yumuşaklığı, aşkın görünür kıldığı bütün incelikler ve güzellikler bir zaman yakalanmış, neden daha fazlası yakalanmasın? Sonya büyüye gönül indirmez belki, ne çıkar tutacaksa? Mevzubahis aşksa mantığı askıya almamak mümkün değil.
Filmden bir alıntı, son: “Aşk, büyü, vesaire. Bunların hepsi aynı şeyler.”