Reklam

Gel sarılalım ağacı

Gel sarılalım ağacı
05 Ekim 2021 - 12:04
Armağan Can
Arabayı park edip, kontağı kapattığı an evden çıktığına pişman oldu. İnsan yaptıklarından, yapmadıklarından, söylediklerinden, söylemediklerinden ne kadar kolay pişman oluyordu. “Susmalı mıydım?” diye fısıldadı bagajı açıp katlanır sandalyeyi alırken. “Ben de sana katlanamıyordum” cümlesini aslında katlanır sandalye şekline dönüşen adama söyledi. Çantasını bagaja koymaya karar verdi. İçinden sigaralığa dönüşen pastel boya kutusunu aldı. Bu kutuyu katlanamadığı adamın resim atölyesinde görmüştü. Üstündeki resmin bir bölümü kazınmış olan kutu tam da elindeki sigara içerse genç yaşta öleceğini anlatan morg temalı sigara paketinin büyüklüğündeydi. Yavaşça kimse görmeden kutuyu çantasına atmıştı. “Hayatımda her şey de bir şeye dönüşüyormuş” diye fısıldadı bu sefer. Ama fısıltıdan biraz yüksek çıkmış olmalı ki sesi yanından geçen çocuk dönüp ona baktı. Uzun süredir kendi kendine konuşuyordu. Çünkü uzun süredir başkalarına susuyordu. Başkalarına susmak değil de kendisiyle konuşmasının insanları paniğe sürüklemesindeki anlamsızlığı düşünerek çimlere adım attı. Üç adımda değişen mekân, değişen hayatının kırmızı halısıydı. Sonbahardan kışa geçişlerin puslu, ıslak ve yalnız parkında birkaç adım atıp durdu. Sigara içmek istiyordu. En yakınındaki ağacın altına doğru yürüdü. Parkta güzel yer aramayı marifet sanan adama benzemek istemiyordu. Suskunluklarının bilmem kaçıncı haftasında parkın en güzel yerinin kahkahanın en çok yükseldiği yer olduğunu öğrenmişti. Bunu sandalyelerini en gölge, manzarası en güzel yere koyup, ellerinde en meşhur kahve zincirinden alınan kahvelerle susarlarken anlamıştı. Sandalyeyi açmadan yere bıraktı “İyi ki çalmışım seni” diyerek pastel boya kutusundan bir sigara çıkardı. Sigarayı yaktı, derin bir nefes çekti. Nefesi verirken gözleri ağaca takıldı. “Kendimle bu kadar eğlenirken, benimle eğlenemeyen bir adama artık katlanamadığımı bağırdım. Öyle yüksek sesle bağırmışım ki, hızla kalktı, kapıyı çarparak çıktı, gitti” diyerek akşamı özetledi karşısında duran ağaca. “Biliyorum sen de annem gibi evde oturup dönmesini beklememi söyleyeceksin. Çünkü senin de her akşam camda babamı bekleyen annem gibi en iyi yaptığın iş beklemek ama gidebilsen yine de bekler miydin?” diye sorarken ağacın yemyeşil gövdesine bakıyordu. “Demek ki yeşil gövdeli ağaç oluyormuş” diye fısıldadı. İlkokulda resim dersinde orman resmi yapmalarını isteyen, hep koyu renkte giysiler giyen asık yüzlü öğretmenini hatırladı. “Ama çocuğum ağacın gövdesinin yeşil olduğu nerede görülmüş?” demişti küçük masasına eğilip, yemyeşil ormanına bakarken. “Ben yeşil olduklarını hayal ediyorum öğretmenim” demişti. “Hıh!” eşliğinde bir gülümsemeyi ilk o zaman duymuştu. Sonradan öğrendi ki, “Hıh” anlamsız hecesi, küçümseyerek bunu onaylıyorum ama yanlış olduğunu da biliyorum anlamına geliyormuş. Bazı kelimelerin, sorunlu bakış açısının ifadesi olduğunu ilkokulda öğrenmiş, devamlı “Hıh”layarak konuşan adamla bu bilgiyi pekiştirmişti. Şimdi gözlerini dikip ona bakan ağacın yosun tutmuş yeşil gövdesinin karşısında dururken içten bir gülümseme yüzüne yayıldı. Sandalyeyi kılıfından çıkarttı. Basit bir el-ayak hareketi ile kırmızı katlanır sandalye açıldı. Kendi kendine konuşan kadın sırt üstü yere düştü. Her şey bir anda oldu. Yağmurdan ıslanmış yerler, ıslanarak kaymaya elverişli bir zemin oluşturan yapraklar, sandalyenin kılıfını oyun için elinde salladığını zanneden bir köpek ve kadın sırt üstü yerde. “Bu yeşil gövdeli ağaç kollarını mı açmış?” diyerek hafifçe doğruldu. Köpek suçlu olduğunun düşüncesiyle ne gidebiliyor, ne kalabiliyor, kuyruğunu sallayarak kısa mesafelerde hızlı adımlarla yürüyerek sahibini bekliyordu. Evet, bir kadını yere düşürmüştü ama bu oyun da olabilirdi. Çünkü kadın bağırmıyordu, öfkelenmiyordu. Eğer bir oyunsa bu eğlenceden mahrum kalmak da istemiyordu. Kadın hafifçe doğrulunca “Gel buraya yaramaz” diye köpeğe seslendi. Köpek itaatkâr bir şekilde kadına sokuldu. Köpeğin başını okşarken, “Sence de bu ağaç kollarını açmış birine benzemiyor mu?” diye köpeğe sordu. Telaşla yanlarına gelen köpeğin sahibi hızla olay yerini inceledi. Öfke zerreciklerini hissetmediği için derin bir nefes verdi, köpeğinin başını okşadı. “Siz orada rahat görünüyorsunuz. En iyisi ben sandalyeye oturayım” diyerek katlanan sandalyeye yerleşti. “Gel sarılalım ağacı derim ben buna. Pastel’in ağacıdır. Parka gelince koşarak buraya gelir, ağacın etrafında birkaç tur koşar” biraz düşündükten sonra cümlesini tamamladı. “Kimi düşürüp yere sersem ve ağacımı göstersem diye düşünür” dedi. Ve kahkaha attılar. Ve yapraklar kırmızıydı.